11 Eylül 2019 Çarşamba

Mehdi Ne Demektir Ve Kimdir? Mehdî kelime olarak; doğru yolu bulmak, hidayet yoluna girmek, yol göstermek ve yol târif etmek mânâlarına gelen “hidâyet” masdarından meydana gelmiştir. Bir başka ifadeyle Mehdî, hidâyete eren, doğru yolu bulan kimse demektir. Kelime mânâsı itibariyle mehdî, “kendisine rehberlik edilen” demek olduğu halde, hidâyetin Allah’tan olması sebebiyle daha husûsi bir mânâ kazanmış ve “Allâh’ın hidâyetine nâil olan, O’nun tarafından yol gösterilen kimse” için kullanılır olmuştur. İslâmî ilimler ıstılâhında Mehdî, kıyâmet kopmadan önce gelecek ve kendisinden evvel zulümle dolmuş olan dünyayı adâletle dolduracak olan Ehl-i Beyt’ten bir zâttır. *** Mehdî, kıyâmetin büyük alâmetlerindendir Bir gün bir kimse, Hz. Ali’nin oğlu Muhammed Hanefiyye’nin (r. anhüm) yanına geldi ve “es-Selâmü aleyke yâ Mehdî!” diye selâm verdi. Muhammed Hanefiyye hazretleri o zâta, biraz da lâtîfeli bir tarzda buyurdu ki: “Doğru söylüyorsun. Ben insanları hidâyete, hayra/iyiliğe dâvet etmek ve doğru yolu göstermek bakımından Mehdî’yim. Lâkin, âhir zamanda gelecek olan Mehdî değilim. Öyle anlaşılmaması için, bana selâm vereceğiniz vakit, ismimle veya künyemle hitab ediniz.” Mehdî ile alâkalı hadislerin bir kısmı, bizzat Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) mübârek ağızlarından, bir kısmı da Hz. Ali’den (k.v.) nakledilmektedir. Bu hadislerde Mehdî’nin, Ehl-i Beyt’ten, Hz. Fâtıma’nın (r.anhâ) çocuklarından olacağı, yani nesebinin hem Hz. Hasan hem de Hz. Hüseyin’e (r.anhümâ) dayanıp seyyid ve şerif ünvanlarına sahip bulunacağı, ahlâken de aynen Resûlüllah Efendimiz’e benzeyeceği bildirilmektedir. *** Mihmendâr-ı Resûl Ebû Eyyûbi’l-Ensârî (r.a.) anlatıyor: Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem [Efendimiz, bir gün kızı] Fâtıma radıyallâhü anhâ’ya şöyle buyurdu: “Nebîmiz nebîlerin hayırlısıdır. O, babandır. Şehidimiz, şehitlerin hayırlısıdır. O, babanın amcası Hamza’dır. İki kanadıyla cennette dilediği yerde uçan bizdendir. O, babanın amcasının oğlu Ca‘fer’dir. Ve bu ümmetin torunları Hasan ve Hüseyin bizdendir. Onlar senin oğlundur. Mehdî de bizdendir.”[1] Hadîs-i şerifte Peygamberimiz’in, (s.a.v.) Uhud Harbi’nde şehit düşen amcası Hz. Hamza’nın (r.a.)... Mûte Harbi’nde şehit olan amcasının oğlu Hz. Ca‘fer’in (r.a.)... Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’in (r.anhümâ) faziletine dikkat çekildikten sonra... Hz. Mehdî’nin (aleyhirrahmeti verrıdvân) de Ehl-i Beyt’ten olduğu hatırlatılmaktadır. *** Nakşibendî yolu Müceddidîn kolu silsilesi kendisiyle ikmâl ve tamamlanmış bulunan, bu zincirin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri, bir sohbetlerinde bu hususta şu îzahatta bulunurlar: “Hz. Mehdî (aleyhirrıdvân) hakkında vâki hadîs-i şeriflerde, Fahr-i Âlem Efendimiz’den (s.a.v) sırran haber sâdır olmuştur; ancak, anahtarı kimde ise o açar ve işin hakikatini o anlar, başkası anlayamaz. Herkes anlasa sır zâhir olur, usûle muhâlif gelir. Yani zamanın sâhibi, Resûlüllâh’ın vârisi perdeyi kime açarsa, ancak o anlar. Nüzûl-i İsa aleyhisselâm’daki (Hz. İsa’nın yeryüzüne inişindeki) sır da böyle... Allah dostlarının rütbesindeki büyüklükleri nisbetinde halleri ve sırları kapalıdır.”[2] *** İkinci bin yılın müceddidi, Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiye’nin 23. halkası İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri de Mektubat’ında, Hz. Mehdî (aleyhirrıdvân) ile alâkalı şu açıklamalara yer vermektedir: Haberde şöyle bildirildi: Geleceği va‘d edilen Hz. Mehdî aleyhirrıdvân, saltanâtı zamanında dînin tervîcini (kıymet ve itibârını artırmayı) ve sünnetin ihyâsını murâd ettiğinde, bid‘at ile ameli âdet edinen ve onları güzel zannedip bu zannı sebebiyle dîne ilhak eden Medîne âlimi, hayretle şöyle diyecektir: ‘Şüphe yok ki bu şahıs, dinimizi ortadan kaldırmak ve şerîatimizi yok etmek istiyor!’ Bunun üzerine Hz. Mehdî aleyhirrıdvân, onun öldürülmesini (bid‘atlerinin ortadan kaldırılmasını) emreder. Böylece onun, güzel sandığı fiillerin kötü yani birer bid‘at olduğu da görülmüş olur. ‘Bu Allâh’ın fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah en büyük fazlın (lûtuf, ihsan ve inâyetin) sahibidir.”[3] “Öyle zannediyorum/o kanaatteyim ki, ekmel-i velâyetle geleceği va‘dedilen Mehdî (aleyhirrıdvân), bu nisbet (yani kendisinin mensûbu bulunduğu Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibediyye-i Müceddidîn kolu) üzere olacak ve bu Silsile-i Aliyye’yi tamamlayıp ikmâl edecektir. [Bu zincirin son halkası o olacaktır.]”[4] İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri, adı geçen Mektuplarını ve diğer pek çok telifatını kaleme alış sebebini açıklarken, aşağıdaki dikkat çekici cümleye de yer veriyorlar: “Bize, bütün yazılarımızı âhir zamanda geleceği va‘d edilen Mehdî’nin (aleyhirrahmeti vettahiyyeti verrıdvân) okuyacağı ve hepsini makbul bulacağı bildirildi. Bu kadar yazı yazmamızın sebebi budur” [5] Mazanne-i hayr/mazanne-i kirâmdan dinleyip işittiğimize göre Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri bir gün buyuruyorlar ki (mealen): ‘İmam-ı Rabbani hazretlerinden Allah razı olsun, bu mektupları yazmışlar, hepsi de makbulümüzdür. Eğer o bunları yazmamış olsaydı, bunları da bizim yazmamız icap edecekti’. Son söz; Allâhu a’lem… Her şeyin olduğu gibi “Mehdî” meselesinin de en iyisini, en doğrusunu bilen Allah Teala’dır. DİPNOTLAR [1] Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr (Terc.), 1, H. no: 66. [2] Erol, Ali, Hatıratım, s. 31. [3] el-Mektûbât, 1, 255; K.K., Cum‘â sûresi, 4. [4] el-Mektûbât, 1, 251. [5] Hocazade Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliya; Muhammed Haşim-i Keşmî, Berekât. (Halis Ece ) ► Ahmed İbni Hâcer-i Mekkî Hazretleri, el-Kavl-ül Muhtasar fî Alâmat-il Mehdî İsmindeki Kitabında, Hazreti Mehdî Hakkında Bildirilen Birkaç Hadîs-i Şerif Şöyledir: ❀ Mehdî Aleyhisselâm Çıkarken Başında Bir Sarık Olacak ve Bir Münâdi, “Bu, Allah’ın Hâlîfesi Olan Mehdî’dir, Ona Uyunuz!” Şeklinde Nidâ Edecektir. ❀ Mehdî Aleyhisselâm Başının Üzerinde, “Bu Mehdî’dir, Ona Uyunuz!” Şeklinde Çağıran Bir Melek Olduğu Hâlde Çıkacaktır. ❀ Hiçbir Tarafın Kendisinden Korunamayacağı Bir Fitne Zuhur Edecek. Bu Fitne, Çıktığı Yerden Hemen Başka Bir Tarafa Yayılacak ve Bu Durum Bir Münâdinin Semâdan Seslenerek, “Ey İnsanlar, Emîriniz Artık Mehdî’dir!” Demesine Kadar Devam Edecektir. ❀ Mehdî Aleyhisselâm’ın Zuhuru Muharrem Ayında Olacak ve Semâdan Gelen Bir Nidâ, “Bu, Allah’ın Hâlîfesi Mehdi’dir, Ona Uyunuz ve Sözünü Dinleyiniz!” Diyecektir.

🌹YEDİĞİMİZ LOKMA HELALMİDİR HARAMMI🌹
👉Toplumda bereketin kalkması, duâların müstecâb olmaması, ibadetlerde huşû hâlinin kaybolması, maddî-mânevî sancıların artması, duygusuzluk, bencillik, hantallık ve huzursuzluğun çoğalması gibi sıkıntılarında sebebi O lokma helâlden mi, haramdan mı kazanıldı” sorusunun cevabıdır…
🔹️Hak dostlarından Süfyân-ı Sevrî Hazretleri; “Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuştur.
🔹️Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur: “Bak evlâdım! Haram yemek, kalbi öldürür. Lokma vardır, kalbini nurlandırır; lokma vardır onu karanlığa boğar. Yine lokma vardır, seni dünya ile meşgul eder; lokma vardır ukbâ (ahiret) ile meşgul eder. Lokma vardır, seni her iki âlemde de zâhidi yapar, seni dünya ve âhiretin Hâlıkı’na yöneltir.”
Zira her lokma, içinde mâzisinin mânevî dosyalarını taşır. O lokma helâlden mi, haramdan mı kazanıldı? Üzerinde bir göz hakkı, mîras hakkı, zekât borcu gibi bir hastalık var mı?
O lokmayı hazırlayanın kalbî durumu ne vaziyette?.. Bütün bu kayıtların müsbet veya menfî tesirleri, o lokmayı yiyene de sirâyet eder. Müsbet ise gölüne feyz ve rûhâniyet olarak, menfî ise gaflet ve kasvet olarak akseder.
Şu da çok hazin bir durumdur ki günümüzün bilhassa büyükşehirlerinde maalesef pek çok evde âdeta mutfak kalmadı. Sokaklar ve caddeler mutfak oldu. Eskiden evlerde, abdestli, besmeleli, salevatlı, zikrin feyz ve rûhâniyetiyle, bir ibadet vecdiyle pişirilen yemeklerin yerine; bugünün hız ve haz odaklı modern hayatında, maalesef ne tür malzemelerle ve hangi hâlet-i rûhiye içinde pişirildiği belli olmayan gıdaları kuryelerle evlere getirtme âdeti revaç buldu.
---Yiyen, ne yediğinin mânevî keyfiyetinden haberdar, ne de o yemeği hazırlayanın hâlinden… Bu yemekleri pişirenler abdestli midir, ehl-i salât mıdır, besmele çekmiş midir, düşünülmüyor, hattâ umursanmıyor…
-- İşte yukarda Bahsettiğimiz sıkıntıların bir sebebini de burada aramak gerekir...
BİR KERE DEVLETİN KANDİL IŞIĞINDA...
Rabiatül Adeviyye rah.hazretleri Hiç bir kimseden bir şey almazdı. Bir keresinde Hasan-ı Basrî hazretleri kendisini ziyârete gelmişti. Kulübesinin kapısında, zenginlerden birinin ağladığını gördü.
– Niçin ağlıyorsunuz?” diye sordu. O zengin;
– Zühd ve kerem sâhibi şu hâtun olmasa, halk mahv olur. O, zamânın bereketidir. Allahü teâlâ bizi, birçok belâ ve sıkıntılardan onun hürmetine muhâfaza etmektedir. Ona bir miktar yardımım olsun diye şu keseyi getirdim. Fakat kabûl etmez diye ağlıyorum. Bunu ona verseniz, belki sizin hatırınız için kabûl eder” dedi.
Hasan-ı Basrî hazretleri kendisine bildirince, Râbi’a-i Adviyye buyurdu ki:
– Ben bu dünyâlıkları bunların hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâdan istemeğe utanır iken başkasından nasıl alırım? Allahü teâlâ bu dünyâda, kendisini inkâr edenlerin bile rızkını verirken, kalbi O’nun muhabbetiyle yanan birinin rızkını vermez mi zannediyorsunuz? O kimseye selâmımızı söyle. Kalbi mahzûn olmasın. Biz Allahü teâlâdan başkasından bir şey almamaya ahdettik. Hiçbir kimseden bir şey beklemiyoruz. Geleni kabûl etmiyoruz. “Bir defâsında devlete âit olan bir kandilin ışığından” istifâde ederek gömleğimi yamadım da kalbim dağıldıkça dağıldı ve dikişleri sökünceye kadar kalbimi toparlayamadım...”
Vay bizim halimize. Rabbim şu şuuru tüm müslümanlara ihsan buyursun.
HARAM VE HELÂL
Tâbiîn'in büyüklerinden, hadis âlimlerinden ve evliyâullâhtan olan İbrahim bin Edhem Hazretleri şöyle anlattı:
Bir gece Beyt-i Makdis'te Kubbetü's-Sahrâ'nın altında uyudum. Geceleyin iki melek arasında şöyle bir konuşma geçti:
“Burada yatan kimdir?”
“İbrahim bin Edhem'dir.”
“İşte bu kişi, Allâhü Teâlâ'nın bir derecesini indirdiği kimsedir.”
“Neden derecesi indirildi?”
“Bir gün, Basra'da hurma satın aldığı sırada hurmaların içine satıcının hurmalarından bir hurma karıştığı için... ”
Meleklerin bu konuşmasını duyunca ben hemen kalkıp Basra'ya gittim. Aynı adamdan hurma aldım. Aldığım hurmadan bir tane o adamın hurmalarının içine bıraktım. Tekrar Beyt-i Makdis'e geldim. Kubbetü's-Sahrâ'nın altında uyuduğum bir gece yine semâdan iki melek geldi. Biri diğerine sordu:
“Burada yatan kimdir?” Diğeri:
“O bir hurmayı sahibine iâde eden ve derecesi yükseltilen kişidir.” dedi.
(Rûhu'l-Beyan)
Ey iman edenler.! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun. [Tevbe 119.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder