31 Aralık 2020 Perşembe

Vaktiyle bir grup Müslüman tertib ettikleri bir kervanla hacca giderler. Çölleri aşıp vahaları geçerek yol alırlarken, iki dağın arasında eşkıyalar birden etraflarını çevirir. Hacılarda ne var, ne yok hepsini alırlar. Ancak kafilede bulunan kadınlara dokunmazlar. Hacı namzetlerinden yaşlı bir zat, "Eyvah, bu eşkıyalar paramızı alıp gidecekler.

Hacca gitmek şöyle dursun, evimize dönecek paramız bile kalmayacak," der. Tam o esnada eşkıyalardan biri arkadaşlarına seslenir: "Hey, biz kadınların üstlerini aramayı unuttuk. Asıl altın onlardadır." Bu söz üzerine hep birlikte dönerek, kadınların üzerindeki elbiseleri yırtıp örtülerini atmaya başlarlar. Bu defa evvelki zat fikrini değiştirir. ''Paramızı götüremezler artık." Bu sözlerin akabinde, bir anda müthiş bir yağmur başlar. Gök gürültüsüne şimşekler karışır. Derken bir eşkiyanın başına ansızın yıldırım düşer, hemen oracıkta can verir. Ötekiler şaşkınlıkla ne yapacaklarını bilemezken zaptiyeler yetişirler; eşkıyayı kıskıvrak yakalayarak paraları sahiplerine iade ederler. Ortalık sükûnet bulduktan sonra yolcular yaşlı zâta sorarlar: "Önce paramızı götüreceklerini söylediniz; sonra da sanki olacakları biliyormuşçasına, 'Artık götüremezler' diye kestirip attınız. Gerçekten de dediğiniz gibi oldu. Bunu nasıl bildiniz?" Yaşlı zât şöyle cevap verir: "Onlar paramızı almakla bize zulmettiler. Ama zulüm vasat derecedeydi; gayretullaha dokunacak seviyiye ulaşmamıştı. Ne zaman ki kadınlara dönüp onların tesettürüne el attılar. İşte o zaman zulüm gayretullaha dokunacak dereceye vardı. Zulüm bu dereceye ulaşınca devam etmez. İlâhî bir silleyle son bulur. Nitekim öyle de oldu. Biri öldü, ötekiler yakalandı. Biz de kurtulmuş olduk."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder