11 Eylül 2019 Çarşamba

İNSANLARA İYİLİKTE BULUNMAK Allâhü Teâlâ, bazı hadîs-i kudsîlerde şöyle buyurmuştur: • Ey Âdemoğlu! Kullarıma karşı iyi huylu ol ve içlerinden hastalananları ziyâret et ki onların kalplerine seni sevdireyim. • Allâhü Teâlâ kıyâmet gününde şöyle buyurur: “Ey Âdemoğlu! Hastalandım da beni ziyâret etmedin. Kul der ki, “Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken, seni nasıl ziyâret edebilirdim?” Allâhü Teâlâ buyurur: “Falan kulum rahatsızlandı da, onu ziyâret etmedin. Onun ziyâretine gitseydin, beni(m sevab ve ikrâmımı) onun yanında bulacağını bilmiyor muydun?” Allâhü Teâlâ buyurur: “Ey Âdemoğlu! Senden yemek istedim de beni doyurmadın.” Kul der ki; “Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken seni nasıl doyurabilirdim?” Allâhü Teâlâ buyurur: “Falan kulum senden yemek istedi de onu doyurmadın. Onu doyursaydın, bunu(n karşılığını) benim yanımda bulacağını bilmiyor muydun?” Allâhü Teâlâ buyurur: “Ey Âdemoğlu! Senden su istedim de bana su vermedin.” Kul der ki: “Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl su verebilirdim?” Allâhü Teâlâ buyurur: “Falan kulum senden su istedi de, ona su vermedin. Eğer ona su verseydin bunu(n karşılığını) benim yanımda bulacağını bilmiyor muydun?” (Sahîh-i Müslim) • “Mümin kulumu bir hastalığa mübtelâ kıldığımda, ziyâretine gelenlere beni şikâyet etmezse; onu hastalık esâretinden kurtarırım, sonra etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştiririm. Sonra (günahsız olarak) yeniden amel etmeye başlar.” (Hâkim, el-Müstedrek)

►Kûlli İrâdenin Önüne Geçebilir mi Cûzi İrâde?
① Efendimiz Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Buyurdular ki:
▬ “Ben, Hakk’a Dâvet Edici ve Allahû Teâlâ’nın Emirlerini İnsanlara Ulaştırıcı Bir Peygamber Olarak Gönderildim. Hidâyet Benim Elimde Değildir. Şeytan da, Allahû Teâlâ’nın Yasak Kıldığı Şeyleri Süslü, Câzip Gösterir. Saptırmak da Onun Elinde Değildir.”
[İbni Adiyy]
❶ Lâin İblis Dedi ki:
▬ “Yâ Muhammed! Bir Kimseyi Dalâlete Sürüklemek İçin Elimde Bir İmkân Yoktur. Ben Ancak Vesvese Veririm ve Bir Şeyi Güzel Gösteririm O Kadar. Eğer Dalâlete Sürüklemek, Elimde Olsaydı, Yeryüzünde, “Allah’tan Başka İlâh Yoktur ve Muhammed Allah’ın Rasüludur!” Diyen Herkesi, Oruç Tutanı ve Namaz Kılanı Hiç Bırakmazdım, Hepsini Dalâlete Düşürürdüm. Nasıl ki, Senin Elinde de Hidâyet Nevi’nden Bir Şey Yoktur. Sen Ancak Allah’ın Rasülusun ve Tebliğe Memursun. Şâyet Hidâyet Elinde Olsaydı; Yeryüzünde Tek Kâfir Bırakmazdın; Sen Allah’ın Halkı Üzerine Bir Hüccetsin... Ben de, Kendisi İçin Ezelde Şekâvet Yazılan Kimselere Bir Sebebim. Said Olan Kimse, Ta, Ana Karnında iken, Saiddir. Şâki Olan da, Yine Ana Karnında iken Şâkidir. Saâdet Ehli Kılan Allah, Şekâvet Ehli Kılan Allah!”
[Muhyiddîn-i ARABÎ “SECERETÜL KEVN”]
② Efendimiz Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Buyurdular ki:
▬ “Her Şey Ezelde Yazıldı. Kâlem Kurudu.”
[Tirmizî]
❷ Lâin İblis Dedi ki:
▬ “Yâ Rasülullah! İş Verilen Hükme Göre Oldu. Kararı Yazan Kalem de Kurudu, Kıyamet’e Kadar Olacak İşler Olacaktır. Seni Peygamberlerin Efendisi Kılan, Cennet Ehlinin Hâtibi Eyleyen ve Seni Halkı İçinden Seçen ve Halkı Arasında Bir Gözde Yapan, Beni de Şâkilerin Efendisi Kılan ve Cehennem Ehlinin Hâtibi Eyleyen Allah, Bütün Noksan Sıfatlardan Münezzehtir!”
[Muhyiddîn-i ARABÎ “SECERETÜL KEVN”]
► İbn-i Abbâs’dan Bildirilir; Kirâmen Kâtibin,
Müekkel Oldukları Kimselerin Birer Günlük Amellerini, Her Günde Bir Kere Levh Hizmet Edenlerine Levh’den Yazdırıp, Sonra Kendileri de Vaki Olan İyilik ve Kötülüğü (Sevâbı ve Günâhı) Yazıp, İki Defteri Karşılaştırdıklarında, Harfi Harfine Aynı Bulur. “Sizin Yaptıklarınızı Hep Yazdırıyorduk. [Câsiye Sûresi 29]”Âyetinin Manâsı Budur. Müekkel Oldukları Kimsenin Vefâtı Günü Defter İstediklerinde, Levh Hizmet Edenleri Bakıp, “Müekkel Olduğunuz Kişinin Yapacak Hiç Ameli, İşi Kalmadı.” Deyip, Bir Şey Yazmazlar.
► En‘âm-59; Gaybın anahtarları yalnızca O'nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah'ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz'da) olmasın..!."
►Hadis-i Kutsi; Ben Âlemlerin Rabbiyim.
Hayrı da Şerri de Ancak Ben Tâyin Ederim (Yaratırım)!.
[İbni Neccâr]
►• Resûlullah (ﷺ) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
Bütün İşler Allahû Teâlâ’dandır;Hayr Olanıda Şer Olanıda.
Kul,hayrı ile,şerri ile kadere iman etmedikçe,İmanı tam Olmaz.
Açıklama; Kendine hayır ve şerden isabet edecek şeyi engelleyemeyeceğini, Hayır ve şerden kaçacak olan bir şeyi de yakalamayacağını bilmedikçe)
(Tirmizi-Taberânî)
►• Allahu Teala, Yusuf suresinde;
"O âlim idi. Kaza ve kaderimi biliyordu. Ona bildirmiştim.
Fakat insanların çoğu, kaza ve kaderimi anlamıyor"
►•İnsan Tedbir Alır, Sebeplere Yapışır, Takdiri Bilmez,
Allah’ın Takdiri, Kulun Tedbiri ile Değişmez!
İmam-ı Rabbani(k.s)
►Öyle bir tevekkül sahibi olmalıdır ki, Allahü teâlânın,
Kendisi için ezelde takdîr ettiği şeyden başka, Başına hiçbir şeyin gelmeyeceğine Gözüyle görür gibi inanmalıdır.
YÛSUF BİN ESBAT (r.a)
►Kaderde Ne İse ,O Dur Etme Merak,
Uyma Kendi Nefsine Hakkın Emrine Bırak,
Altından Ağacın Olsa,Zümrütten Yaprak,
Akıbet Gözünü Doyurur Bir Avuç Toprak...
~~~Fatih Kaya~~~

MÜRŞİD-İ KAMİL’İN VASIFLARI “İrşad”, doğru yolu göstermek, öğretmek mânâlarına gelmektedir. Bu mefhûmun kökü, sapıklığın zıddı olan rüşd kelimesidir. Rüşd’ün mânâsı ise, doğru yolu bulup girmek demektir. Bu yol maddî de olabilir, mânevî de… Tasavvuf ıstılâhında ise irşad, doğru yola sevketmek veya yönlendirmek mânâsını ihtivâ eder. Bu bir nevi kılavuzluktur ki; bunlar, başta Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz olmak üzere, “Benim ümmetimin âlimleri, peygamberlerin vârisleridir” hadîs-i şerifinin sırrına mazhar olmuş, irşâda ehil ve salâhiyettar olan onun vârisleridir; yani mürşidân-ı kirâmdır. Onlar, hem kâmil hem de mükemmil olan hakîkat âlimleridir. Zira sadece kâmil olmak (kendisinin olgunlaşıp mükemmel olması) yetmez; mükemmil de olması lâzımdır ki başkalarını tekemmül ettirebilsin, kemâle erdirip mükemmelleştirebilsin. MÜRŞİD NASIL OLMALI? Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiye’nin 12. halkasını teşkil eden Hâce Ali Râmitenî (k.s.) hazretlerinden: “Mürşid, aynen kuş yetiştiricisi gibidir. Kuş yetiştiricisi, kuşun kursağına ne kadar yem gireceğini bilmesi gerekir ki, ona fazla yem yüklemesin. [Zira yemin azı faydalı olmadığı gibi, fazlası da zararlıdır.] Buna göre mürşid olan zât da, mürîdin kabiliyeti nisbetinde, zikir telkîn eder [ezbere değil]. “Kezâ, insanları Hakk’a dâvet eden kimse, vahşî hayvan terbiyecisi gibi sabırlı ve tecrübeli olmalıdır. Vahşî hayvan terbiyecisi, nasıl uğraştığı hayvanın huyunu, istidâdını bilip ona göre davranırsa, Hak yolunun dâvetçisi de öyle olmalıdır.” MÜRŞİDDE OLMASI GEREKEN ON İKİ HASLET Abdülkadir el-Cîlî (k.s.) dedi ki: “Bir mürşid kendisinde on iki hasleti bulundurmadıkça nihâyet(1) seccadesine oturup inâyet(2) kılıcını kuşanamaz. “Bunlardan iki haslet Allah Teâlâ’dan, iki haslet Resûlüllah’tan (s.a.v.), iki haslet Hz. Ebû Bekir’den, iki haslet, Hz. Ömer’den, iki haslet Hz. Osman’dan, iki haslet de Hz. Ali’dendir (r. anhüm). • Hz. Allah’tan olan hasletler, Settâr (ayıpları ziyadesiyle örtücü) ve Gaffâr (günahları ziyadesiyle bağışlayıcı) sıfatlarıdır. • Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’den olan vasıflar, Şefîk (çok şefkatli) ve Refîk (ona her hususta çokça yardımcı olmak) vasıflarıdır. • Hz. Ebû Bekir’den (r.a.) vasıflar, sâdık (özde ve sözde doğruluk) ve mütesaddık (tasadduk eden, bolca sadaka verme) vasıflarıdır. • Hz. Ömer’den (r.a.) olan vasıflar, çokça iyiliği emredip kötülükten nehyetme vasıflarıdır. • Hz. Osman’den (r.a.) olan sıfatlar, misâfirperverlik ve geceleri insanlar uykuda iken namaz kılmak vasıflarıdır. • Hz. Ali’den (r.a.) olması gereken vasıflar ise, âlim ve cesur olma vasıflarıdır. İşte böyle bir zât, nefsini ve hakikat yolcularını terbiye etmesini bilir.(3) *** Kısacası her şeyin olduğu gibi, insanları manevî bakımdan irşad edebilme selahiyetinin de şartları var. Öyle akşamdan sabaha şeyh olaçıkagelmek yok. “Her çalı dibinde bir mürşid” olmaz. Olursa kıymeti-değeri kalmaz. Bu gibiler için Bağdatlı Rûhi ne güzel söylemiş: Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der. Halis Ece DİPNOTLAR (1) Nihâyet: Son, uc mânâsınadır. “Nihayet seccadesine oturmak” maneviyat yolunda bütün menzilleri-konakları aşıp sona ulaşmak demektir. (2) İnâyet: Lûtuf, ihsan, kayırma mânâlarınadır. “İnâyet kılıcını kuşanamak” ise, mürşidlik makamına nail olmuş zâtın, Cenâb-ı Hak’tan insanları irşad etme selahiyetini alması demektir. (3) Allâme Muhammed b. Yahyâ et-Tâifi, Cevherden Gerdanlıklar, 54-55

►TEŞEBBÜH ( BENZEME-MODEL EDİNME )
Tasavvufi terbiye altına giren her bir müslümanın hayatında meydana gelen en önemli değişiklik, onun Allah katında değerli olan şahıslara ve hayatlarına duyduğu ilgi , yakınlık, hayranlık ve onlara benzeme arzusudur. Esasen insanın şekillenmesinde , insanı kamil yada insanı nagıs olmasında kimleri örnek aldığı meselesi çok önem arz eden bir husustur. Buna “teşebbüh” denilir.Yani model edinme (rol-model) ve numune alma mevzuudur.Ebu Davud’un kaydettiği “Kim bir kavme benzerse o da onlardandır” hadisi şerifi ve Tirmizi’nin kaydettiği “Bizim dışımızdakilere benzeyen bizden değildir” hadisi şerifi sırrınca hidayete ve kurtuluşa ermekte yada erememekte en başta gelen unsur budur ki tasavvufta ve teşebbühte asıl hedefi “GAD EFLEHA” sırrına mazhar olabilmektir.
🔘►PEKİ BİR MÜMİN KİMLERE BENZEMELİ
VE KİMLERİ NUMUNE ALMALIDIR ?
1-Biz, dört defa malının tamamını Fisebilillah hibe eden, geridekilere ne bıraktın ? sorusuna Allah ve Rasülünü bıraktım, yetmez mi ? diyen Hz.Ebu Bekir Sıddık’ı ,
2-Biz, Halife olunca her saat başı kendisine “ölüm var ya Ömer” diye hatırlatacak bir memur tutarak, maaşını kendi cebinden ödeyen, Devlet işlerini yürüttüğü esnada gelerek selam veren arkadaşının selamını bir müddet almayan, sonra kandili söndürerek cebinden çıkardığı mumu yakarak selama cevap veren ve şahsi işlerimi devlet imkanlarıyla, beytül-malla görmemeye çalışıyorum diyen Hz.Ömer’i ,
3-Biz, melekler bile kendi hayasına hayran kalan, İslami hizmetlerin en büyük finansörü ve hamisi-destekçisi olan Hz.Osman’ı,
4-Biz, islamın bir savaşında yere yıktığı kafiri üç kere islama davet eden, menfi cevap vermesi üzerine katledeceği esnada aşağıdan beri yüzüne tükürdüğü için salıveren ve biraz önce dinim içindi,şimdi ise nefsim için olacak diye öldürmekten vazgeçtim diyen,böylece onun “İslam ne muazzam bir din” diyerek şehadet getirmesine sebep olan Hz.Ali’yi ,
5-Biz, cesedim tabuttan alınıp kabre konulurken dar kefenin içinde uzuvlarım belli olmasın ve erkekler tarafından fark edilmesin için beni gece karanlığında defnedin diye evlatları Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin’e vasiyet eden Hz.Fatıma’yı
6-Biz,bir savaşta kocasının,babasının,oğlunun ve kardeşinin şehit düşmüş bedenlerini gördüğü halde “benim peygamberim nerede?O varsa hepimize yeter” diyen Hz.Sümeyra’yı
7-Biz, yüzlerce kilo ağırlığındaki kayanın altında ve zıt yönlere koşturulan develere ayaklarından bağlanarak eziyet gördüğü esnada bile kelime-i şehadeti okuyan peygamberimizin müezzini Hz.Bilal ve islamın ilk şehidi Hz.Sümeyye ‘yi
8-Biz, belki hanımımın tesiriyle anamın hakkını çiğnerim korkusuyla annesinin vefatına kadar evlenmeyen tabiinin en büyüğü ve Rasulüllah aşığı ( ki efendimiz hırkasını ona hediye olarak göndermiştir) Hz.Veysel Karani’yi
9-Biz, helada (tuvalette) kullandığı taharet tası kırıldığı için günlerce ağlayan ve “yıllardan beri benim avretimi sadece bu gördü,şimdi ise yenisi görecek” diyerek edep dersi veren İmamı Muhammed Birgivi’yi
10- Biz, Rasulullah’ın makberi şerifini tunç ile inşa ettirirken çalışan ustalara “aletlerinize keçe bağlayın, ses çıkararak Rasülü rahatsız etmeyesiniz” diyen Gazneli Mahmud Hazretleri’ni
11-Biz, ısırdığı elmayı helal ettirebilmek için yıllarca köleliğe razı olan İmamı Azam’ın babası Hz.Sabit’i
12-Biz, Küfe’de koyun çalındığı için yedi sene koyun eti yemeyen ve defolu kumaşı sattığı için ortağından ayrılarak o günkü hâsılatın tamamını tasadduk eden ve iyiliği başına kakmış olurum korkusuyla alacaklı olduğu kişinin sahanlığına sığınmayıp sırılsıklam ıslanan fıkıh evinin sahibi ve “levlessenetan leheleken-numan” sözünün sahibi İmamı Azam’ı
13-Biz “Allah’ımızın bunca nimeti karşısında rukularda beşten az, secdelerde yediden az tesbih okumaktan haya ederim” diyen ve “MEKTUBAT” isimli eserini alemi islama manevi miras bırakan İmam Rabbani’yi
14-Biz, kendi dükkanının da bulunduğu çarşıda yangın çıktığı için oraya doğru koşan, bütün dükkanlar kül oldu ama senin dükkanına bir zarar olmadı haberini alınca önce hamd eden,sonrada diğer müslümanların zararlarını unutarak niçin hamdettim (sevindim) diyerek hamdine tam otuz sene tevbe eden Sırrı Sakati hazretlerini
15-Biz,yerde çamurlar içinde bulduğu ayet yazılı kağıdı hürmetle çamurlar arasından alıp kaldırarak velayet rütbesine ulaşan Hz. Bişri Hafi’yi
16-Biz, “nereden geliyorsun” sualine “cehennemden geliyorum,ateş lazım oldu,cehenneme gittim,bana:herkes buraya ateşini dünyadan getirir,sana ateş veremeyiz dediler” diyen,Ve kendisine olan borcunu ödemediği için mezarlığa gidip beklemeye başlayan “nasıl olsa eninde,sonunda buraya gelirde ödersin” diyen Hz. Behlül ‘ü
17-Biz, fetihten sonra yolunu keserek bizim dua haklarımızı unutma diyen dervişlere “ben sizin duanızın bereketini unutmayayım, sizde benim mücahid askerlerimin kılıçlarının hakkını unutmayın” diyerek çok mühim bir noktaya dikkatleri çeken ve kuşbakışı bakıldığında Arapça “MUHAMMED” şeklinde hisar inşa ettiren Hz. Fatih’i
18-Biz, “ Allah’ım beni at sırtından indirtme, beni yatağımda öldürme ya Rabbi” diyerek vatana hizmet aşkını isbat eden Yavuz Sultan Selim’i
19-Biz, Medine-i Münevvere’ye kadar döşettiği tren yolunu inşa eden mühendisleri toplayarak “öyle bir proje uygulayın ki tren Rasulullah’ın Ravzası’na biraz mesafe varken motorları stop edilsin kendi hızıyla son durağa ulaşsın ve O’nun huzuruna saygısızca gürültüyle girilmesin” talimatını veren ve yatağından musluğa kadar teyemmüm abdesti ile giden manevi amcamız Ulu Hakan Abdulhamid Han’ı
20-VE NİHAYET BİZ ;
“Devrinin tüm zahiri ve batıni ilimlerini tahsil eden, Silistre Rüştiyesi ve Satırlı Medresesinde tahsiline başlayan, Fatih dersiamı Bafralı Ahmet Efendi’den birincilikle icazetini alan,sonra da Darul-hilafeti Aliyyenin kısmı alisini(ilahiyatı),Medresetül-kuzatı (hukuk) tamamlayarak Süleymeniye Medresesinde mastır yapan ve doktora tezinden(risaleden)on üzerinden 9+9/14 alarak önce müderris(öğretim üyesi)sonra da dersiam (profösör) lük ünvanına ulaşan,böylece devrinin ilim otoritesi olan,tedrisata ehli beytinden(iki kerimesinden)başlayarak her şart ve zeminde talebe okutan,Kuranı öğreten,talebelerine alamadığını evine de almayan,talebelerinin sobası yanmadığı zamanlarda evinde de soba yaktırmayan,kendisinden dua isteyenlere talebelerini göstererek“sizin duacılarınız ve şefaatçılarınız onlardır” diyen,zamanının ehlisünnet uleması ile işbirliği yapan,sapık fırkalarla mücadele eden,“ İmamı Rabbani evlatları,onlar hiç abdestsiz yere basmazlar” diyerek talebelerini daimi ibadet derecesine yükselten, “evlatlarım okuyun bu ilmi,öğrenin bu dini,ancak Allahın ilmi Allahın dini kurtarır bu milleti” diyerek kurtuluş reçetesini açıklayan,hocanız ölünce ne yapacaksınız diye soran kişiye “o zaman her birimiz bir Süleyman oluruz” cevabını veren talebesinden çok memnun olarak günlerce bunu dile getiren,her sabah evinden çıkarken ”Allah’ım bana bu gün en az bir kuluna iyilik yapmayı nasip et,Allahım beni bu gün en çok bir kuluna zarar vermekten koru” , “Allahım herkes Müslüman olsun,herkes alim olsun,herkes zengin olsun,herkes cennetlik olsun” diye dua ederek çıkan ve talebelerini bu aşı ile terbiye eden,her sene en az beş tane ağaç fidanı diken,“bankalar tüccar mezarlığıdır” sözleriyle ticaret erbabını uyaran,kirada oturanlara evden çıkarken boyasını,badanasını yaparak tertemiz bırakın tavsiyesini yapan,memur olacak talebesine “bir iş için sana gelen insanların işini gör ve kolaylaştır” talimatını veren,“tefrikaya düşmeyin,kavmiyet gütmeyin,ehli sünnetin dışındaki yollara sapmayın” diyerek fitneyi –bölücülüğü önleyen,talebelerine günde üç öğün okuttuğu yemek duasında “Ey Allah’ım Devletimizi daim eyle” duasıyla gerçek vatanperverliğini gösteren,1936 ile 1959 arasında 23 sene fiilen ve kıyamete kadar devam edecek olan manevi tasarrufu ile nasibi olan kalplere Allah’ın nurunu ulaştıran son devrin en büyük iman hazinesi,dersiam ve Mürşid-i Kamil Ebul-Faruk Süleyman Hilmi Tunahan Silistrevi k.s. Hazretlerini (d.1888 / v.16 Eylül 1959) kendimize numune (model-düstur) edinmeliyiz.
Böylece iki cihan selametine ve seadetine ulaşmaya çalışmalıyız

► Vahîdî Tefsîri’nde Bildirilen Hadîs-i Şerifte, “Bir Kişi Hayırlı Amel İşleyince, Sağındaki Melek Birini On Yazar. Kötü Amel İşleyip Solundaki Melek Yazmak İsteyince, Sağdaki Onun Âmiri Olduğundan, Yedi Saat Bekletip, O Kimse İstiğfâr Ederse Yazmaz. Etmezse Bir Günâh Yazar.” Buyuruldu. Kenzü’l-Esrâr’da Südî’den Mervîdir; Her Kişiyi Muhafaza Eden ve Amellerini Yazmak İçin Her Sabah Vaktinde İki Melek Gelir. İkindi Vaktinde Onlar Gider. Yerlerine İki Tane Daha Gelir. Bir Gün Gelen, Kıyâmete Kadar Bir Daha Gelmez. “Biri Sağ Tarafında Biri Sol Tarafında Oturmuş İki Kâtip Meleğin, Amellerini Yazmakta Olduğunu Hatırla. [Kaf Sûresi On Yedinci Âyet-i Kerîme]” Âyetinde Mütelakkıyân’dan Murâd, Bu İkişer Melektir. Mücahid Hazretlerinden Mervîdir ki; Bu İki Melek Herkesin Bütün Söz, İş Hattâ Hastalığında Yaptıklarını Yazar. Hasan-ı Basrî Hazretlerinden Bildirildi; Bu İki Melek Müvekkel Oldukları Kimseden Bir Ân Olsun Ayrılmazlar Ama Sadece Helâya Girdiği Zaman ve Cimâ’ Zamanında Yanından Ayrılıp, Sonra Yine Gelirler. “Allahû Teâlâ Dilediğini Siler, Dilediğini Yazar. [Ra’d Sûresi Otuz Dokuzuncu Âyet-i Kerîme]” Âyetinin Manâsında Bildirilenlerden Biri Budur ki, Hafâza Melekleri Her Kişinin Bütün Söz ve İşlerini Yazıp, Hakk’a Arz Ettiklerinde, Sevâp ve Günâhtan Olmayan Harekât ve Sekenâtı, Sözleri, Sevâp ve İkabdan Birisiyle Ceza Olunacak Bir Şey Olmamakla Hakk Teâlâ Defterden Çıkarır ve Yok Eder. Mevâhibü’l-Ledünniyye’de Yazıyor; “Ağzından Ne Söz Çıkarsa, Muhakkak Yanında Hazır Bir Gözcü Vardır. [Kaf Sûresi On Sekizinci Âyet-i Kerîme]” Âyetinin Manâsında İbn-i Abbâs Hazretleri Şöyle Beyân Buyurmuş ve Demiştir ki; Herkesin Hayr ve Şerden Her Söylediği Sözü, Hattâ Yedim İçtim Gittim Geldim Ettim Kıldım Dediğini Yazıp Perşembe Günlerinde Söz ve Amelleri Arz Olunup, Hayr ve Şerre Ait Olanlar Alıkonup, İkisi ile de Alâkası Olmayanlar Atılır. İbn-i Atiyye Tefsîri’nde, “Allahû Teâlâ Onların Amellerini Boşa Çıkarmıştır. [Muhammed Sûresi Dokuzuncu Âyet-i Kerîme]” Âyetinde Mezkûrdur; Her Kâfirin Kötülüklerini Yazmaya Müvekkel Melek Olduğu Mukarrerdir Lâkin Sevâpları Yazılmakta İhtilâf Olunup Bâzıları Yazılmaz, Ancak Dünyevî Mükâfatla Karşılanır Dediler. Bâzıları Sevâplarının Karşılığı Dünyâda Verilmek İçin Hafâza Melekleri Sevâplarını Yazar Dediler. Bâzıları Îmâna Geldikten Sonra Yapılacak Sevâplara İlâve Edilir Demişlerdir. Vahîdî Tefsîri’nde, “O Gün Semâyı, Kitapların Sahifelerini Dürer Gibi Düreceğiz. [Enbiyâ Sûresi Yüz Dördüncü Âyet-i Kerîme]” Âyetinin Manâsında İbn-i Abbâs ve İbn-i Ömer Hazretlerinden Bildirilir ki; Bir İnsan Vefât Edince, Sahifelerin Zabtına Müvekkel Olan Siccil Adlı Meleğe Onun Amel Defteri Verilip, O da Alıp Tay Eder, Yani Derip Devşirip Saklar. Rasül-ü Ekrem Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Efendimizden Bildirilir; Bir Kimse Vefât Edince, Amellerini Yazan İki Melek, “Yâ Rabbi, Falân Kulunu Sen Kabz Ettin. Bundan Sonrası İçin Nereye Buyurursun, Nereye Varalım?” Dediklerinde, “Göklerin ve Yerlerim Bana İbâdet Eden Kullarımla Doludur. Vefât Eden Kulumun Kabrine Varıp, Kıyâmete Kadar Bana Tesbih ve Tekbir ve Tehlîl Edip, Sevâbını Onun İyilikleri Tarafına Yazın!” Diye Emreder. “Onları (Dünyâda) Kendilerine Tanıtmış Olduğu Cennetine Koyar. [Muhammed Sûresi Altıncı Âyet-i Kerîme]” Âyetinde Mücahid Hazretleri Demiştir; Cennettekilerin Her Biri Cennetteki Makamlarına Delilsiz Yönelip Giderler ve Hiç Şaşırmazlar, Yanılmazlar. Sanki Yaratılalıdan Beri Mesken ve Vatanları idi. Mukâtil Hazretleri Demiştir ki; Herkesin Amellerini Yazan Melekler Önlerine Düşüp Cennette Ona Verilen Yüksek Makamı ve Hakk Teâlâ’nın Çeşit-Çeşit Nimetlerini ve Bütün Şeyleri Târif ve Tavsif Ederler. Gürânî Tefsîri’nde de Mukâtil Hazretlerinden Mervîdir ki; Cennet Ehlinden Her Birinin Dünyâda Amellerine Müvekkel Olan Melek Önüne Düşüp, Cennete Vâsıl ve Dâhil Eder. Tefsîr-i Teysîr’de Hazreti Âişe Radiyallâhû Anhâ Buyurdu; Kıyâmetin İlk Alâmeti Zuhur Ettikten Sonra İnsanın Amellerini Yazmaya Asla Melekler Gönderilmez.

》 İNSAN ÖMRÜ
İnsanın ömrü kısa veya uzun olmakla, çok ya da az yaşamakla değil, faydalı oluşuyla ölçülür. Allah Teâlâ’dan gâfil ve nefsinin hevâsına esir olan kişi çok yaşasa dahî vaktini hayra sarf etmediğinden, menfaat azlığı bakımından kısa ömürlüdür.
Fazîlet ve kemâlât sâhibi olan kişi az da yaşasa, vaktini hayırlı iş ve hizmetlerde kullandığından uzun ömürlüdür. “Sadaka belâyı def eder, ömrü artırır” hadîs-i şerîfi buna delildir.
Şu halde faydalı ömür, zaman miktârına göre değildir. Çünkü kısa ömürlü biri, uzun ömürlünün elde edemediği binlerce faydalı işlere, sayısız hayır ve iyiliğe muvaffak olur ve ölümünden sonra da nice hayır duâlar kazanmakla, uzun ömürlü sayılır.
Kemâl sâhipleri insanlığın hangi kısmını tamamlamak için gelirlerse, hayırdan hangi işin ikmâli mukadderse, o vazifenin ikmâlinden sonra hakîkat âlemine intikal ederler. Çünkü dünyâda faydasız durmak, hayvanî hayat sürmek olduğundan abestir.
Ezelde kâbiliyet verilen kimse, az yaşasa dahî kâbiliyeti sebebiyle feyze mazhar olur da ömrün kısalığı ona zarar vermez. Ömürleri geçmiş ümmetlere nispetle kısa olduğu halde, “Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz” (Âl-i İmran-110) nazm-ı celîli hükmünce bu ümmet, ümmetlerin en üstünü olup hiç bir millete (ümmete) nasip olmayan hayırlara kavuşmuştur.
(Hikem-i Atâiyye Şerhi)

MARJİNALLEŞME Denen Şey Kişi Ya da Grubun Kendi Sebep Olduğu Muamelede Sebep-Sonuç Silsilesini Tersine Doğru Okuyarak Devamlı Kendini Aklaması, Haklı Bulması ve Gitgide Genel Kanaatlerden ve Okuma Biçiminden Uzaklaşmasıdır.
Bu Perspektif Özeleştiri ve Tedavi İmkanı Tanımadığı İçin Maruz Kalınan Tavrın Sebepleri de Sonuçları da Daha da Sertleşecek ve MARJİNALLEŞME Gittikçe Artacaktır.
Fetö de böyle olmuştu.
Kibirliydiler kendilerince ve yine kendilerince mazlum ve mağdurdular.
Ümmetten ve milletten koptular.
Yine de haklıyız.
Zaten gerçek ümmet de biziz dediler.
Ama hakikat ve haklılık hükmünü icrâ etti.
Şu an artık özeleştirinin anlamını yitirdiği bir noktadalar.
Marjinalleşmenin sonu terörize olmaktır ve öyle de oldular.
Şu an aynı akibeti ısrarla tecrübe etmek isteyen bir cemaat daha var.
Fakat FETÖ’yü bu derece adım adım taklid etmek için basiretsizlikle yönetilmek yetmez.
Bu başka bir şey.
Çaresizlik mi ,ihanet mi, uluslararası bir projemi takdir size ait.
"İyi̇ bi̇r atanmışın vezi̇r edebi̇ldi̇ği̇ bi̇r kavmi̇;
Kötü bi̇r seçi̇lmi̇şi̇n rezi̇l etti̇ği̇ bi̇r sır deği̇l...

İLMİN FAZİLETİ • Önce Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin: “İlim taleb etmek her Müslümana farzdır” hadisiyle, başka bir rivayette gelen: “İlim Çin gibi uzak ülkelerde de olsa onu elde etmek için peşine düşünüz. İlim taleb etmek, hiç şüphesizi, her Müslümana farzdır” sözünün manasını zikredelim. • Âlimlerimizden Ebû Muhammed Sehl demiştir ki: “Hazret-i Peygamber (Sallallâhü aleyhi ve Sellem) herkese farz olan ilimle, ilm-i hâli, yani kulun içinde bulunduğu makamın hâlini bilmeyi kasdetmiştir. Çünkü herkese, Rabbi ile kendisi arasında, din ve dünyasıyla ilgili şeyleri özellikle bilmesi ve onlardaki Allah’ü Teâlâ’nın ahkâmını koruması gerekmektedir. (Bu sebeple içinde bulunduğu hâlin ilmini ve edebini öğrenmesi farzdır) • Âriflerden birisi de şöyle demiştir: “Hadisin manası, herkese marifet ilmini öğrenmesi ve gece gündüz içinde bulunduğu saatın gereğini yerine getirmesi farzdır,” demektir. • Şam âlimlerinden birisi de: “Hadisle kasdedilen şudur: “Herkese, ihlas ilmini öğrenmesi, nefsin âfetlerini ve vesveselerini, şeytanın hile, tuzak ve aldatmalarını tanıması, amelleri islah ve ifsad eden şeyleri yakinen bilmesi farzdır. Çünkü amellerde ihlas sahibi olmak farzdır. Hem Allah’ü Teâlâ İblisin düşmanlığını bildirmiş ve ona düşman olmayı emretmiştir.” • Basra âlimlerinden birisi demiştir ki: “Kalblerin ilmini bilmek, ona gelen düşünce çeşitlerini ve tafsilatını tanımak farzdır. Çünkü düşünceler kula, Allah’ü Teâlâ’dan gelip onu bir ilim ve hayra davet eden elçiler veya nefisle şeytandan kaynaklanan vesveselerdir. Bu durumda kul, Rabbinden gelenleri uygulamaya koyarak Allah’ü Teâlâ’ya icabet eder. O düşüncelerin bir kısmı, kul için bir imtihan olmaktadır. Bir de şu var ki düşünce, her amelin başlangıcı olan niyetin ilk oluşum safhasıdır. Fiiller niyetlerden ortaya çıkar ve niyetin kuvvet ve sıhhat derecesine göre fiillerin sonucu katlanarak kulun amel defterine kaydedilir. Bu durumda kul, melekten gelen ilhamla şeytandan gelen vesveseleri, ruhtan gelenle nefisten kaynaklanan düşünceleri, yakîn ilmi ve aklı tesirlerini birbirinden ayırıp tanımak durumunda ve zorundadır. Çünkü ancak bu şekilde onlara gerekli olan hükümleri bilebilir.” •Recâ b. Hayve’nin Abdurrahman b. Ğanem’den rivayet ettiği bir haberde: “İlim öğreniniz. Şüphesiz, Allah için ilim öğrenmek kula ilâhî bir haşyet kazandırır. İlim taleb etmek, bir basiret, onu müzakere etmek tesbih, ondan bahsetmek bir cihad, onu bilmeyenlere öğretmek bir sadaka, ehli olana bolca vermek Allah’a yakınlıktır. İlim yalnızlıkta yakın bir dost, halvet halinde arkadaş, sıkıntı ve darlık hallerinde hayrı gösteren bir delil, dostlar yanında bir süs, yabancılara en güzel bir yakınlık vesilesidir. • İlim cennet yolunu aydınlatır. İlim sayesinde Allah’ü Teâlâ birtakım insanları yüceltir, onları hayırlarda önder, hidayet yolunda imam, iyiliklerde delil yapar. İnsanlar arasında onların eserleri anlatılır, amelleri örnek alınır, fiillerine uyulur, görüşlerine başvurulur. Melekler onların dostluğuna heves ederler, kanatlarını üzerlerine gereler. Kâinatta yaş-kuru, her ne varsa, denizdeki balıklar, karadaki canlılar, gökteki yıldızlara varıncaya kadar her şey alimler için Allah’ü Teâlâ’dan mağfiret dilerler. Çünkü ilim, kalp gözünü açar, körelmiş göz ve gönüllere ışık saçar, zayıf bedenlere kuvvet olur. Kul ilim sayesinde, ebrârın/Salihlerin derecesine ve en âlî makamlara ulaşır. İlmi tefekkür gündüz orucuna, onu öğretmek gece ibadetine denktir. Allah’ü Teâlâ’ya itaat, ibadet, tevhid, haramlardan korunma, sıla-i rahim ilimle olur. İlim öncüdür, amel ise ona tabidir. O, iyilere ilham edilen bir nimettir. Şakîler/hak yoldan sapanlar ondan mahrumdur.” • Cündüp b. Abdullâh’ın (Radiyallâhü Anh) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bizler Rasûlullâh’ın (Sallallâhü Aleyhi ve Selllem) yanında bulunan dinamik bir gençler topluluğu idik. Bize Kur’an’dan önce imanı öğretti. Kur’an öğrendikçe imanımız artardı. • İbnu Mesud (Radiyallâhü Anh) demiştir ki: “Kur’an kendisiyle amel edilmesi için indirilmiştir. Siz ise, onu okuyup öğrenmeyi bir amel kabul edip bu kadarı ile yetindiniz. İleride öyle bir topluluk gelecek ki; onu musiki besteleri gibi güzel güzel okuyacaklar. Fakat onlar sizin en hayırlılarınız değildir.” Başka bir sözünde de: “Onu düzgünce okurlar, onunla dünya malı toplarlar fakat âhiretlerinde kendilerine faydalı olacak şekilde değerlendirmezler” denmiştir. • İbn Ömer ve başkalarından şu söz nakledilmiştir: “Biz Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte bir müddet beraber yaşadık. Bizden birisine önce iman, sonra Kur’an öğretilirdi. Kur’an’dan bir sure veya bir grup ayet nazil olduğu zaman, herkes onun helalini, haramını, üzerinde durulması gereken yerleri iyice öğrenip amel ederdi. Siz de bugün Kur’an’ı öğreniyorsunuz. Fakat ben çoklarını görüyorum ki kendisine sağlam bir imandan önce Kur’an öğretilir, o da Fatiha’dan başlayıp sonuna kadar bütün Kur’an’ı okuyor, fakat ne emreden ayetleri ne sakındıran ayetleri ne de üzerinde durulması gereken yerleri biliyor. Ancak yelpaze gibi sallana sallana okuyup geçiyor.” • Başka bir haberde de bu manada şöyle denmiştir: “Biz, Rasûlulllâh’la (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) beraberdik. Bize önce iman, sonra Kur’an öğretilirdi. Sizden sonra bir kavim gelecek ki, onlara sahih bir imandan önce Kur’an öğretilecek. Harflerinin hakkını verecek, güzel okuyacaklar fakat hüküm ve edebini zayi edecekler. Bir de: “Kur’an’ı biz okuruz, bizden daha güzel kim okuyabilir? Onu biz biliriz, bizden daha iyi kim bilebilir?” diyecekler. Onların Kur’an’dan nasipleri budur.” Diğer bir ifadede: “Onlar bu ümmetin en şerlileridir,” denmiştir. (Ebû Tâlib el-Mekkî-Kûtu’l-Kulûb) ✅ SÜKÛT ÂLİMİN SÜSÜ CAHİLİN ÖRTÜSÜDÜR Ehl-i hikmetten biri şunları söyler: "Sükûtta yedi bin hayır vardır. Bu yedi bin hayrın tamamı yedi cümle ile ifade edilmiştir. Her bir cümlede bin hayır bulunur. • Birinci cümle: Sükût, zahmetsiz meşakkatsiz bir ibadettir. • İkinci cümle: Sükût, mücevhersiz bir zînettir. • Üçüncü cümle: Sükût, kuvvetsiz kudretsiz bir heybettir. • Dördüncü cümle: Sükût, sûrsuz bir kaledir. • Beşinci cümle: Sükût, hiç kimseden özür dilemeye muhtaç olmamaktır. • Altıncı cümle: Sükût, Kirâmen Kâtibîn meleklerinin rahatıdır. • Yedinci cümle: Sükût, kusur ve ayıpların örtüsüdür." 《Tenbîhü'l-Gâfilîn, c.1, s.230》 ✅“Kim bildiği ile amel ederse, Allah’ü Teâlâ ona bilmediklerini öğretir. Onu amlede muvafffak kılar. Sonuçta kul cenneti hak eder. Kim de bildiği ile amel etmezse, bildiğinde de şaşırır, Allah onu amelde muvaffak kılmaz. Sonuçta cehennemi hak eder.” ((Ebû Nuaym, Hilye, x, 15)) Tâbiun’dan bir zat demiştir ki: “Kim bildiklerinin onda biri ile amel ederse, Allah’ü Teâlâ, ona bilmediklerini öğretir.”((Kûtu’l-Kulûb) ✅ İlim mi Efdaldır Akıl mı Efdaldır? İlim Efdaldır. Zirâ İlim Kadimdir (Başlangıcı Olmayandır); Akıl Hadîstir (Sonradan Olandır). [Mızraklı İlmihâl]

► Allahû Teâlâ Verdiği Nimetleri Kulunun Üzerinde Görmeyi Sever... Ebû Ahvas Babasının Şöyle Dediğini Nâkleder; Rasülullah Aleyhisselâm’a Üstü-Başı Pejmürde ve Toz İçerisinde Olan Bedevî Kılığında Biri Geldi. Rasülullah Ona, “Ne Malın Var?” Diye Sordu. Adam, “Allah Bana Her Nimetten Vermiş.” Dedi. Bunun Üzerine Rasülullah Aleyhisselâtû Vesselâm Efendimiz, “Allah Nimet Verdiği Kulunun Üzerinde O Nimeti Görmeyi Sever.” Buyurdu.
[Tirmizî, Edeb: 54; Dârimî, Libas: 14.]
► Vahîdî Tefsîri’nde Bildirilen Hadîs-i Şerifte, “Bir Kişi Hayırlı Amel İşleyince, Sağındaki Melek Birini On Yazar. Kötü Amel İşleyip Solundaki Melek Yazmak İsteyince, Sağdaki Onun Âmiri Olduğundan, Yedi Saat Bekletip, O Kimse İstiğfâr Ederse Yazmaz. Etmezse Bir Günâh Yazar.” Buyuruldu.
Kenzü’l-Esrâr’da Südî’den Mervîdir; Her Kişiyi Muhafaza Eden ve Amellerini Yazmak İçin Her Sabah Vaktinde İki Melek Gelir. İkindi Vaktinde Onlar Gider. Yerlerine İki Tane Daha Gelir. Bir Gün Gelen, Kıyâmete Kadar Bir Daha Gelmez.
“Biri Sağ Tarafında Biri Sol Tarafında Oturmuş İki Kâtip Meleğin, Amellerini Yazmakta Olduğunu Hatırla. [Kaf Sûresi On Yedinci Âyet-i Kerîme]” Âyetinde Mütelakkıyân’dan Murâd, Bu İkişer Melektir. Mücahid Hazretlerinden Mervîdir ki; Bu İki Melek Herkesin Bütün Söz, İş Hattâ Hastalığında Yaptıklarını Yazar.
Hasan-ı Basrî Hazretlerinden Bildirildi; Bu İki Melek Müvekkel Oldukları Kimseden Bir Ân Olsun Ayrılmazlar Ama Sadece Helâya Girdiği Zaman ve Cimâ’ Zamanında Yanından Ayrılıp, Sonra Yine Gelirler.
“Allahû Teâlâ Dilediğini Siler, Dilediğini Yazar. [Ra’d Sûresi Otuz Dokuzuncu Âyet-i Kerîme]” Âyetinin Manâsında Bildirilenlerden Biri Budur ki, Hafâza Melekleri Her Kişinin Bütün Söz ve İşlerini Yazıp, Hakk’a Arz Ettiklerinde, Sevâp ve Günâhtan Olmayan Harekât ve Sekenâtı, Sözleri, Sevâp ve İkabdan Birisiyle Ceza Olunacak Bir Şey Olmamakla Hakk Teâlâ Defterden Çıkarır ve Yok Eder.
Mevâhibü’l-Ledünniyye’de Yazıyor; “Ağzından Ne Söz Çıkarsa, Muhakkak Yanında Hazır Bir Gözcü Vardır. [Kaf Sûresi On Sekizinci Âyet-i Kerîme]”
Âyetinin Manâsında İbn-i Abbâs Hazretleri Şöyle Beyân Buyurmuş ve Demiştir ki; Herkesin Hayr ve Şerden Her Söylediği Sözü, Hattâ Yedim İçtim Gittim Geldim Ettim Kıldım Dediğini Yazıp Perşembe Günlerinde Söz ve Amelleri Arz Olunup, Hayr ve Şerre Ait Olanlar Alıkonup, İkisi ile de Alâkası Olmayanlar Atılır.
İbn-i Atiyye Tefsîri’nde, “Allahû Teâlâ Onların Amellerini Boşa Çıkarmıştır. [Muhammed Sûresi Dokuzuncu Âyet-i Kerîme]” Âyetinde Mezkûrdur; Her Kâfirin Kötülüklerini Yazmaya Müvekkel Melek Olduğu Mukarrerdir Lâkin Sevâpları Yazılmakta İhtilâf Olunup Bâzıları Yazılmaz, Ancak Dünyevî Mükâfatla Karşılanır Dediler.
Bâzıları Sevâplarının Karşılığı Dünyâda Verilmek İçin Hafâza Melekleri Sevâplarını Yazar Dediler. Bâzıları Îmâna Geldikten Sonra Yapılacak Sevâplara İlâve Edilir Demişlerdir.
Vahîdî Tefsîri’nde, “O Gün Semâyı, Kitapların Sahifelerini Dürer Gibi Düreceğiz. [Enbiyâ Sûresi Yüz Dördüncü Âyet-i Kerîme]” Âyetinin Manâsında İbn-i Abbâs ve İbn-i Ömer Hazretlerinden Bildirilir ki; Bir İnsan Vefât Edince, Sahifelerin Zabtına Müvekkel Olan Siccil Adlı Meleğe Onun Amel Defteri Verilip, O da Alıp Tay Eder, Yani Derip Devşirip Saklar. Rasül-ü Ekrem Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Efendimizden Bildirilir; Bir Kimse Vefât Edince, Amellerini Yazan İki Melek, “Yâ Rabbi, Falân Kulunu Sen Kabz Ettin. Bundan Sonrası İçin Nereye Buyurursun, Nereye Varalım?” Dediklerinde, “Göklerin ve Yerlerim Bana İbâdet Eden Kullarımla Doludur. Vefât Eden Kulumun Kabrine Varıp, Kıyâmete Kadar Bana Tesbih ve Tekbir ve Tehlîl Edip, Sevâbını Onun İyilikleri Tarafına Yazın!” Diye Emreder. “Onları (Dünyâda) Kendilerine Tanıtmış Olduğu Cennetine Koyar. [Muhammed Sûresi Altıncı Âyet-i Kerîme]” Âyetinde Mücahid Hazretleri Demiştir; Cennettekilerin Her Biri Cennetteki Makamlarına Delilsiz Yönelip Giderler ve Hiç Şaşırmazlar, Yanılmazlar. Sanki Yaratılalıdan Beri Mesken ve Vatanları idi. Mukâtil Hazretleri Demiştir ki; Herkesin Amellerini Yazan Melekler Önlerine Düşüp Cennette Ona Verilen Yüksek Makamı ve Hakk Teâlâ’nın Çeşit-Çeşit Nimetlerini ve Bütün Şeyleri Târif ve Tavsif Ederler. Gürânî Tefsîri’nde de Mukâtil Hazretlerinden Mervîdir ki; Cennet Ehlinden Her Birinin Dünyâda Amellerine Müvekkel Olan Melek Önüne Düşüp, Cennete Vâsıl ve Dâhil Eder. Tefsîr-i Teysîr’de Hazreti Âişe Radiyallâhû Anhâ Buyurdu; Kıyâmetin İlk Alâmeti Zuhur Ettikten Sonra İnsanın Amellerini Yazmaya Asla Melekler Gönderilmez.

" KARACİĞER YAĞLANMASI ÜZERİNE" Yapılan bir araştırmada 4 kişiden 1'isinde " Karaciğer Yağlanması " görüldüğü ortaya çıkmıştır. Adı üzerinde karaciğerin yağlanması bir rahatsızlıktır ve bunun öncesinde karaciğerde yağ dokusu bulunmamaktadır. Öncelikle karaciğerin çevresinde birtakım yağlanmalar başlar, ardından karın bölgesinde yağlanmalar oluşur. Bunun sonucunda da karaciğer sıkılır. Böylelikle bazı işaretler de zuhur etmeye başlar. Bu işaretlerden birkaçı şu şekilde ifade edilebilir: 1- yemek öncesi şişkinlik hissi 2- mide bulAntısı 3- sağ karaciğerin altında hafif ağrı. Bu yüzden bir insan yediği yemeklere ve kullandığı enerjisine dikkat etmesi elzemdir. İnsandaki hareketlilik faydalı olabilmektedir. Yürüyüş yapma gibi. Daha önceki yazılarımızda da paylaştığımız üzere " Deve Dikeni Tohumu Yağı" nın karaciğer yağlanması üzerine faydasından söz etmiştik. Nitekim içinde bulunan " Silymarin " maddesi karaciğer bölgesinde meydana gelen yağlanma gibi bazı rahatsızlarda şifâi özelliğe sahiptir. Karaciğer hücrelerinin yenilenmesini sağlaması ve kansere karşı etkisi bunlardan sadece birkaçıdır . Deve dikeni yagının Faydaları... • Karaciğerin daha fonksiyonel bir şekilde çalışmasını sağlayarak karaciğeri yeniler. • Karaciğeri mikroplara karşı koruyucu etkisi vardır • Vücudu serbest radikallere karşı korur. • Strese karşı kullanılabilir. • Safra akışını destekleyici özelliği vardır. • Sindirim sistemini ve bağırsak hareketlerini düzenler. • Böbrek bezlerinin yenilenmesini sağlar. • Cilde canlılık ve sağlık katar. • Tırnak sağlığı ve bakımı için kullanılabilir. • Yağ metabolizması zerinde olumlu etkisi vardır. • Kurt dökücüdür. • Bakteri ve virüs kaynaklı hastalıkların tedavisinde alternatif olarak kullanılabilir. • Yangı ve iltihaba karşı iyi gelir. • Omega-3 ve omega-6 yağ asitleri bakımından zengindir. • Doğum yapan atlarda karaciğer sağlığına katkıda bulunur. • Yaşı ilerlemiş atlara canlılık ve enerji kazandırır. • Ketosis engeller ve azaltıcı etki sağlar Daha nice faydaları olan kıymetli yağımızdan almak için bizimle iletişime geçiniz...

Görüntünün olası içeriği: bitki

Prof. Dr. Osman Demircan, Çanakkale başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında çıkan yangınlarda yanan ağaçlarımız için öneride bulundu. Çanakkale’de geçtiğimiz günlerde Gelibolu Tarihi Yarımada’da, Biga’da peş peşe yangınlar çıkmıştı. Sonrasında, Akçay, Muğla, Edremit, İzmir birçok bölgede yangınlar çıktı, alevler hızla yayılmıştı. Farklı bölgelerde çıkan yangınlar sonucunda, Marmara ve Ege’de çok sayıda ağaç yandı, ciğerlerimiz derin bir yara aldı. Prof. Dr. Osman Demircan yangınlardan sonra bu alanlara zeytin ağacı dikelim önerisinde bulundu. Demircan, “1950’lerde ABD’nin başlattığı Marshall yardımı bir anlaşma sonucuydu. Köy enstitüleri de uçak ve demiryolu fabrikaları da bu anlaşmayla kapatıldı. Zeytinyağlı yiyemem aman türküsü de bu anlaşmayla sipariş edildi. Mesela Ege ve Akdeniz bölgelerimizdeki milyonlarca zeytin ağacımız kökünden sökülerek gemilerle Avrupa’ya götürüldü. ABD bize bu ağaçların yerine milyonlarca kavak ve çam fidanı verdi. Kavak ağacı memlekette alerjik hastalıklar başlattı. Çam ağacı ise bildiğimiz yağlı çıra idi. Dağlarımıza, ovalarımıza her yere diktik. Hiçbir işe yaramayan bu ağaç, ülkemizin dağına, bayırına dikilen saatli bomba oldular. Onun için çam dikmeyin zeytin dikin!” dedi. Tunahan Ünsal Haber Kaynağı:

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, köpek ve açık hava

Fotoğraf açıklaması yok.
ŞİFA ARA BUL
İncir Yaprakları Diyabete Doğal Çözüm olabilir mi?
Diyabete karşı tüm umutları yitirmişken, her şey böyle değişti; DİYABETİ NASIL YENDİM?
Yapılan araştırmalarda incir yaprağı ekstresinin şeker hastalarında kan glukoz değerinin önemli ölçüde düşürdüğü, insülin kullanan şeker hastalarında daha az insulin dozuna ihtiyaç duyduğunu göstermiştir. Bu şekilde ilaç yan etkilerinin de azalmasını da sağlıyor. Bunun haricinde incir yaprağı ekstresinin kullanımında tokluk kan şekerinin de kontrol altında tutulabileceğini göstermiştir.
6 Yıl boyunca doktorum bana insülin kullanıp kan şekerini normale çevirmem gerektiğini söyledi ve daha farklı birçok ilaç kullanarak diyabet hastalığının yüzünden birçok sıkıntı yaşadım.
Arkadaşlarımın beni bir şifacıya yönlendirmesi sayesinde, her şey çok değişti. Bana önerilen bu doğal çay sayesinde diyabetten artık kurtuldum.
İncir yaprakları, kandaki glükozu astrenjan ve düzenleyici özellikleri ile doğuya özgü şifa tariflerinde çok iyi bilinir, bu nedenle diyabetin doğal tedavisine takviye olarak çok önemli bir yer kaplar.
Muhtemelen insanların çoğu incir ağaçlarının çok faydalı besinlere dahil olduğunu bilmiyordur. Ancak bu faydayı sadece çok lezzetli ve sağlıklı meyvesi vermez, ayrıca yaprakları da sağlığımız için çok değerlidir.
İNCİR YAPRAKLARI VE DİYABET
İncir yaprakları yüksek miktarda doğal insülin içerir, bu nedenle yaprağını tüketmek, insülin enjekte etme ihtiyacını azaltır. Şeker hastalığı – diyabet olanlar için mükemmel doğal bir yöntem olabilir.
İncir Yaprağı Çayı Nasıl Yapılır?
İncir Yaprakları Çayı: Üç incir yaprağını yarım litre suda koyun ve 15 dakika kaynatın. İçme suyu olarak kullanın, bir ay içinde sonuçları görmeye başlayacaksınız.
Bu çayın iyi geldiği başka kullanım alanları:
Trigliseritlerin seviyesinin düşürülmesinde incir yaprakları:
İncir yaprakları vücuttaki trigliseritlerin seviyesini düşürür, bu nedenle düzenli olarak tüketilmesi gerekir; bu da kalp krizi ve obeziteyi önler.
Ülsere karşı incir yaprağı
Ülser karşısında iyi bir çare olarak; incir yapraklarını çiğneyin ve ortaya çıkan suyu yutun.
İncir bolca lif içerir
İncir, en çok lif içeren meyvelerden biridir bu yüzden onu tüketmek sindirim sistemine faydalı olacaktır. Öte yandan, vücudumuzun sindirim sistemini hızlandırdığı için, obez insanların veya kilo vermek isteyenlerin de tüketmesi önerilir. Aynı zamanda kabızlığa karşı mücadele eden doğal bir müshildir.
Bronşit
İncir yapraklarıyla, bronşit, astım ve diğer solunum yollu hastalıkları için evde hazırlanabilecek iyi bir tedavi olacaktır.
Kan basıncı
Lif, önemli miktarda potasyum kaynağı olup, aynı zamanda kan basıncını kontrol altına alabilecek mineral yuvasıdır, bu nedenle bu meyveyi hipertansiyon hastalarının da tüketmesi önerilir.
Çalışmalar incirlerin antioksidan özelliğe sahip olduğunu göstermiştir. Vücuttaki bu bileşenlerin artmasını sağlamak için her gün iki orta boy kuru incir tüketin.
Kemik Değerleri Yoğunluğu
İncir ayrıca vücudumuz için iyi bir kalsiyum deposudur ve kemik yoğunluğunu da destekler. Kemikleri güçsüzleştiren idrar yoluyla atılan kalsiyum kaybını önler. Bu özelliğiyle de kemikleri büyük ölçüde etkilenen menapoza girmiş kadınların özellikle tüketeceği önemli bir meyve haline gelir.
O zaman, bu lezzetli meyveyi gündelik beslenmemize dahil etmeye başlıyoruz. Mutlu olun vebu meyve ve yapraklarından vücudunuzun yararlanın.

Kur'an'ın Bahsettiği İki Şifa! Kur'ân iki şifadan söz eder. Birisi bal, diğeri de Kur'ân'ın kendisi. Bal, maddi bir şifa kaynağı iken, Kur'ân hem maddi hem manevi bir şifa kaynağıdır. Üç surede, üç farklı âyette Kur'ân kendisini bir "şifa" kaynağı olarak anlatır: "Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerin derdine şifa, mü'minlere hidayet ve rahmet gelmiştir."1 "İman edenler için o hidayet ve şifadır."2 "Biz Kur'ân'dan mü'minlere şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz."3 Kur'ân'ın sunduğu bu şifa nasıl bir şifadır? Küfre, şirke, imansızlığa, zulme ve vicdansızlığa karşı bir şifadır. Bu zaten açıkça ortada... Kur'ân'ın davetine uyanlar bu şifayı tadıyorlar, anlıyorlar ve yaşıyorlar. Çünkü Kur'an bu özelliğiyle insanlığın en büyük yaralarını tedavi ediyor. İman ederek Rabbini tanıyan insan sahibini, malikini ve mabudunu buluyor, vahşetten, dehşetten ve bütün korkulardan kurtuluyor. *** Acaba Kur'ân bildiğimiz psikolojik ve bedeni hastalıklarımızın tedavisinde nasıl kullanılır, nasıl kullanılmış? Kur'ân'dan istifade etmede örnek ve rehber olan Peygamberimiz bu konuda da bir öncülük ediyor, yol gösteriyor, bizzat kendi uygulamalarıyla ders veriyor. Peygamberimiz bazı sureleri özellikle kendi hastalığına karşı okuduğu gibi, aile fertlerinden birisi hasta olunca da okurdu. Peygamberimizin hanımı Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: "Ailesinden birisi hastalandığı zaman Resulullah (a.s.m.) Muavvizatı (Felak ve Nâs Sûrelerini) okuyarak onun üzerine üflerdi. Vefatıyla sonuçlanan hastalığa yakalandığında bu sureleri okuyup onun üzerine üflemeye ve kendi eliyle meshetmeye başladım. Çünkü onun elinin bereketi benim elimden daha fazlaydı."4 Yine Hz. Aişe'nin anlattığına göre, Peygamberimiz her gece istirahate çekileceği zaman İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okuyup avuçlarına üfler, sonra ellerinin yetişebildiği yere kadar vücudunun her tarafını meshederdi. Hadisin devamında, "Sonra Resulullah hastalanınca ona böyle yapmamı bana emrederdi" diyor.5 Peygamberimizin sözünü ettiği bir diğer şifa suresi, hepimizin bildiği Fâtiha'dır. "Fatiha her türlü hastalığa şifadır"6 buyuran Allah Resulü maddi/manevi bütün hastalıklara karşı Fatiha'nın okunması gerektiğini tavsiye eder. **** Bu arada Kur'ân-ı Kerim'de "Rabbenâ" ve "Rabbi" ile başlayan pek çok dua âyetleri vardır. Bu âyetleri maddi hastalıkların tedavisi için okuyabileceğimiz gibi, manevi, psikolojik hastalıklar için okumamız da pekâla mümkündür. Hz. İbrahim "Hastalandığım zaman bana şifayı veren O'dur" derken, şifayı doğrudan doğruya Allah'tan istiyor.7 Hz. Eyyup ise seneler süren ağır hastalığına karşı o meşhur duasını okur, Rabbinden yardım ister, Cenab-ı Hak duasını kabul eder, ayağını yere vurmasını emreder. Hz. Eyyup da ayağını yere vurur vurmaz yerden şu fışkırır, bu sudan hem içer, hem de bütün vücudun yıkar, sağlığına kavuşur. Kur'ân'daki şifa dualarını okumak, ilaç tedavisini ve tıbbın gerekli gördüğü diğer müdahaleleri terk etmek anlamına gelmemelidir. Doktora gitmek, ilaç kullanmak, ameliyat olmak, perhiz yapmak da birer fiili duadır ve şifayı Allah'tan istemektir. Yoksa ne ilaç şifa verir, ne de doktor. Gerçek Şâfi, şifâ verici Allah'tır.

Görüntünün olası içeriği: yazı