“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
https://vimeo.com/tomorhoca
- Ana Sayfa
- İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
- Dini bilgiler
- Hatim duası Türkçe Hatim Duası
- Ahmet tomor hoca sohbetleri
- suleymaniye
- Ruhlar kabirde hep kalır mı?
- Şehitlik ve Fazileti
- İslami Eğitim
- ALLAH (C.C.) 'ÜN SIFATLARI
- Ahmet Tomor Hocaefendi Sohbetleri
- Veysel Gürler
- Umman'dan Şifâlar
- İSLAMİ BİLGİLER KİTAP SOHBET SEYRET MULTİMEDYA
- Safakat İslami Forumları
- sadakat.net
- Ehl-i Sünnet Hanefi
- HAVAS İLMİ-MÜCERREBAT-I İLAHİ ŞİFACILAR
- Sağlığımızın müthiş şifreleri Sayfadaki tüm bilgiler bilgi amaçlıdır kullanım tercihi size aittir önce araştırın inceleyin doktorunuza danışın saygılar
- Sayfa ve guruptaki bilgiler bilgi amaçlıdır araştırın araştırmadan doktorunuza danışmadan kullanmayın sakın saygılar hepinize m.ulaş
- MUHTASAR İLMİHAL | Fazilet
- İLİM BÖLÜMÜ
- İmam Suyuti Camius Sağir
- Dini Sorular Molla Cami dini sorular ve cevapları
- incemeseleler
- "Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar."
- YAVRULARIMIZA ELİF CÜZÜ ÖĞRETELİM. BİZLERDE TEKRAR EDELİM...
- Hadis-i Şerif
- FAZİLET TAKVİMİ
- mektebun
- faydalı
- medine
- Zi tuva kuyusu...
- Ali Eren Hoca
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
- "Kişi sevdiği ile beraberdir."
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
11 Eylül 2019 Çarşamba
3 kimseye Cennet, haram kılınmıştır 1-İçkiye devam eden 2-Ana babasını üzen 3-Deyyûs (Eşini yabancı erkeklerden kıskanmıyan) Ha.Ş
Ekmeğe hürmeti olmayan bir nesil nankördür, o nesilden ne anaya babaya nede vatana nede millete faide gelmez.
Mehdi Ne Demektir Ve Kimdir? Mehdî kelime olarak; doğru yolu bulmak, hidayet yoluna girmek, yol göstermek ve yol târif etmek mânâlarına gelen “hidâyet” masdarından meydana gelmiştir. Bir başka ifadeyle Mehdî, hidâyete eren, doğru yolu bulan kimse demektir. Kelime mânâsı itibariyle mehdî, “kendisine rehberlik edilen” demek olduğu halde, hidâyetin Allah’tan olması sebebiyle daha husûsi bir mânâ kazanmış ve “Allâh’ın hidâyetine nâil olan, O’nun tarafından yol gösterilen kimse” için kullanılır olmuştur. İslâmî ilimler ıstılâhında Mehdî, kıyâmet kopmadan önce gelecek ve kendisinden evvel zulümle dolmuş olan dünyayı adâletle dolduracak olan Ehl-i Beyt’ten bir zâttır. *** Mehdî, kıyâmetin büyük alâmetlerindendir Bir gün bir kimse, Hz. Ali’nin oğlu Muhammed Hanefiyye’nin (r. anhüm) yanına geldi ve “es-Selâmü aleyke yâ Mehdî!” diye selâm verdi. Muhammed Hanefiyye hazretleri o zâta, biraz da lâtîfeli bir tarzda buyurdu ki: “Doğru söylüyorsun. Ben insanları hidâyete, hayra/iyiliğe dâvet etmek ve doğru yolu göstermek bakımından Mehdî’yim. Lâkin, âhir zamanda gelecek olan Mehdî değilim. Öyle anlaşılmaması için, bana selâm vereceğiniz vakit, ismimle veya künyemle hitab ediniz.” Mehdî ile alâkalı hadislerin bir kısmı, bizzat Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) mübârek ağızlarından, bir kısmı da Hz. Ali’den (k.v.) nakledilmektedir. Bu hadislerde Mehdî’nin, Ehl-i Beyt’ten, Hz. Fâtıma’nın (r.anhâ) çocuklarından olacağı, yani nesebinin hem Hz. Hasan hem de Hz. Hüseyin’e (r.anhümâ) dayanıp seyyid ve şerif ünvanlarına sahip bulunacağı, ahlâken de aynen Resûlüllah Efendimiz’e benzeyeceği bildirilmektedir. *** Mihmendâr-ı Resûl Ebû Eyyûbi’l-Ensârî (r.a.) anlatıyor: Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem [Efendimiz, bir gün kızı] Fâtıma radıyallâhü anhâ’ya şöyle buyurdu: “Nebîmiz nebîlerin hayırlısıdır. O, babandır. Şehidimiz, şehitlerin hayırlısıdır. O, babanın amcası Hamza’dır. İki kanadıyla cennette dilediği yerde uçan bizdendir. O, babanın amcasının oğlu Ca‘fer’dir. Ve bu ümmetin torunları Hasan ve Hüseyin bizdendir. Onlar senin oğlundur. Mehdî de bizdendir.”[1] Hadîs-i şerifte Peygamberimiz’in, (s.a.v.) Uhud Harbi’nde şehit düşen amcası Hz. Hamza’nın (r.a.)... Mûte Harbi’nde şehit olan amcasının oğlu Hz. Ca‘fer’in (r.a.)... Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’in (r.anhümâ) faziletine dikkat çekildikten sonra... Hz. Mehdî’nin (aleyhirrahmeti verrıdvân) de Ehl-i Beyt’ten olduğu hatırlatılmaktadır. *** Nakşibendî yolu Müceddidîn kolu silsilesi kendisiyle ikmâl ve tamamlanmış bulunan, bu zincirin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri, bir sohbetlerinde bu hususta şu îzahatta bulunurlar: “Hz. Mehdî (aleyhirrıdvân) hakkında vâki hadîs-i şeriflerde, Fahr-i Âlem Efendimiz’den (s.a.v) sırran haber sâdır olmuştur; ancak, anahtarı kimde ise o açar ve işin hakikatini o anlar, başkası anlayamaz. Herkes anlasa sır zâhir olur, usûle muhâlif gelir. Yani zamanın sâhibi, Resûlüllâh’ın vârisi perdeyi kime açarsa, ancak o anlar. Nüzûl-i İsa aleyhisselâm’daki (Hz. İsa’nın yeryüzüne inişindeki) sır da böyle... Allah dostlarının rütbesindeki büyüklükleri nisbetinde halleri ve sırları kapalıdır.”[2] *** İkinci bin yılın müceddidi, Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiye’nin 23. halkası İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri de Mektubat’ında, Hz. Mehdî (aleyhirrıdvân) ile alâkalı şu açıklamalara yer vermektedir: Haberde şöyle bildirildi: Geleceği va‘d edilen Hz. Mehdî aleyhirrıdvân, saltanâtı zamanında dînin tervîcini (kıymet ve itibârını artırmayı) ve sünnetin ihyâsını murâd ettiğinde, bid‘at ile ameli âdet edinen ve onları güzel zannedip bu zannı sebebiyle dîne ilhak eden Medîne âlimi, hayretle şöyle diyecektir: ‘Şüphe yok ki bu şahıs, dinimizi ortadan kaldırmak ve şerîatimizi yok etmek istiyor!’ Bunun üzerine Hz. Mehdî aleyhirrıdvân, onun öldürülmesini (bid‘atlerinin ortadan kaldırılmasını) emreder. Böylece onun, güzel sandığı fiillerin kötü yani birer bid‘at olduğu da görülmüş olur. ‘Bu Allâh’ın fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah en büyük fazlın (lûtuf, ihsan ve inâyetin) sahibidir.”[3] “Öyle zannediyorum/o kanaatteyim ki, ekmel-i velâyetle geleceği va‘dedilen Mehdî (aleyhirrıdvân), bu nisbet (yani kendisinin mensûbu bulunduğu Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibediyye-i Müceddidîn kolu) üzere olacak ve bu Silsile-i Aliyye’yi tamamlayıp ikmâl edecektir. [Bu zincirin son halkası o olacaktır.]”[4] İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri, adı geçen Mektuplarını ve diğer pek çok telifatını kaleme alış sebebini açıklarken, aşağıdaki dikkat çekici cümleye de yer veriyorlar: “Bize, bütün yazılarımızı âhir zamanda geleceği va‘d edilen Mehdî’nin (aleyhirrahmeti vettahiyyeti verrıdvân) okuyacağı ve hepsini makbul bulacağı bildirildi. Bu kadar yazı yazmamızın sebebi budur” [5] Mazanne-i hayr/mazanne-i kirâmdan dinleyip işittiğimize göre Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri bir gün buyuruyorlar ki (mealen): ‘İmam-ı Rabbani hazretlerinden Allah razı olsun, bu mektupları yazmışlar, hepsi de makbulümüzdür. Eğer o bunları yazmamış olsaydı, bunları da bizim yazmamız icap edecekti’. Son söz; Allâhu a’lem… Her şeyin olduğu gibi “Mehdî” meselesinin de en iyisini, en doğrusunu bilen Allah Teala’dır. DİPNOTLAR [1] Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr (Terc.), 1, H. no: 66. [2] Erol, Ali, Hatıratım, s. 31. [3] el-Mektûbât, 1, 255; K.K., Cum‘â sûresi, 4. [4] el-Mektûbât, 1, 251. [5] Hocazade Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliya; Muhammed Haşim-i Keşmî, Berekât. (Halis Ece ) ► Ahmed İbni Hâcer-i Mekkî Hazretleri, el-Kavl-ül Muhtasar fî Alâmat-il Mehdî İsmindeki Kitabında, Hazreti Mehdî Hakkında Bildirilen Birkaç Hadîs-i Şerif Şöyledir: ❀ Mehdî Aleyhisselâm Çıkarken Başında Bir Sarık Olacak ve Bir Münâdi, “Bu, Allah’ın Hâlîfesi Olan Mehdî’dir, Ona Uyunuz!” Şeklinde Nidâ Edecektir. ❀ Mehdî Aleyhisselâm Başının Üzerinde, “Bu Mehdî’dir, Ona Uyunuz!” Şeklinde Çağıran Bir Melek Olduğu Hâlde Çıkacaktır. ❀ Hiçbir Tarafın Kendisinden Korunamayacağı Bir Fitne Zuhur Edecek. Bu Fitne, Çıktığı Yerden Hemen Başka Bir Tarafa Yayılacak ve Bu Durum Bir Münâdinin Semâdan Seslenerek, “Ey İnsanlar, Emîriniz Artık Mehdî’dir!” Demesine Kadar Devam Edecektir. ❀ Mehdî Aleyhisselâm’ın Zuhuru Muharrem Ayında Olacak ve Semâdan Gelen Bir Nidâ, “Bu, Allah’ın Hâlîfesi Mehdi’dir, Ona Uyunuz ve Sözünü Dinleyiniz!” Diyecektir.
🌹YEDİĞİMİZ LOKMA HELALMİDİR HARAMMI🌹
👉Toplumda bereketin kalkması, duâların müstecâb olmaması, ibadetlerde huşû hâlinin kaybolması, maddî-mânevî sancıların artması, duygusuzluk, bencillik, hantallık ve huzursuzluğun çoğalması gibi sıkıntılarında sebebi ❗O lokma helâlden mi, haramdan mı kazanıldı❗” sorusunun cevabıdır…
🔹️Hak dostlarından Süfyân-ı Sevrî Hazretleri; “Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuştur.
🔹️Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur: “Bak evlâdım! Haram yemek, kalbi öldürür. Lokma vardır, kalbini nurlandırır; lokma vardır onu karanlığa boğar. Yine lokma vardır, seni dünya ile meşgul eder; lokma vardır ukbâ (ahiret) ile meşgul eder. Lokma vardır, seni her iki âlemde de zâhidi yapar, seni dünya ve âhiretin Hâlıkı’na yöneltir.”
➖Zira her lokma, içinde mâzisinin mânevî dosyalarını taşır. O lokma helâlden mi, haramdan mı kazanıldı? Üzerinde bir göz hakkı, mîras hakkı, zekât borcu gibi bir hastalık var mı?
➖O lokmayı hazırlayanın kalbî durumu ne vaziyette?.. Bütün bu kayıtların müsbet veya menfî tesirleri, o lokmayı yiyene de sirâyet eder. Müsbet ise gölüne feyz ve rûhâniyet olarak, menfî ise gaflet ve kasvet olarak akseder.
➖Zira her lokma, içinde mâzisinin mânevî dosyalarını taşır. O lokma helâlden mi, haramdan mı kazanıldı? Üzerinde bir göz hakkı, mîras hakkı, zekât borcu gibi bir hastalık var mı?
➖O lokmayı hazırlayanın kalbî durumu ne vaziyette?.. Bütün bu kayıtların müsbet veya menfî tesirleri, o lokmayı yiyene de sirâyet eder. Müsbet ise gölüne feyz ve rûhâniyet olarak, menfî ise gaflet ve kasvet olarak akseder.
➖Şu da çok hazin bir durumdur ki günümüzün bilhassa büyükşehirlerinde maalesef pek çok evde âdeta mutfak kalmadı. Sokaklar ve caddeler mutfak oldu. Eskiden evlerde, abdestli, besmeleli, salevatlı, zikrin feyz ve rûhâniyetiyle, bir ibadet vecdiyle pişirilen yemeklerin yerine; bugünün hız ve haz odaklı modern hayatında, maalesef ne tür malzemelerle ve hangi hâlet-i rûhiye içinde pişirildiği belli olmayan gıdaları kuryelerle evlere getirtme âdeti revaç buldu.
---Yiyen, ne yediğinin mânevî keyfiyetinden haberdar, ne de o yemeği hazırlayanın hâlinden… Bu yemekleri pişirenler abdestli midir, ehl-i salât mıdır, besmele çekmiş midir, düşünülmüyor, hattâ umursanmıyor…
-- İşte yukarda Bahsettiğimiz sıkıntıların bir sebebini de burada aramak gerekir...
---Yiyen, ne yediğinin mânevî keyfiyetinden haberdar, ne de o yemeği hazırlayanın hâlinden… Bu yemekleri pişirenler abdestli midir, ehl-i salât mıdır, besmele çekmiş midir, düşünülmüyor, hattâ umursanmıyor…
-- İşte yukarda Bahsettiğimiz sıkıntıların bir sebebini de burada aramak gerekir...
BİR KERE DEVLETİN KANDİL IŞIĞINDA...
Rabiatül Adeviyye rah.hazretleri Hiç bir kimseden bir şey almazdı. Bir keresinde Hasan-ı Basrî hazretleri kendisini ziyârete gelmişti. Kulübesinin kapısında, zenginlerden birinin ağladığını gördü.
– Niçin ağlıyorsunuz?” diye sordu. O zengin;
– Zühd ve kerem sâhibi şu hâtun olmasa, halk mahv olur. O, zamânın bereketidir. Allahü teâlâ bizi, birçok belâ ve sıkıntılardan onun hürmetine muhâfaza etmektedir. Ona bir miktar yardımım olsun diye şu keseyi getirdim. Fakat kabûl etmez diye ağlıyorum. Bunu ona verseniz, belki sizin hatırınız için kabûl eder” dedi.
Hasan-ı Basrî hazretleri kendisine bildirince, Râbi’a-i Adviyye buyurdu ki:
– Ben bu dünyâlıkları bunların hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâdan istemeğe utanır iken başkasından nasıl alırım? Allahü teâlâ bu dünyâda, kendisini inkâr edenlerin bile rızkını verirken, kalbi O’nun muhabbetiyle yanan birinin rızkını vermez mi zannediyorsunuz? O kimseye selâmımızı söyle. Kalbi mahzûn olmasın. Biz Allahü teâlâdan başkasından bir şey almamaya ahdettik. Hiçbir kimseden bir şey beklemiyoruz. Geleni kabûl etmiyoruz. “Bir defâsında devlete âit olan bir kandilin ışığından” istifâde ederek gömleğimi yamadım da kalbim dağıldıkça dağıldı ve dikişleri sökünceye kadar kalbimi toparlayamadım...”
Vay bizim halimize. Rabbim şu şuuru tüm müslümanlara ihsan buyursun.
Rabiatül Adeviyye rah.hazretleri Hiç bir kimseden bir şey almazdı. Bir keresinde Hasan-ı Basrî hazretleri kendisini ziyârete gelmişti. Kulübesinin kapısında, zenginlerden birinin ağladığını gördü.
– Niçin ağlıyorsunuz?” diye sordu. O zengin;
– Zühd ve kerem sâhibi şu hâtun olmasa, halk mahv olur. O, zamânın bereketidir. Allahü teâlâ bizi, birçok belâ ve sıkıntılardan onun hürmetine muhâfaza etmektedir. Ona bir miktar yardımım olsun diye şu keseyi getirdim. Fakat kabûl etmez diye ağlıyorum. Bunu ona verseniz, belki sizin hatırınız için kabûl eder” dedi.
Hasan-ı Basrî hazretleri kendisine bildirince, Râbi’a-i Adviyye buyurdu ki:
– Ben bu dünyâlıkları bunların hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâdan istemeğe utanır iken başkasından nasıl alırım? Allahü teâlâ bu dünyâda, kendisini inkâr edenlerin bile rızkını verirken, kalbi O’nun muhabbetiyle yanan birinin rızkını vermez mi zannediyorsunuz? O kimseye selâmımızı söyle. Kalbi mahzûn olmasın. Biz Allahü teâlâdan başkasından bir şey almamaya ahdettik. Hiçbir kimseden bir şey beklemiyoruz. Geleni kabûl etmiyoruz. “Bir defâsında devlete âit olan bir kandilin ışığından” istifâde ederek gömleğimi yamadım da kalbim dağıldıkça dağıldı ve dikişleri sökünceye kadar kalbimi toparlayamadım...”
Vay bizim halimize. Rabbim şu şuuru tüm müslümanlara ihsan buyursun.
HARAM VE HELÂL
Tâbiîn'in büyüklerinden, hadis âlimlerinden ve evliyâullâhtan olan İbrahim bin Edhem Hazretleri şöyle anlattı:
Bir gece Beyt-i Makdis'te Kubbetü's-Sahrâ'nın altında uyudum. Geceleyin iki melek arasında şöyle bir konuşma geçti:
Bir gece Beyt-i Makdis'te Kubbetü's-Sahrâ'nın altında uyudum. Geceleyin iki melek arasında şöyle bir konuşma geçti:
“Burada yatan kimdir?”
“İbrahim bin Edhem'dir.”
“İşte bu kişi, Allâhü Teâlâ'nın bir derecesini indirdiği kimsedir.”
“Neden derecesi indirildi?”
“Bir gün, Basra'da hurma satın aldığı sırada hurmaların içine satıcının hurmalarından bir hurma karıştığı için... ”
Meleklerin bu konuşmasını duyunca ben hemen kalkıp Basra'ya gittim. Aynı adamdan hurma aldım. Aldığım hurmadan bir tane o adamın hurmalarının içine bıraktım. Tekrar Beyt-i Makdis'e geldim. Kubbetü's-Sahrâ'nın altında uyuduğum bir gece yine semâdan iki melek geldi. Biri diğerine sordu:
“Burada yatan kimdir?” Diğeri:
“O bir hurmayı sahibine iâde eden ve derecesi yükseltilen kişidir.” dedi.
(Rûhu'l-Beyan)
Ey iman edenler.! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun. [Tevbe 119.]
İbn Abbas (r.a.) diyor ki: "Sevdiğini Allah için seven, darıldığına Allah için darılan, dostuna Allah için dost olan, düşmanına Allah için düşman olan kimse, işte ancak bu tutumuyladır ki, Allah'ın sevgisine ve himayesine erişir. Kişi böyle yapmadığı müddetçe namazı ve orucu çok olsa bile imanın tadına varamaz. İnsanların dostlukları umumiyetle dünya ile ilgili hususlara dayanır oldu. Bu da onlara bir şey kazandırmayacaktır." (Ahmed: 3/430. Heysemi Mecmeu'z-zevaid: 2/89) Sizin En iyi olanınız AHLAKI iyi olanınızdır...! İyiyi ara doğruyu ara güzeli ara fakat KUSUR arama...!

► İsmâil Aleyhisselâm’ın Kurban Emri ve İsmâil Aleyhisselâm’a Fedâ Gelen Koç Kurbanı
İbrahim Aleyhisselâm Şam’da, Kıtalın Harâm Olduğu Aylardan Zilhicce Ayının Sekizinci Gecesi Rüyâsında Oğlu İsmâil’i Kurban Etmek Emrini Aldı. Ertesi Gün İbrahim Aleyhisselâm Kendi Kendine Şöyle Düşündü, “Acaba Benim Oğlumu Kurban Etmemden Murâd Hakîkât Olup, Bizzât İsmâil’i Kurban Etmek midir? Çünkü Benden Evvel Hiçbir Peygamber Çocuğunu Kurban Etmekle Memur Olmamıştır. Bilhassa İsmâil’de, Nûr-u Muhammedî Vardır...”
Bu Manâdan Ötürü O Günün Adına Terviye Günü Derler. O Günün Akşamı Dokuzuncu Gece Oldu. O Gece Rüyâsında Oğlunu Kurban Etmekle Memur Oldu. Ertesi Gün Olduğu Zaman Bildi ki, İş Hakîkâttir. Bizzât İsmâil’in Kendisini Kurban Etmekle Memurdur.
Üstteki Manâdan Ötürü de Bu Günün Adına Arefe Günü Denildi.
Ancak İbrahim Aleyhisselâm Develerin En Âlâsından, Semizlerinden Yüz Deve Kurban Ederek, Merhâmetliler Merhâmetlisi Yüce Mevlâ’dan Oğlu İsmâil’e Bedel Olmasının Kabûlunü Niyâz Eyledi. Onun Bu Niyâzı Üzerine Semâdan Ateş İnip Develerin Yüzünü de Yaktı. Böylece Kurbanlar Kabûl Oldu.
Ertesi Gece Oldu ki, Bu Onuncu Gece idi. Tekrar, Tekitli Olarak, Oğlu İsmâil’i Kurban Etmekle Memur Oldu.
Sabah Oldukta, İbrahim Aleyhisselâm İp ve Bıçak Aldı. Devesine Bindi. Oğlu İsmâil’i Kurban Etmek İçin Mekke Tarafına Yollandı. Allah’ın Kudreti ile Yer Dürüldü. Kuşluk Vakti Gelip Mekke’ye Erişti. Hâcer’e Gitti ve Şöyle Dedi:
▬ “İsmâil’in Başını Yıka Yağla Tara, En Güzel Elbiselerini Giydir. Onu Ziyâfete Götüreceğim.”
Bunun Üzerine Hâcer, İsmâil’in Başını Yıkadı, Yağladı, Süsledi. İbrahim Aleyhisselâm’a Teslim Etti ve İbrahim Aleyhisselâm Onu Alıp Gitti.
Şehirden Kaybolup Giderken Şeytân Kendi Kendine Şöyle Dedi, “Eğer Bunlara Şimdi Fitne Edemeyip Azdıramazsam Kimseye Fitnelik Edemem!”
Bunu Söylendikten Sonra Önce Hâcer’e Gitti. Ona Gelip Şöyle Dedi:
▬ “Sen Nasıl Oturursun? İbrahim Oğlunu Alıp Boğazlamaya Götürdü!”
Hâcer Radiyallâhû Anh Şöyle Dedi:
▬ “Yalan Söyleme! Hangi Babayı Gördün ki Çocuğunu Boğazlar? Hiç Baba, Oğlunu Boğazlar mı?”
Şeytânı Kovdu Ama Şeytân Şöyle Dedi:
▬ “Öyle ise Acaba Ziyâfete Giden Adamın, İp ve Bıçak Almaya Ne İhtiyacı Var? Bunları, İsmâil’i Boğazlamak İçin Aldı!”
Hâcer Sordu:
▬ “Neden Boğazlayacak? İbrahim Peygamberdir. Hiç Peygamber, Adam Öldürür mü? Bilhassa Kendi Çocuğunu!”
Şeytân Şöyle Anlattı:
▬ “Rüyâsında Kendisine Oğlunu Kurban Et Diye Emir Verildi. O da Bunu Rabbü’l-Âleminden Sanıp İşe Girişti!”
Hâcer Şöyle Dedi:
▬ “İbrahim Aleyhisselâm Peygamberdir. Peygamberlerin Rüyâsı Haktır. Eğer İbrahim İsmâil’i Boğazlamak İçin Emr Olunduysa... Can Baş Üstüne, Deyip Ben ve İbrahim Aleyhisselâm Oğlumuzu Fedâ Ederiz. Oğlum Dahi Canını Fedâ Eder. Oğlumu Değil, Beni Dahi Boğazlamağa Emr Olunsa... Kendim Dahi Teslim Olup Boğazlanırım. Biz, Yüce Allah’ın Emrine Muti ve Münkadız!”
Böyle Dedikten Sonra Şeytânı Kovdu.
İblis, Hâcer Radiyallâhû Anh’a Bir Türlü Azdırmasını Tesir Ettiremedi. Kör Pişman Döndükten Sonra Şöyle Dedi, “Gideyim, İbrahim’e Bir Fitne Vereyim...”
Ardından Yetişti. Gördü ki, İsmâil Aleyhisselâm Babasının Önünde Koşup Gidiyor. İbrahim Aleyhisselâm’ın Yanına Gelip Şöyle Dedi:
▬ “Ey İhtiyar, Bu Oğlunla Nereye Gidiyorsun?”
İbrahim Aleyhisselâm Ona Şöyle Cevap Verdi:
▬ “Şu Tepenin Ardına Gideceğim. Orada Bir İşim Var.”
Şeytân Şöyle Dedi:
▬ “Biliyorum, Oğlun İsmâil’i Orada Boğazlayacaksın. Hele Oğlunun Boyuna Postuna Bak. Onun Güzelliğine, Değerine, Vücûdunun Uygunluğuna, Güzel Edebine, Ana Babasına İnkıyat ile Tam Tâzimine ve Tekrimine Bak. Sen Bu İhtiyarlık Hâlinde Ancak Bir Çocuğa Sahip Olmuşsun. İnsan Onu Boğazlamayı Hatırına Bile Getiremez. Nerede Kaldı ki Bu İşe Girişe?”
Bunun Benzeri Daha Nice Sözler Edip Teşvişe Düşürecek Kelâmlar Etti. Kendisini Fitneye Düşürmek İstedi. İbrahim Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Evet, Hep Bu Sözlerin Yerindedir. Benim Ona Karşı Sevgim, Senin Çocuğum İçin Ettiğin Metihlerden Bin Kat Fazladır. Ne Var ki Kurban Etmekle Memur Oldum. Kulun, Mevlâ’sının Emrine İtaât Etmesi Her Şeyden Önde ve Önemlidir.”
Şeytân Tekrar Şöyle Dedi:
▬ “Sana Rüyâda Bu Emri Veren Şeytândır Ama Sen Rabbinden Sanıp, Boğazlamaya Gidiyorsun? Hiç Âlemlerin Rabbi Bir Kimseye Çocuğunu Boğazla Diye Emir Verir mi? Böyle Emrettiği Şimdiye Kadar Oldu mu ki, Sana da Emrede?”
Onun Böyle Deyişinden Anladı ki, Bu Sözü Eden Şeytândır. Şöyle Dedi:
▬ “Ey Allah’ın Düşmanı, Geri Dur! Muhakkak Ben Bu İşi Yapacağım. Çünkü Yüce Allah, Bana Bu Emri Verdi. Ben O’nun Yüce Emrine Muti ve Münkadım!”
Şeytânı Kovdu. Şeytân Bundan da Murâdına Eremeyip, Kör Pişmân Hüsrâna Uğradı.
O Gittikten Sonra İbrahim Aleyhisselâm Oğluna, “Gel...” Deyip Ardına Aldı. Kendi Kendine, Şöyle Dedi, “Baka-Baka Belki Kalbime Bir Değişiklik Gelir?” ve Bundan Korktuğu İçin Ardına Aldı. Bundan Sonra, İsmâil Aleyhisselâm Babasının Arkasında, Gülerek Sevinerek Gitmeye Başladı. Şeytân Onun Bu Hâlini Görünce, Kendi Kendine, “Bu Henüz Çocuktur. Belki Onu Fitneye Düşürebilirim...” Diye Ümit Ederek, Yanına Geldi ve Şöyle Dedi:
▬ “Babanla Böyle Sevinerek Nereye Gidiyorsun?”
İsmâil Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Ziyâfete Gidiyorum...”
Şeytân Ona Şöyle Dedi:
▬ “Ziyâfete Gidiyorum Diye Seviniyorsun Ama Babanın Elindeki İpi Bıçağı Görmüyor musun? Seni Boğazlamaya Götürüyor!”
İsmâil Aleyhisselâm Sordu:
▬ “Ne İçin Boğazlasın?”
Şeytân Lânetli, Şöyle Dedi:
▬ “Rüyâsında Gördü. Rabbinden Sanıp Seni Boğazlayacaktır!”
İsmâil Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Mademki Babam Beni Boğazlamakla Emr Olundu, Can Baş Üstüne...”
Daha Fazla Sevinerek Gitmeye Başladı.
İsmâil Aleyhisselâm Böyle Giderken, İblis Bir Söz Daha Söylemek İstedi Ama İsmâil Aleyhisselâm Kızıp Yerden Bir Taş Alıp, Şeytâna Attı. O Taş, Şeytânın Gözüne Rastladı; Gözü Çıktı!
Bundan Sonra Şeytân Kör Pişmân Hüsrân İçerisinde Kaçıp Gitti.
Bundan Kalmıştır ki Müslüman Hacılar O Yere Geldikleri Zaman, Şeytâna Yedişer Taş Atarlar. Bunu, İsmâil Aleyhisselâm Peygambere Uymak İçin Yaparlar.
Allah’ın Salâtı ve Selâmı Ona ve Bizim Peygamberimize...
O Mahalde Taş Atmayı, Allahû Teâlâ Bu Ümmete Vâcib Kıldı.
İbrahim Aleyhisselâm Peygamber, Oğlunu Kurban Etmekle Memur Olduğu Yere Geldiği Zamanki, Orası Minâ’dır; İsmâil Aleyhisselâm’a Şöyle Dedi:
▬ “Ey Oğul! Ben Rüyâmda Seni Boğazlamakla Memur Oldum. Bilirsin ki Peygamberlerin Rüyâsı Haktır. Ey Oğul! Düşün, Görüşün Nedir? Muti ve Münkad Olur musun?”
İsmâil Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Ey Benim Cümleden Daha Şefkâtli Babam! Sen Memur Olduğun Boğazlamayı Yapıp Beni Boğazla. İnşaAllah Beni Allah’ın Emrine Muti ve Münkad ve Sabredici Bulursun.”
Sonra, Şöyle Dedi:
▬ “Ey Baba, Neden Bunu Evde Söylemedin? Tâ ki Anama Vedâ Edeyim? Analık Hakkından ve Ahirete Dâir Haklardan Helâllik Talep Edeyim?”
Sonra Şöyle Devam Etti:
▬ “Ey Baba! Benim Senden Birkaç Hâcetim Var. Bir Ricam Odur ki, Bu İple Benim Ellerimi ve Ayaklarımı Bağla. Tâ ki Boğazlandığım Zaman Hareket Edip, Elim ve Ayağım Size Dokunup Edebe Aykırı Hareketle Sevâbıma Noksanlık Gelmeye. Çünkü Ölüm Acısı Şiddetlidir. Ey Baba! Benim Kabrimi Anama Gösterme. Tâ ki Her Zaman Onu Görüp de, Musibeti Tazelenmeye. Ey Baba! Gömleğimi Arkamdan Çıkar. Tâ ki Kan Bulaşmaya. Onu Götürüp Anama Ver. Benden Ona Selâm Söyle. Ricam Odur ki, Sabreylesin. Yüce Hakk’ın Emr-i Şerifine Mutî’ ve Münkad Olsun. Her Ne Zaman Beni Görmek İsterse Gömleğime Bakıp, Onunla Müteselli Olsun. Benim Gibi Çocuk Olanları Yanına Koyma. Tâ ki Onu Gördükte, Ben Hatırına Gelip Derdin Tazelenmesin. Ey Baba! Bıçağını Bile ki, Tez Kesip Zahmet Vermesin. Benim Yüzümü Yere Çevir. Bıçağı Gerdanıma Koyduğunda Yüzünü Benden Çevirip Çok Kuvvetli Birden Çek, Boğazla. Eğer Yüzüme Bakarsan Babalık Şefkâti Ağır Basar, Kesip Boğazlayamazsın. O Zaman Allah’ın Emri Tehir Edilmiş Olur...”
Bunlara Benzeyen Daha Nice Vâsiyetler Ettikten Sonra, “Acele Olarak, Memur Olduğunuz İşi Yerine Getiriniz.” Diye Niyâz Eyledi. Bunları Dinlerken İbrahim Aleyhisselâm Peygamberin Gözlerinden Yaş Aktı ve Şöyle Dedi:
▬ “Sen Ne Güzel Yardımcısın, Ey Oğul...”
Bundan Sonra, İbrahim Aleyhisselâm İsmâil Aleyhisselâm’ın Ellerini Bağlayıp Yanı Üzerine Yatırdı. Daha Sonra İki Rekât Namaz Kıldı. Ağlaya-Ağlaya Mübârek Ellerini Kaldırıp Hâcetleri Bitiren, Duâları Kabûl Buyuran, Celâl ve İkrâm Sahibi Yüce Zâta Huşuu Tam ve Hudû Tam ile Tazarru ve Niyâz Edip Şöyle Dedi:
▬ “Ey Benim Rabbim! Sen Lütuf ve Kereminle Benim İhtiyarlığıma ve Günâhsız Bu Masûmun Hâline Merhâmet Eyle...”
Böylece Tazarruunu Tamam Edip Memur Olduğu İşe Girişti.
Bu Sırada Sübhan Olan Yüce Hakk, Bütün Semâ Meleklerinden Perdeyi Kaldırıp, İbrahim Aleyhisselâm ve İsmâil Aleyhisselâm’ın Hâllerini Gözle Onlara Gösterdi.
Melekler ve İbrahim Aleyhisselâm, İsmâil Aleyhisselâm’ı Yere Yatırıp Eline Bıçak Alarak Gerdanına Koyup, Boğazlamak Murâd Eylediğini Gördüklerinde, Cümlesi Birden Secdeye Vardılar. Sübhan Olan Yüce Allah Şöyle Buyurdu:
▬ “Ey Meleklerim! İbrahim Kulumu Gördünüz mü? Bıçağı Oğlunun Gerdanına Koyup, Benim Emrime İmtisalen Nasıl Boğazlamak İstiyor. İsmâil Kulum Ne Keyfiyette, Teslim Olup Bıçağa Gerdan Uzatıp, Mutî’ ve Münkad Olup Duruyor. Ancak Benim Rızâm İçin...”
Böylece Onları Övünce, Melekler Ağlayıp Şöyle Dediler:
▬ “Ey Rabbimiz! İbrahim Aleyhisselâm, Gerçekten Halîlliğine Lâyık. İsmâil Aleyhisselâm, Gerçekten Yüce Emrine Muti ve Münkad Kulundur. Sen Merhâmetliler Merhâmetlisisin...”
Rica Makamında Oldular.
İbrahim Aleyhisselâm Bıçağı Çektiği Zaman Kesmedi. Bıçağı Tekrar Biledi, Gerdanına Koyup Kuvvetle Çekti Yine Kesmedi. Kesmek Değil Bir Yer Bile Edip Çizmedi. Öfkelenip Taşa Çaldığı Zaman Taşı Kesti.
Hâlen Müslüman Hacılar Ziyâret Ettikleri Zaman Allah’ın Kudretini Müşâhede Ederler.
İbrahim Aleyhisselâm Bıçağa Kızıp, Şöyle Dedi:
▬ “Böyle Yumuşak Eti Kesmeyip, Böyle Sert Taşı Kesersin!”
Allah’ın Kudreti ile Bıçak Dile Gelip Şöyle Dedi:
▬ “Ey Allah’ın Halîli, Gazâb Buyurma! Ateş Her Şeyi Yakarken, Nemrud’un Yaktırdığı Büyük Ateş Sizi Neden Yakmadı?”
İbrahim Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Yüce Hakk Ona Yakma Diye Fermân Buyurdu...”
Bıçak Şöyle Dedi:
▬ “Ey Allah’ın Halîli, Kudreti Yüce Olan Allah, Mübârek Vücûdunuzu Yakmaması İçin Yakma Diye Bir Kere Emir Buyurdu. Hâlbuki Siz, Bıçağı Elinize Aldığınızdan Bu Yana, Yetmiş Kere İsmâil’in Vücûdundan Bir Kılı Dahi Kesme Diye Fermân-ı İlâhî Geldi. Nasıl Keserim?”
İbrahim Aleyhisselâm, Bu Hayretengiz Sırra Şaşırıp Dururken, İsmâil Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Ey Baba! Tekrar Bile. Gerdanıma Getirdiğin Zaman İkimiz Allah’ın Adını Ânalım, Çek!”
Bunun Üzerine İbrahim Aleyhisselâm, Tekrar Bıçağını Keskinledi. İsmâil Aleyhisselâm’ın Mübârek Boğazına Koyup Çekmek Murâd Ettiği Zaman Yüce Hakk, Azâmet ve Celâli ile Cebrâil Aleyhisselâm’a Şöyle Hitâb Etti:
▬ “Yâ Cebrâil! Üç Bin Üç Yüz Altmış Senedir Cennette Kulum İsmâil’e Fedâ İçin Terbiye Olunup Cüssesi Büyüyen Koçu Alıp, Kulum İsmâil’i Bıçak Kesmeden Yetiş! İbrahim’e Şöyle Söyle: Bu Koçu, İsmâil’e Fedâ Olarak Kurban Eylesin! İkisinin Amelini de Kabûl Ettim!”
Yüce Hakk’ın Bu Emri Üzerine, Cebrâil Aleyhisselâm O Koçu Alıp, Makamından:
▬ “Allahû Ekber, Allahû Ekber (Allah En Büyüktür Allah En Büyüktür)!”
Diyerek İnmeğe Başladı. İbrahim Aleyhisselâm Cebrâil Aleyhisselâm’ın Tekbirini İşittiği Zaman Bildi ki, Müşkilinin Çözümü Geliyor. Buna Karşılık Kendisi de:
▬ “Lâ İlâhe İllallâhü Vallâhü Ekber (Allah’tan Başka İlâh Yoktur Allah En Büyüktür)!”
Diyerek, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ı Tevhîd ve Tekbir Eyledi.
İsmâil Aleyhisselâm Dahi Yattığı Yerde, Cebrâil Aleyhisselâm’ın Tekbirini, Babasının Tevhîd ve Tekbirini İşittiği Zaman Bildi ki Rahim, Rahmân Allah’ın Rahmeti Zuhur Eyledi. Kendisi de:
▬ “Allahû Ekberü ve Lillâh’il-Hamd (Allah En Büyüktür Hamd Allah’a Mahsûstur)!”
Diyerek, Tekbir Getirdi; Allah’a Hamd Etti.
Bir Başka Rivâyette:
▬ “Allahû Ekber, Allahû Ekber (Allah En Büyüktür Allah En Büyüktür)!”
Cümlesi, Cebrâil Aleyhisselâm’ındır.
▬ “Allahû Ekberü ve Lillâh’il-Hamd (Allah En Büyüktür Hamd Allah’a Mahsûstur)!”
Cümlesi, İbrahim Aleyhisselâm Peygamberindir.
Üstte Anlatılan Manâ İcâbıdır ki Bu Şânlı Ümmete, Arefe Günü Sabah Namazından İtibâren, Eyyam-ı Teşrik’in İkindi Namazına Kadar, Yirmi Üç Vakit Namazının Farzını Edadan Sonra Bu Tekbiri Getirmek Vâcib Olur.
Neyse... Cebrâil Aleyhisselâm Makamında Tekbire Başlayıp, Tamamında Yere İndi. İbrahim Aleyhisselâm’a Şöyle Dedi:
▬ “Yüce Hakk Sana Selâm Edip Şöyle Buyurdu; Bu Koç Kurbanı Kulum İsmâil İçin Fedâ Edip Boğazlasın. İkisinin Amelini de Kabûl Ettim...”
Böyle Diyerek Yüce Hakk’ın Kerem ve İnâyetini Tebliğ Buyurduğu Zaman, İbrahim Aleyhisselâm Döndü ki, İsmâil Aleyhisselâm’ın Ellerinin ve Ayaklarının Bağını Çöze... Gördü ki, Oğlu İsmâil Aleyhisselâm’ın Elleri ve Ayakları Çözülmüş; Ayak Üstünde Duruyor. Sordu:
▬ “Ey Oğul! Senin Bağlarını Kim Çözdü?”
İsmâil Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Kurban İhsân Buyuran İhsânlar Sahibi Yüce Zâtın Lütuf ve Keremi ile Çözüldü...”
O Koçu Kurban Fedâ Ettiklerinde, İsmâil Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Ey Baba! Sen mi Cömertsin Yoksa Ben mi Cömerdim?”
İbrahim Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Ben Cömerdim. Şundan ki; Senin Gibi Eşi Bulunmaz Bir Oğlan Çocuğumu İlâhî Fermâna Uyarak, Kurban Eylemeye Giriştim...”
İsmâil Aleyhisselâm Şöyle Dedi:
▬ “Belki de Ben Sizden Cömerdim. Şundan ki; Siz Benim Gibi Bir Çocuğu Fedâ Eylediniz ise de Benim Bedelim Yüce Allah’ın Kereminden İhsân Buyrulması Rica Olunur Fakât Benim Bir Canım Var, Geri Gelmesi Ümit Olunmaz Ancak Ben Onu Allah Rızâsı İçin Fedâ Eyledim...”
Bunun Üzerine Yüce Hakk, Azâmet ve Celâli ile Şöyle Buyurdu:
▬ “Kerem Sahibi Cömert Ancak Benim! Çünkü İkinizden de Kabûl Ettim. İbrahim’e Kurban Sevâbını Verdim. Oğlunu da Diri Olarak Kendisine Bağışladım. İsmâil’e ise... Hem Canını Kurban Etme Sevâbını Verdim Hem de Yerine Fedâ İhsân Ederek Canını Bağışladım...”
► Adamın Biri, Geceleri Devamlı Allah’ı Zikrederdi. Bütün Gecesi Zikir Fikir İçinde Geçerdi. Zikir Kalbine Yerleşmiş, Gönlüne Tat Vermişti. Bir Gün Şeytan Bu Adama Yaklaştı ve Ona: ▬ “Böyle Devamlı Allah’ı Zikretmen Ne Zamana Kadar Sürecek? Sen Gece Gündüz, “Allah!” Diyorsun. Peki, Bir Kere Olsun Allah da Sana, “Buyur Kulum!” Dedi mi? Zikrinin Karşılığını Aldın mı? Madem Sana Bir Karşılık Verilmiyor, Sen Bu Kötü Hâlinle ve Kara Yüzünle Ne Zamana Kadar Allah Diyeceksin?” Diye Vesvese Verdi. Bu Vesvese Adama Tesir Etti. Kalbi Karıştı, Onu Gerçek Zannetti. “Demek Ben Allah’ı Zikretmeye Lâyık Bir Kul Değilim? Bana Karşılık Verilmiyor...” Diyerek Zikri Bıraktı ve Uyudu. Gece Rüyâsında Hızır Aleyhisselâm’ı Gördü. Hazreti Hızır Ona: ▬ “Allah’ı Zikretmeyi Niçin Terk Ettin, Zikirden Niçin Pişmanlık Duydun?” Diye Sordu. Adam: ▬ “Ben Sürekli, “Allah, Allah...” Diye Zikrettim. Fakât Bir Gün Olsun Allah’tan, “Buyur Kulum!” Diye Bir Karşılık Duymadım? Ben Bu İşe Lâyık Olmadığımdan ve Allah’ın Kapısından Kovulmaktan Korkuyorum...” Dedi. O Zaman Hızır Aleyhisselâm, Adamı Şöyle Uyardı: ▬ “Senin, “Allah, Allah...” Demen, O’nun, “Buyur Kulum!” Demesidir. O Seni Zikretmese, Sen O’nu Hiç Zikredemezdin. Senin O’na Kavuşma Arzusu ile Amel Edip Çırpınman, O’nun Tarafından Sana Verilmiş Bir Cezbedir. O Seni Sevmese, Kendi Yolunda Koşturmazdı. Senin Allah’tan Korkun ve O’na Duyduğun Aşk, O’nun Sana Lütfüdür. Senin Her, “Yâ Rabbi!” Diye İnleyişinde, O da Sana Yönelir, Seni Dinler ve Karşılık Verir. Allah Bir Kulun Kalbini Bağlarsa, O Kul Allah’ı Zikredemez. Allah Yolunu Açmazsa, Kul Duâ Edemez. Sen Başına Gelen Bir Dert İçinde, “Allah!” Diyorsan, O Sana Kendisini Zikrettirmek İçin Bu Derdi Vermiştir. Gâye, Seni Kendisi ile Meşgul Etmektir. Korkma, “Allah!” De. Zikre ve Duâya Devam Et. Hiçbir Zikir ve Duâ Karşılıksız Kalmaz. Zerre Kadar Bir Amel Dahi Zâyi Olmaz. Allah Firavun’a Mal Verdi, Dert Vermedi. O da Hiç İnleyip Zikretmedi. Allah’ı Zikrettiren Dert, O’nu Unutturan Maldan ve Sıhhatten Daha Hayırlıdır...”

Süleyman Efendi Hazretleri, Hiç Kimsenin Dedikodularına ve Kötülemelerine Aldırış Etmeden Hak Bildiği Yolda İlerlemesine Devam Etti.Bir Gün O'na:"Efendim,Falancalar Sizin Aleyhinizde Konuşuyorlar"Dendi.Elhamdü lillah! "MÜNAFIK" Olmaktan Kurtulduk.Allah Resulü Başta Olmak Üzere, İslam Büyüklerinin Hepsinin Aleyhinde Konuşulmuştur. Eğer Bizim Aleyhimizde Konuşulmazsa Kendimizden Şüphe Ederdik " Diye Cevap Verdi.
FANİ OLAN DÜNYAYA ALDANMAYALIM
FANİ OLAN DÜNYAYA ALDANMAYALIM
― Yıl 2019,
Bundan yüz sene sonra tüm akraba ve dostlarımız ile beraber toprağın altında olacağız ve sonumuz ebedi olarak gözümüzün onunde açık ve aşikâr olacak.
Şuan bize ait olan evlerde yabancı birileri oturacak, bizim yaptığımız işleri de bizi hatırlamaksızın başkaları yapacak.
Nasıl ki bizden birinin hatırına dedesinin babası gelmiyorsa bizden sonrakilerin hatırına da bizler gelmeyeceğiz.
Bazı insanların hafızasında defterde ki satır misali isim olarak kalacağız,
İsimlerimiz ve yüzlerimiz unutulacak.
Bundan yüz sene sonra tüm akraba ve dostlarımız ile beraber toprağın altında olacağız ve sonumuz ebedi olarak gözümüzün onunde açık ve aşikâr olacak.
Şuan bize ait olan evlerde yabancı birileri oturacak, bizim yaptığımız işleri de bizi hatırlamaksızın başkaları yapacak.
Nasıl ki bizden birinin hatırına dedesinin babası gelmiyorsa bizden sonrakilerin hatırına da bizler gelmeyeceğiz.
Bazı insanların hafızasında defterde ki satır misali isim olarak kalacağız,
İsimlerimiz ve yüzlerimiz unutulacak.
― Hal böyleyken
Neden insanların bizim hakkımızdaki fikirlerinin ne olduğunu çokça düşünüyoruz ve
Neden evlerimiz mallarımız ve ailemizin geleceği hakkında derin kaygılara düşüyoruz.
Bunların hepsi yüz sene sonra faydasız olacak.
Dünyadaki varlığımız yanıp sönen kıvılcım misalidir, göz açıp kapanıncaya kadar gelir ve geçer.
Bizden sonrada onlarca nesiller gelcek ve her bir nesil hayallerinin çeyreğini gerçekleştiremeden sancağı diğer nesile devredip bu dünyaya veda edecektir.
Neden insanların bizim hakkımızdaki fikirlerinin ne olduğunu çokça düşünüyoruz ve
Neden evlerimiz mallarımız ve ailemizin geleceği hakkında derin kaygılara düşüyoruz.
Bunların hepsi yüz sene sonra faydasız olacak.
Dünyadaki varlığımız yanıp sönen kıvılcım misalidir, göz açıp kapanıncaya kadar gelir ve geçer.
Bizden sonrada onlarca nesiller gelcek ve her bir nesil hayallerinin çeyreğini gerçekleştiremeden sancağı diğer nesile devredip bu dünyaya veda edecektir.
― Demem o ki bu dünya tasavvur ettiğimizden çok daha küçük ve düşündüğümüzden de daha hızlı sona eriyor.
Bundan yüz sene sonra
Kabrin sakin karanlıkları içinde dünyanın ne kadar önemsiz ve saçma olduğunu idrak edeceğiz.
Keşke ömrümüzü iyilik ve sevaplar yaparak, özellikle sadakayı cariyeler ile doldurarak geçirseydik diyeceğiz.
Bundan yüz sene sonra
Kabrin sakin karanlıkları içinde dünyanın ne kadar önemsiz ve saçma olduğunu idrak edeceğiz.
Keşke ömrümüzü iyilik ve sevaplar yaparak, özellikle sadakayı cariyeler ile doldurarak geçirseydik diyeceğiz.
― İşte o anlar da bazı kimseler karşılık bulmayacak feryad ve figanlar atacaklar.
― O anları Mûminun Sûresi 99, 100 ayetleri şöyle anlatır:
( حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ * لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ ۚ كَلَّا ۚ إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا ۖ وَمِنْ وَرَائِهِمْ بَرْزَخٌ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ).
― "Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca,
"Rabbim!,
Beni geri gönder de,
Geride bıraktığım dünyada iyi işler yapayım" der.
Hayır!,
Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir.
Önlerinde, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır."
"Rabbim!,
Beni geri gönder de,
Geride bıraktığım dünyada iyi işler yapayım" der.
Hayır!,
Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir.
Önlerinde, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır."
― Ve yine Fecr Sûresi 24 ayeti şöyle anlatır:
(يَقُولُ يَا لَيْتَنِي قَدَّمْتُ لِحَيَاتِي)
― "Ah keşke hayattayken, ahiret hayatım için hazırlık yapmış olsaydım."
― Evet dostlar,
Daha bu dünyadayken gelin ibret alalım ve kendimizi degiştirelim.
Öyle bir yolculuk serüven ki,
Baba sulbünden anne karnına,
Anne karnından yer yüzüne,
Yer yüzünden toprağın altına,
Toprağın altından da rûzi mahşere.
Daha bu dünyadayken gelin ibret alalım ve kendimizi degiştirelim.
Öyle bir yolculuk serüven ki,
Baba sulbünden anne karnına,
Anne karnından yer yüzüne,
Yer yüzünden toprağın altına,
Toprağın altından da rûzi mahşere.
Öyle bir yolculuk ki her bir durağında acayiplik ler var.
― Son durakta da ya cennet ya da cehennem var.
― Rabbim!
Şu dünya yolculuğunda âhireti için çalışanlardan eylesin,
Dünya'nın geçici ve aldatıcı lezzetlerine dalıp âhiretini ve hakiki vazifisini unutmaktan cümlemizi korusun.
Hepimizi hakiki ve gerçek yapsın.
Şu dünya yolculuğunda âhireti için çalışanlardan eylesin,
Dünya'nın geçici ve aldatıcı lezzetlerine dalıp âhiretini ve hakiki vazifisini unutmaktan cümlemizi korusun.
Hepimizi hakiki ve gerçek yapsın.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


