29 Mart 2019 Cuma

Bütün annelerin imrendiği ve gıpta ettiği kendisi asil kabilesi asil en şerefli ve en mübarek anne vehb ve berra kızı Resulullah (sav) Efendimizin Annesi Hz Amine (ra) ebva köyündeki mübarek kabri şerifleri ( sonsuz selat ve selam Hz Amine (Radiyallahu anha) Annemizin üzerine olsun

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve açık hava

karbonat mucizesi

Görüntünün olası içeriği: yazı

Ya vedûd ismi zatı ilahiyi zikre devam edenin seveni ve dostu çok olduğunu biliyormiydunuz?

Görüntünün olası içeriği: yazı

Mü'min havf ve recâ ( korku ve ümit ) arasında olmalıdır,Emniyette,ye's de küfürdür. Allah'ın rahmeti ile Cennete gideceği ümidini taşımalı, Cehennem e girme korkusunu taşımalı,ben bu halimle cehennemi hak ettim diye Allah'dan Ümit kesmemelidir,tevbe kapısının son nefese kadar açık olduğunu da unutmamalı ve tevbeyi son nefese bırakmalıdır,nasib olmayabilir.

Fotoğraf açıklaması yok.

Herkes tanımadığını suçlamaya kalkişmamali! Erenlerin kılıcı,arşa değer bir ucu! Onlar kimseye kılınç çekmezler,helaki yaklaşanlar gelip o kılınca çarparlar! İyilere iyi niyetli yaklaşmasını bilmeli,dost olamiyorsan düşman olmamaliki helakini hızlandırmış olmayasiniz!

Görüntünün olası içeriği: yazı

CENNET Cennet ehlinin erkekleri cennete sakalsız ve kılsız, Yûsuf aleyhisselâm güzelliğinde, Âdem aleyhisselâm boyunda, Îsâ aleyhisselâm yaşında; yani 33 yaşında olarak girerler.

CENNET

Cennet ehlinin erkekleri cennete sakalsız ve kılsız, Yûsuf aleyhisselâm güzelliğinde, Âdem aleyhisselâm boyunda, Îsâ aleyhisselâm yaşında; yani 33 yaşında olarak girerler. 
Cennete girdiklerinde şöyle derler (meâli): “Hamd o Allah’a ki bize va‘dini doğru çıkardı ve bizi arza (cennete) vâris kıldı, cennetten istediğimiz yerde makam tutuyoruz’ dedikleri vakit... Bak artık o amel edenlerin ecri ne güzeldir” (Zümer suresi, âyet 74)

Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) “Cennete giren kimse nimetlere gark olur, fakirlik ve sıkıntı çekmez. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz.” buyurdular. (Sahîh-i Müslim)

Cennet ehlinden bir adamın yanına bir melek elinde altın işlemeli rengârenk elbiselerle gelir. Onların her birinin üzerinde Allâhü Teâlâ’nın isimlerinden bir isim yazılıdır. Melek:

“Ey Allâh’ın velî kulu! Şu elbiselere bak, beğendiğini al, beğenmezsen onlar beğendiğin şekle gireceklerdir” der.

Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (s.a.v.) soruldu: Cennette gündüz mü gece mi olur?

Buyurdular ki: Cennette ebediyen zulmet olmaz. Ancak nur içinde nur vardır. Orada gece gündüz Arş-ı A‘lâ’nın nuru vardır. Muhakkak gök nasıl arzın çatısı ise Arş-ı A‘lâ da cennet-i a‘lânın çatısıdır. Arş-ı A‘lâ devamlı nurlar saçar.

Arş-ı A‘lâ yeşil, kırmızı, sarı ve beyaz nurlardan yaratılmıştır. Dünyadaki ve âhiretteki bütün renkler onun renginden gelmiştir. Hak Teâlâ güneşe Arş-ı A‘lâ’nın nurundan hardal (zerre) mikdarı nur koymuştur da onunla dünyayı aydınlatır.

Cennet-i a‘lâda gece olduğunun alameti köşklerin kapılarının kapanması, örtü ve perdelerin çekilmesi ve kuşların Allâhü Teâlâ’yı tesbîhe başlamasıdır.

Melekler, cennet ehline Allâhü Teâlâ’nın selâmı ve ellerinde hediyelerle gelirler. Cennetlikleri, beraber cennete girdikleri ve Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı için sevdikleri din kardeşleri, evlâd ve akrabaları ziyârete gelir.

(Düreru’l-Hisân fi’l-ba‘s ve’l-cinân, İmam Suyûtî)

Görüntünün olası içeriği: bitki, çiçek, açık hava, doğa ve su

40, 50 ,60 ,70… YAŞIN İKRAMLARI! Bu ikramlara layık olmak için biraz silkelenelim! Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

40, 50 ,60 ,70… YAŞIN İKRAMLARI!
Bu ikramlara layık olmak için biraz silkelenelim!

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

“Bir kimse Müslüman olarak kırk yaşına vardığında Allâh ondan üç türlü belâyı kaldırır: delilik, cüzzâm ve baras (alaca).

Bir kul Müslüman olarak elli yaşına erdiğinde günahlarını hafifletir.

Bir kul Müslüman olarak altmış yaşına geldiğinde Allâh ona inâbeyi (gafletten zikre dönmeyi) ihsân eder.

Bir kul Müslüman olarak yetmiş yaşına erdiğinde semâda meleklerine sevdirir.

Bir kul Müslüman olarak seksen yaşına geldiğinde sadece hasenatı, sevapları yazılır, günah yazılmaz.

Bir kul Müslüman olarak doksan yaşına erdiğinde geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, ve “Esîrullâh fi’l-arz: yeryüzünde ALLAH’ın esîri” diye isimlendirilir, âilesine şefaat hakkı verilir.”

Görüntünün olası içeriği: bitki ve açık hava

1 kişinin yaptığı işi 3 kişeye yaptırır yinede sana eyvallah etmezler.

Fotoğraf açıklaması yok.

Öfke aklı örter!

İslam büyükleri hep öfkeden sakınmayı, öfkeli iken karar vermemeyi öğütlemişlerdir. Çünkü öfke aklı örter. Akılsız verilen kararlar insanın zararına olur. Öfke ile alınan kararlar insanın dünyasını ve ahiretini karartır. Allah adamları öfkeyi, ortalığı yakıp kül eden ateşe benzetmişlerdir.

İmamı Gazali hazretleri buyurdu ki: “Bil ki öfke, bir ateş kıvılcımıdır. Muhakkak ki öfke ateşi, küllerin altına gizlenen ateş közleri gibi, kalplerin kıvrımlarında gizlidir. Taşın, demirin ateş çıkarması gibi, bu öfke ateşini de inatçı ve zâlim olan kişinin kalbinde gizlenen gurur ve azamet dışarıya çıkarır. Öfke ateşi kimde galip gelirse, o kimse şeytana yakın olur. Nitekim şeytan şöyle demiştir: “Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın!” (A’raf/12)

Muhakkak ki çamurun durumu vâkar içinde sükûnettir. Ateşin durumu ise alevlenmek ve parlamak, hareket ve ızdıraptır. Kin ve hased, öfkenin doğurduğu kötü neticelerdir. Helâk olan kimseler bu iki kötü hasletten dolayı helâk olmuşlardır. Fesada uğrayanlar da onlardan dolayı fesada uğramışlardır.

Madem kin, hased ve öfke, kulu felâkete sevkeden âmil ve sebeplerdendir, öyleyse insan, öfkenin tehlikeli durumlarını, çirkin taraflarını bilmeye muhtaçtır ki öfkeden sakınıp, korunsun!

Eğer varsa, kalbinden silip söküp atsın. Eğer kalpte yerleşmiş ise, tedavi etmek sûretiyle sökülmesine çalışsın; zira şerri tanımayan bir kimse şerrin içine girebilir. Şerri tanıyana da, şerrin bertaraf edilmesinin ve uzaklaştırılmasının yolunu bilmedikçe sadece tanımak yeterli olmaz.

Kur’an-ı kerimde, “O zaman inkâr edenler, kalplerine öfke ve gayreti, o cahiliye öfke ve gayretini koymuşlardı, Allah da elçisine ve mü’minlere huzur ve güvenini indirdi.” (Fetih/26)

Görüldüğü gibi Allahü teâlâ, kâfirleri haksız öfke ve gayretlerinden dolayı zemm ve mü’minleri de Allah tarafından kendilerine gönderilen vâkar ve sekinetten dolayı medhetmektedir.

Hz. Ebu Hüreyre rivayet eder: “Bir zatın Hazreti peygambere ‘Ey Allahın Resûlü! Bana yapabileceğim bir ameli tavsiye et! Fakat az olsun!’ demesi üzerine Peygamber efendimiz, ‘Öfkelenme!’ buyurmuştur. Kişi aynı suali, başka bir zaman yine sordu. Resulullah efendimiz yine ‘Öfkelenme!’ cevabını verdi.”

Mehmet Oruç

Görüntünün olası içeriği: kuş

Hased eden, İblis’i sevindirir!

Hased eden, İblis’i sevindirir!

Hased eden İblis’i (Şeytan’ı) sevindirmiş olur. Çünkü İblis, Müslüman kardeşinin ilimde, takvâda malda, üstünlüğünü gördüğünde bunu hased etmeyip bu halinden dolayı memnun olup sevinirse onun iyiliklerine, sevaplarına ortak olacağını bilir; bunun için üzülür; hased ederse bunlardan mahrum kaldığı için sevinir.
Bu bakımdan İblis, insanın, Allah’ın kuluna verdiği din ve dünya nimetinden dolayı başkasını hased ederse çok sevinir. Hased etmezse üzülür. Sevmek sevmemek önemlidir; kişinin tarafını gösterir. Bir bedevi Peygamberimize gelerek dedi ki: “Kişi dindar olan bir kavmi sever, fakat onlar gibi olamazsa!” diye sordu. Efendimiz, “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurdular.

Hazreti Enes buyurdu ki: ‘Müslümanlar, Peygamberimizin bu müjdesine Müslüman olduktan beri o gün sevindikleri kadar hiçbir zaman sevinmiş değillerdi.’ Hazreti Enes bildirir: ‘Biz Resulullah Efendimizi, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’i sever, fakat onların ameli gibi amel edemeyiz! Arzu ederiz ki onlarla beraber olalım!’ Hz. Ebu Musa şöyle demiştir: Ben ‘Kişi namaz kılanları, oruçluları sever, onlar gibi amel sahibi olamazsa’ diye sordum. Cevap olarak Hazreti Peygamber (Aleyhissalatu vesselam )şöyle dedi: “O, sevdiğiyle beraberdir.”

Buyuruldu ki: Eğer âlim olmaya gücün yetiyorsa âlim ol! Eğer buna gücün yetmiyorsa öğrenci ol! Eğer buna da gücün yetmiyorsa onları sev! Eğer onları sevmeye gücün yetmiyorsa bari onlara buğzetme!

İblis hased ettirerek, Müslümanların birbirlerini sevmelerine mani olmak ister. Sonra bununla da yetinmez, Müslümanı Müslümana düşman eder. Müslüman günahkâr oluncaya kadar yakasını bırakmaz.
Buyuruldu ki: 

Şu beş kişi ile, hiçbir yerde bir araya gelmeyin: 
1- Hasetçi ve cimri ile, 
2- Yalancı ile, 
3- Ahmakla, 
4- Kötü alışkanlığı olanla, 
5- Günah işleyip de, marifetmiş gibi herkese anlatanla.

Süfyan-ı Sevrî hazretleri buyurdu ki: “Hasetçinin hâlinden biri de anlayışsız olmaktır. Kim aklının iyi çalışmasını istiyorsa kimseye hased etmesin. Bazan ben, komşularımın veya başkalarının yanında hasedi uyandırmasın diye yeni elbise giymekten vazgeçerim.”

Mehmet Oruç

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, açık hava ve doğa

“Sakın amellerinizi yok etmeyin!”

“Sakın amellerinizi yok etmeyin!”

İbadette sabır üç türlüdür!

İmam-ı Gazali hazretleri, ibadette sabrın; ibadet öncesi, ibadet esnası ve ibadet sonrası olmak üzere üç kısım olduğunu bildirmektedir:

1- İbadet öncesi sabır: Bu, niyetin düzgün olması, ihlaslı olması, riyanın karışmaması için gösterilen sabırdır. Bu tür sabır, niyetin ve İhlasın, riya âfetlerinin, nefis desiselerinin hakikatini bilen bir kimse için zor bir sabırdandır. Nitekim Peygamber efendimiz, “Ameller ancak niyetlere bağlıdır.“ buyurmuştur.

Allahü teâlâ sabrı, amelin üzerine takdim ederek şöyle buyurmuştur: “Ancak sabredip salih ameller işleyenler müstesnadır.“ (Hûd/1l)

2- İbadet esnası sabır: Kulun amel, ibadet esnasında Allah’tan gafil olmamasıdır; yaptığı şeyin ne olduğunun farkında olmasıdır. Bunun için ibadet yapılırken adab ve sünnetlerini yapmada tembellik etmemelidir. Amelin sonuna kadar edebe riayet etmelidir. Bu bakımdan gevşekliğe davet edenlere karşı, ameli bitirinceye kadar sabretmelidir. Bu sabır, sabrın şiddetlilerindendir. Nitekim şu ayet-i celîle’den bu mânâ kastedilmiştir: 

“Böyle salih amel işleyenlerin mükafatı ne güzeldir. Onlar ki sabrederler ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.“ (Ankebût/58-59)

3- Amel sonrası sabır: Kişinin ameli ifşa etmesi sağda solda söylemesi, riya ve gösteriş karıştırmasıdır. Ameline beğenme gözüyle bakmaktan, ameli iptal edip, boşa çıkartacak eserini yakacak her harekete sabretmeye ihtiyaç vardır. “Sakın amellerinizi iptal etmeyin!” (Muhammed/33, “ Sakın sadakalarınızı minnet etmek ve başa kakmak sûretiyle iptal etmeyin!” Bakara/264)

Bu bakımdan sadaka verdikten sonra minnet etmeye ve başa kakmaya sabretmeyen bir kimse muhakkak amelini boşa çıkarmıştır. İbâdetler farz ve nafile diye iki kısma ayrılırlar. Kişi bütün bunlara karşı sabretmeye muhtaçtır. Allahü teâlâ bunları şu ayet-i celîlede derlemiştir:

“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emreder.” (Nahl/90).

Bu bakımdan ayette bahsi geçen adalet farzdır, ihsan ise nafile ibadettir. ‘Akrabalara vermek’ ise mürüvvet ve sılayı rahimdir. Bütün bunlar sabra muhtaçtır.

Mehmet Oruç


Görüntünün olası içeriÄŸi: yazı Görüntünün olası içeriÄŸi: yazı

Osmanlı’nın Altı Buçuk Asır Ayakta Kalmasının 7 Sırrı


Osmanlı Devleti’nin asırlarca ayakta kalması, yine mirasının günümüze de hükmediyor olması elbette tesadüf değildir. Geçmişin tecrübeleri üzerine kurduğu muazzam medeniyetin satır araları, topluluklara ve devletlere asırlarca hükmetmenin sırları zaman geçtikçe daha iyi anlaşılıyor… Bu haftaki keşfet bölümümüzde Osmanlı Devleti’nin asırlara direnen devlet yapısındaki 7 sırrını sizler için derledik.

1- İtaat, Hürmet, Gayret

Osmanlı Devleti üç esastan oluşan temel üzerine kurulmuş ve onu idare eden padişahlar da devletlerini bu temeller üzerinde yükseltmişlerdir. Sonuna kadar da itaat, hürmet ve gayret esaslarından taviz vermeden devletlerini devam ettirmişlerdir.

2- Liyakat

Devlet idaresinde ehliyetsiz ve hıyaneti sabit kişilere iş vermemişlerdir. Kaht-ı rical ve mecburiyetler devrinde ise bunu en az zararla atlatma yolunu takip etmişlerdir.

3- İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın

İdareleri altındaki halkları, gerek Müslümanlar, gerekse Müslüman olmayanlar olsun hiç kimseyi köle gibi değil, bir emanet olarak görmüşlerdir. Bu husus da devletin uzun ömürlü olmasına zemin hazırlamıştır.

4- Yıkıcı Değil Yapıcıydı

Osmanlı Devleti asla sömürgeci değil, imar ve inşacı bir devlet olmuştur. Fethettikleri toprakların halkını, yer üstü ve yer altı zenginliklerini sömürmediler, buralardaki zenginlikleri toplayıp, devlet merkezlerine getirmediler. Her yerin zenginliğini yine aynı yerdeki insanların menfaati için kullandılar. Fakir olan yerlere de merkezden yüzyıllarca yardım gönderdiler.

5- Gelişmiş İdarî Yapı

Osmanlı Devleti, merkeziyetçi bir devlet olmasına rağmen, yerinde idare ve kalkınma modelini geliştirmiştir. Bu sebeple, merkeze bağlılıkla beraber mahallî idare sistemini güçlendirmiş, fakat kontrolden uzak tutmamıştır.

6- Irk Değil Din Birliği
Padişahlar İslâm dini mensubu olarak merkezî idarede Hanefî mezhebini, mahallî ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde de Şafiî, Hanbelî ve Malikî mezheplerinin uygulamalarını tatbik etmişlerdir. Bu husus da devlete olan güven ve bağlılığı artırmıştır. Ayrıca Osmanlı, ırkların üstünlüğüne dayalı bir devlet değildi. İslâm dini ve ahkâmı çerçevesinde herkesin yeri tayin edilmişti. Müslüman olanla Müslüman olmayanın hukuku belli ve tanzim edilmişti.

7- Devletin Tek Hâkimi Padişah
Ülke içinde Batılı manada soylu sınıfların olmaması, devletin bölünmesi ve erimesini önlemiştir. Devlet içinde birtakım sınıfların birleşip devleti parçalamasına müsaade edilmemiştir. Devlet idare etme hakkı Osmanlı hanedanına aittir ve bu ailenin dışındaki herkes bu idareye tâbidir. Ayrıcalıklı bir sınıf asla yoktur.

Not: Osmanlı Devleti’nin 600 seneyi aşan devlet yapısının sırlarını 7 maddede sınırlandırmak bu büyük devlete haksızlık olur. Biz konuyu, sizler için 7 ana maddede özetledik. Daha ayrıntılı bilgiyi Yedikıta Dergisi’nin 47. sayısındaki (Temmuz 2012) “Osmanlı’nın Altı Buçuk Asır Ayakta Kalmasının Sırları” makalesinden öğrenebilirsiniz.

Görüntünün olası içeriği: çiçek, bitki, doğa ve açık hava

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek;

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek; 

- “Mahvoldum” dedi. Rasûlüllah; 

- “Seni mahveden şey nedir?” buyurdu. Adam: 

- “Ramazanda eşimle cinsî yakınlıkta bulundum” dedi. Rasûl-i Ekrem;

- “Bir köle azad et” buyurdu. Adam;

- “Köle bulamam” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.);

- “Peşpeşe iki ay oruç tut” buyurdu. Adam;

- “Buna da gücüm yetmez” deyince, Rasûl-i zî-şân (s.a.v.);

- “Altmış yoksulu doyur” buyurdu.

Buna da gücü yetmeyince, bir sepet içinde hurma getirildi. Allah’ın Rasûlü ona, bunları yoksullara tasadduk etmesini söyledi.

Adam, Medine’de kendilerinden fakir kimse olmadığını söyleyince, Rasûlüllah (s.a.v.) gülümsedi ve şöyle buyurdu:

- “Git; bunları ailene yedir "buyurdu.
(Essevkânî- Neylul'etvar)

Görüntünün olası içeriği: çiçek, bitki, gökyüzü, doğa ve açık hava

Kâbe nin taşını toprağını değil, Allah'ın evini ziyarete gidiyoruz, Kudret eli mesabesinde olan, iç

Kâbe nin taşını toprağını değil, Allah'ın evini ziyarete gidiyoruz, Kudret eli mesabesinde olan, içinde alemi ervahda "ben sizin Rabbiniz degilmiyim" sorusuna"EVET rabbimizsin" cevabımızi,ahdi ve sözümüzü içinde saklayan haceri esvedi öperek veya selamliyarak ahdimizde duruyor olduğumuzu isbat etmek sözümde duruyorum Allah'ım.
Yolunda kulluk ve dinine hizmettdyim diyerek ahdimizi yenileyip, o'raya inen nur ve enerji den istifade ile duanın kabul olduğu,kudsal mekânlarda ibadet edip gunahlarimizin yok edilip sevablarimizin yüzbin katına çıkartılarak,amel defterinin sevab sayfasını ve mizanin kefesini dolduracagimiz imkanın bize bahsedildiği bu kudsal mekanı mutlaka görmemiz gerekiyor,
Efendimizin yaşadığı ve İslami yaymak için çektiği sıkıntıları anlamak,onun sünnetine bağlılığımızı ve dine hizmetin neresinde olduğumuzu anlamak için çok önemli dir.
Bu kudsal beyti mutlaka görmenin yolunn bulmaya çalışmalıyız!

Görüntünün olası içeriği: yazı

Dünya yön vermeye çalışan İngiliz plancı, ABD uygalayicidir,en büyük düşmanlari, Osmanlı ve Ehli sünnet Türkiye sidir, 🐷 domuz dan post, olmaz! Yahudi ve nasaradan dost olmaz!

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, yazı ve açık hava

Herşeyin ilacı çaresi Kur'an'da vardır! Görene, köre ne!

Görüntünün olası içeriği: yazı

Ulu Hakan Sultan II. Abdülhamit Han, 33 yıl padişahlık yapmış muttaki bir zat idi. Yaptırdığı Yıldız Sarayı yakınında Hamidiye camiinde namazlarını kılardı. Bu camide uzun süre müezzinlik yapmış bir hafız diyor ki , " her sabah camii erken açarken, Sultan'ı benden önce camide bulurdum. Öyle ki bazen de saraya gitmez, camide sabahlardı. Ben de erken kalkmada bir türlü Sultan'a erişemezdim."

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, sakal

Milimi milimine Ehli sünnet.

Hz.Mevlana nın namaz değerlendirmesi*

Gönül ustası Hazret-i Mevlânâ, insanı ilâhî huzura ulaştıran tekbir, 
kıyam, rükû, secde, selam ve dua gibi namaz rükünlerine oldukça
düşündürücü mânâlar kazandırır.

Namaza tekbirle girmek, İlâhî, biz senin huzurunda kurban olduk
demektir. [Tekbir getirerek kurban kesildiği gibi, tekbirle namaza
başlamak da Allahım, canımız sana feda olsun anlamındadır.]

Namazda kıyama durmak, Allahın huzurunda kıyametteki muhasebeyi
hatırlatır. Kul, biraz sonra hakkıyla yerine getiremediği kulluğundan
ve işlediği günahlardan dolayı, utancından ayakta durmaya dermanı kalmaz, rükûa eğilir.

Başı rükûda iken Hakkın suallerine cevap ver! diye İlâhî ferman gelir. Kul, rükûdan başını mahcup olarak kaldırır. Ayakta duramaz, yüz üstü secdeye kapanır.

Tekrar ona Secdeden başını kaldır! Yapmış olduklarından haber ver!
diye ferman gelir. O, yine mahcup bir halde başını kaldırırsa da,
tekrar yüzüstüne kapanır.

O ağır yükün tesirinden dizleri üstüne çöker. Sağa selam verir;
peygamberler ve melekler tarafına bakar, onlardan şefaat talep eder.
Onlar derler: Çare ve yardım günü geçti. Çare, ancak dünyada
olabilirdi. Orada salih amellerde bulunmadınız, o günler gitti.

Sola selam verir; akraba ve yakınlarının tarafına bakar. Onlardan da
bir fayda göremez.

Herkesten ümidini kesince, dua için iki elini kaldırır. Ya Rabbi,
herkesten ümidimi kestim. Kuluna melce ancak Sensin. Senin rahmet ve
mağfiretine sınır yoktur

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Hadis-i Şerif : “Ramazan-ı Şerifte bir umre, benimle yapılan bir hacca muadildir. (Müttefekun Aleyh)

Fotoğraf açıklaması yok.

33 SİLSİLE-İ SAADAT KS. EFENDİLERİMİZ

Fotoğraf açıklaması yok.

sıfatı zatiyye sıfatı subutiyye

Fotoğraf açıklaması yok.

H.Ş : “Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, yaşlılığın getirdiği tâkatsizlik ve bunaklıktan, kasvetten (katı kalplilikten), gafletten, yokluktan, zilletten, mal ve hayır azlığından, meskenetten (kötü hâlden) Sana sığınırım. Nefsin doymak bilmeyen ihtiyaç hissinden, küfürden, fâsıklıktan, hakka muhâlefetten ve ayrılıktan, nifaktan, süm’adan (amelleri insanların duyması için yapmaktan), riyâdan Sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, barastan ve her türlü kötü ve müzmin hastalıklardan Sana sığınırım.” (Buhâri, Tefsir, 16/1; Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 1489; Hâkim, el-Müstedrek, I, 712/1944)

Görüntünün olası içeriği: yazı

Bu dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise, oradan birinci kat semaya da o kadar mesafe vardır. Fenciler henüz birinci kat semayı keşfedemediler. Ne zaman bu Türkiye'nin büyüklüğü kadar ayna yaparlarsa, belki o zaman birinci kat semayı öğrenebilirler. Batıl bir görüş olan "sonsuz uzay boşluğu" iddialarının ne kadar yanlış olduğunu gözleri ile görürler. Süleyman Hilmi Tunahan.(k.s )

Fotoğraf açıklaması yok.

27 Mart 2019 Çarşamba

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) demiştir ki, her kim Ayasofya’da iki rekât namaz kılar, o cennetliktir.

Hasan Bozkurt -------------Evet. Bu bir efsane veya rivayet değil. Birçok kaynakta yazıyor. Anonim Osmanlı tarihinde bu olay şu şekilde nakledilmekte bizlere, günümüz Türkçesiyle aktarıyorum, Eyüp Sultan Hazretleri (radıyallahu anh) diyor ki: “Bizim buraya gelmekten muradımız Ayasofya’ya girip iki rekât namaz kılmaktı. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) demiştir ki, her kim Ayasofya’da iki rekât namaz kılar, o cennetliktir. Fakat küffara üstünlük sağlayamadık, şehri alamadık. Varıp gidelim, barış ile kale kumandanına diyelim ki; bizler Ayasofya’da namaz kılıp çıkmak isteriz.” Bu istekleri iletildikten sonra içeride bir istişare yapılıyor ve Müslümanların içinden sadece bir gruba, en yaşlılarına izin veriliyor. Hazreti Eyüp Sultan (radıyallahu anh) zaten doksan yaşını aşmış olarak, silahsız bir grup ile birlikte içeri girip namaz kılma niyetine ulaşmış oluyor. Şehit olması ise daha sonra; çıkarken kapının açıldığını gören, dışarıdan bir grup tekrar saldırıya geçiyor, o hengâmede sur dibinde şehit düşüyor..... ://gonuldergisi.com/fethin-sembolu-ayasofya-kadar-onemli...

Sinüzit migren horlama ve geniz akıntısını bitiren mucize yöntem

Fotoğraf açıklaması yok.

Dmar tıkanıklığı için

Fotoğraf açıklaması yok.

FATİHA-İ ŞERİFE’NİN ESRARI .!

FATİHA-İ ŞERİFE’NİN ESRARI .!

(الْحَمْدُ ) Beş HARFLİDİR .

CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR: BU KULUMA 5 VAKİT NAMAZIN SEVABINI VERİN.

(للّهِ) ) ÜÇ
HARFTİR.

TOPLAM 8 HARF ETTİ. CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BU KULUMA CENNETİN 8 KAPISINI DA AÇIN.

(رَبِّ الْعَالَمِينَ ) ON HARFTİR.

TOPLAM 18 HARF EDER. CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BU KULUMA 18 BİN ALEMİN SEVABINI VERİN.

(الرَّحْمـنِ) ALTI HARFTİR.

TOPLAM 24 EDER.CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BU KULUMA 24 SAAT İBADET ETMİŞ SEVABI VERİN.

(الرَّحِيمِ) ALTI HARF.

TOPLAM 30 HARF EDER.CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BU KULUMA 30 (GÜN) RAMAZAN SEVABI VERİN.

(مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ) ON İKİ HARFDİR.

TOPLAM 42 HARF EDER.CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BU KULUMA 42 REKAT (5 VAKİTTE 40 REKAT + 2 REKAT KUŞLUK NAMAZI ) NAMAZ SEVABI VERİN.

(إِيَّاكَ نَعْبُدُ  SEKİZ HARFTİR.

TOPLAM 50 HARF EDER.CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BU KULUMU SIRATTA HİÇ BEKLETMEYİN.(SIRATTA 50 SENE BEKLENİR.)

(وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ) = ON BİR HARFTİR.

TOPLAM 61 HARF EDER.CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BU KULUMA 61 DENİZDEKİ (DÜNYADA KÜÇÜK – BÜYÜK 61 DENİZ VARDIR) HER DAMLA MİKTARI SEVAP VERİN.

(اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ) =ON DOKUZ HARFTİR.

TOPLAM 80 HARF EDER.CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BU KULUMUN 80 BÜYÜK GÜNAHINI SİLİN.

(صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ) = ON DOKUZ HARFTİR.

TOPLAM 99 EDER.CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BENİM ESMA – İ HUSNE’MİN SEVABINI VERİN.

(غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ) = ON BEŞ HARFTİR.

TOPLAM 114 EDER.CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR:BU KULUMA 114 SURENİN SEVABINI VERİN.

(وَلَا الضَّالِّي) = ON HARFTİR.

TOPLAM 124 HARF EDER.CENAB-I HAK MELEKLERE ŞÖYLE BUYURUR: BU KULUMA 124 BİN PEYGAMBERİN SEVABINI VERİN.( BİR RİVAYETE GÖRE 124 BİN PEYGAMBER GÖNDERİLMİŞTİR.)

(آمين ) = DÖRT HARFTİR.

BUNU SÖYLEYEN DE 4 BELADAN EMİN OLUR:
1)İMANIN ZAİL OLMASINDAN.
2)ARASAT MEYDANINDA Kİ KORKUDAN.
3)SIRATTAN
4)CEHENNEMDEN
AYRICA ;
(آمين) DEKİ
(Elif) =ADEM A.S.
(Mim) = MUHAMMED A.S.
(Ye) =YAHYA A.S.
(Nun ) = NUH A.S. ‘ A DELALET EDER VE ŞU ŞEKİLDE DUA YAPILMIŞ OLUR: YA RABBİ! BU 4 PEYGAMBER’İN YÜZÜSUYU HÜRMETİNE DUALARIMI KABUL EYLE.
Fotoğraf açıklaması yok.

Muhammed Hâdimî Hazretleri – Büyük Evliya.

Muhammed Hâdimî Hazretleri. Efendimizin (s.a.v.) yüce ruhâniyetiyle görüşüp. kendilerinden bilgi ve irfan almışlardır.
Imam-ı Birgivî Hazretleri’nin “Tarikat- Muhammediyye” isimli kitabına şerh yazarken, ihtiyaç duyduğu zaman “tayyı mekan” kerametiyle Medine-i Münevvereye gidip, Efendimizin yüce ruhâniyetinden yardım istemişlerdir.
Osmanlı Padişahlarından Birinci Mahmud, yıllarca Medine’de Harem muhafızlığı görevinde bulunan Hacı Beşir Ağa’ya; (bu zatın kabri. Istanbulda, Eyyûb Sultan (r.a.) hazretlerinin naziresinde ve hemen caminin giriş kapısındadır} Harem-i şerifte kaldığın zaman içerisinde fevkalâde bir hadise görüp görmediğini sorar. Harem-i Şerifin eski emniyet âmiri Beşir Ağa başından geçen bir hadiseyi Padişaha, şöyle anlatır.
“-Ravza-i Mutahharedeki, Cibril (Cebrail) kapısı bazı geceler seher vakti kendiliğinden açılır, fakat içeriye kimsenin girdiğini görmezdim. Bir defasında kararımı verdim, bu gece sahaba kadar uyanık kalacak ne pahasına olursa olsun gelenin kim olduğunu öğrenecektim. 0 gece kapı yine açıldı. Hemen kapıya koştum, içeriye bir zât girdi.
Heyecan ile;Kimsin? diye sordum.” 0 zât:
Konya’nın Hâdimî kazasından Muhammed Hadimî’yim,” diye cevap verdi. -“Ziyaret sebebin nedir?”
İmam-i Birgivî Hazretlerinin; “Tarikât-ı Muhammediyye’ isimli kitabına bir şerh yazıyorum. Şüphe ettiğim bazı yerleri Rasûlullah’ın bizzat kendisinden öğrenmeye geldim.”
Kendisini odama götürdüm. Sohbet ettik. Bir müddet yanımda kaldıktan sonra kibar bir şekilde izin istediler:
“Beşir Ağa! Müsâde ederseniz gidip biraz çalışayım?” Ben de;
Hay! Hay! Gidin çalışın, dedim ve Sabah namazından sonra yine odama teşrif ediniz, diye rica ettim.” 0:
Memleketimde imamlık vazifem var! Bana izin ver… ” dedi ve ayrılıp gitti. Birinci Mahmud heyecan ile sordu: –0 zâtı bir daha gördün mü?”
Evet Efendim! Bundan sonra da arada sırada gelirdi, kendisiyle çok görüştüm.” Padişah, yine hayretle sorar: -“0 zâtı görsen tanır mısın?” -“Tanırım.”
Padişah bu hadisenin doğruluğunu öğrenmek için, Muhammed Hadîmî hazretlerine benzeyen kişileri tesbit etti. Memleketin bir çok âlimleri ile beraber Muhammed Hadimi Hazretlerini de İstanbul’a davet etti. Hadimi Hazretlerine benzeyen kişiler toplandı.
Sonra Hacı Beşir’i çağırarak gelen topluluğu ona gösterdi.
Bunların içinde Hadîmî hangisidir?” diye sordu.
Hacı Beşir Ağa o kadar topluluk içinde Muhammed Hadimi Hazretlerini tanıyarak yanına gitti.
Hoşgeldiniz Hoca!” deyip Muhammed Hâdimî Hazretlerinin mübarek ellerini öptü.” Padişah ve orada bulunan bütün devlet erkânı da hâdisenin doğruluğuna inandılar. Hızır Aleyhisselâm” isimli eserime bakınız, Mütercim.
Bu konuda İmam Buhârî hazretlerinin. Askalânî hazretlerinin ve bir çok âlimin hikâyeleri vardır. Bu şekilde bir Çok evliya ve âlim Efendimiz {s.a.v.) hazretlerinin ruhâyetinden ilim ve irfan almışlardır….
“Dİvân-ı Sâlihîn” de, Efendimiz (s.a.v.) hazretleriyle manevî olarak görüşürler…
İslâm’ın edep, terbiye, hayatından yoksun, Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin sünnetinden uzak ve şeriat dışı yaşayan ve işin ehli olamayan bazı zındıkların, bu işi sû-i istimal ederek; “istedikleri ân Efendimiz (s.a.v.) hazretleriyle görüştüğünü ve ona fetva danıştığını…” iddia etmelerine de kulak vermemek lazım.Bu konuda ileri ve geri konuşanlar çok… Mütercim
İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/50

Görüntünün olası içeriği: açık hava

Belediye nikahı dinî nikah yerine geçer mi! İlmi ile amil son Osmanlı Uleması merhum Ahmet Davudoğlu bir süre İstanbul İslam Enstitüsü başkanlığında bulunmuştur. Bir defasında Konya'ya müftüler toplantısına konuşmacı olarak davet etmişler. Oradaki konuşmasından sonra kendisine müftüler tarafından bazı sualler yöneltildi. Bu suallerden birisi olan " belediye nikahı caiz midir?" sualine caiz değildir. Asıl nikah dini nikahtır. Belediye nikahı sadece kayıttan ibarettir diye cevapladığı için ne yazıktır ki kendi talebeleri tarafından şikayet edilerek iki sene hapse mahkum ettirilmiştir.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, mizahi görüntü ve yazı

Çanakkale’nin gerçek kahramanı: Sultan Abdülhamid !


Cumhuriyet dönemi resmi tarihçileri, tarihi Atatürk ile başlatma eğilimindedirler. Öyle ki 19 Şubat 1915 tarihinde başlayıp 8 Ocak 1916’da biten Çanakkale zaferini, yüzlerce subaydan biri olan Yarbay Mustafa Kemal ekseninde anlatırlar.

20. yüzyılın en büyük savaşlarından ilki olan Çanakkale savaşlarında Osmanlı’nın 2 zaferi vardır: Birincisi 19 Şubat 1915’te başlayıp 18 Mart’ta elde edilen Deniz Zaferidir.

Deniz zaferinde Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal hiç yoktur.

İkincisi de 25 Nisan 1915’te başlayıp 8 Ocak 1916’da biten Çanakkale Kara Savaşları’dır.

8 ay süren kara savaşlarında ise Yarbay Mustafa Kemal Ağustos ayına kadar üç ay süreyle vardır. Savaş ondan sonra 5 ay daha devam etmiştir.

Bunları Mustafa Kemal’i görmezden gelmek için yazmıyorum, diğer kahramanları hatırlatmak için yazıyorum.

Benim bugün temas etmek istediğim asıl konu ne deniz ne de kara savaşlarının kahramanlarıdır.

Çanakkale Zaferi’nin gerçek kahramanı devrik sultan 2. Abdulhamid Han’dır.

Evet yanlış duymadınız, dönemin padişahı Mehmed Reşad değil, Beylerbeyi’nde mecburi ikamete tabi tutulan devrik sultan 2. Abdulhamid Han’dır.

Çünkü dönemin iktidar partisi İttihad ve Terakki bırakın Çanakkale’de savunmayı İstanbul’dan bile çekilmeyi kararlaştırmıştı!

19 Şubat 1915 tarihinde düşman donanması Çanakkale Boğazı’na hücum etmeye başlamış, boğazın girişini ele geçirmişlerdi. Donanma Komutanı Amiral Carden İngiltere’ye bir telgraf çekerek, “14 gün sonra İstanbul’da olacağız” diye yazmıştı.

İttihatçılar artık savunmamızın dayanamayacağına inanmışlar başkent İstanbul’un boşaltılarak Eskişehir ve Konya’ya nakledilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına karar vermişlerdi. Eskişehir ve Konya’da padişahın meclisin ve bakanların yerleşeceği binalar ayarlanmış tefrişi yapılmıştı. Hangi vasıtalarla intikal edileceği planlanmış ve cepheden her 10 dakikada durum raporu istenmiştir.

Anadolu’ya geçme planları yapılmıştı ama bir sorun vardı. İttihatçıların tahttan indirdikleri sabık sultan II. Abdulhamid Beylerbeyi sarayında zorunlu ikamete tabiydi ve onu da götürmek gerekiyordu. İstanbul’da bırakılırsa işgal güçleri onu padişaha karşı kullanabilirdi. Fakat 33 sene memleketi idare etmiş dirayetli Sultana bunu kim anlatacak ve kim ikna edecekti.

Tartışmalardan sonra Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın başkanlığında bir heyet durumu Beylerbeyine giderek anlatma kararı verdi. Gittiler, Paşa durumun nezaketini anlattı. Sabık Sultan paşanın sözü bitince konuşmaya başladı.

“Şevketli biraderimin hak-i paki şahanelerine arz-ı ubudiyet ederim. Endişeleri gayri varittir. Eğer dokunulmamış ise Çanakkale’yi ben zamanında fevkalade tahkim etmiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi kabil değildir. Amma farzı muhal olarak öyle bir felaket başa geldiği takdirde Hakan’ın yapacağı şey tacını tebaasını terk ile kaçma zilletini işlemek değil, eyvanı payitahtının taşları altında canını feda etmektir. Hazreti Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman Bizans imparatoru Kostantin kaçmayıp harp ede ede yıkılan kalelerinin altında can vermek kahramanlığını göstermiştir. Biz Fatih’in soyu, Kostantin’den geri kalmayız. Zat-ı şahaneye böylece arz edin müsterih olsunlar ve ezeli iradeye boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar. Düşman buraya giremez. Bana gelince ben artık bir yere gitmem. Yegane arzum burada ölmektir. Biraderimden ve hükümet-i seniyyeden bu arzuma yardımcı olmalarını dilerim” der herhangi bir cevaba mahal bırakmadan kalkıp odadan çıkarak görüşmeyi bitirir.

33 yıl Osmanlı mülkünü idare etmiş bu tedbirli padişahın kararlı ve isabetli tavrı Çanakkale Boğazı’nın geçileceği ihtimaline kanaat getiren maceracı İttihat ve Terakki iktidarını bu riskli karardan vazgeçirmiştir.

Çanakkale’de direniş ondan sonra başlamıştır.
Büyük adam sarayda da büyüktür sürgünde de.
Mekanları cennet olsun.

(Resul Tosun/Star)
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor ve sakal

İmam-ı Ebu Hanife'nin Kabri'nin Bulunması

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü ve açık hava

kanuni Sultan Süleyman Bağdat'ı alınca (1534) Ebu Hanife'nin mezarını bulup türbe yapmak istedi. Onu en çok meşgul eden şey Ebu Hanife'nin mezarını bulmaktı. 
Çünkü bu kabir şiiler tarafından tahrip edilmiş, üzerinde ne varsa yağmalanmış ve cesedi de yakılmıştı. 

Ebu Hanife'nin mezarını bulmak ve buraya türbe yapmak isteyen Kanuni Sultan Süleyman'ın Seraskerine bir adam gelir. Bu aslında Ebu Hanife'nin eski türbedarıdır ve durumu seraskere anlatır. 
Fakat Ebu Hanife'nin cesedini yakmak istedikleri sırada bir keramet yaşınmıştı. 
Ebu Hanife'nin kabrinin türbedarı olay yaşanmadan kısa bir süre önce Ebu Hanife'yi rüyasında görür. Ebu Hanife kendisinden cesedinin rafizilerin eline teslim etmemesini ister. Bunun üzerine türbedar, Ebu Hanife'nin cesedini mezarından çıkararak başka bir yere gömer ve yerine bir gayri Müslimi koyar. Ebu Hanife'nin mezarını tahrip eden rafiziler, onun mezarını da açıp Ebu Hanife diyerek o gayri Müslimin cesedini yakarlar. 
Serasker bu güzel haberi Padişah'a hemen iletir ve bu arada Taşkın namlı bir müderrisi de olayı araştırmakla görevlendirir. 
Şeyh Müderris türbedarın gösterdiği yeri kazdıktan sonra karşılarında çıkan bir duvardan misk kokusunu hisseder. Bu keramet üzerine türbedarın söylediklerinin doğru olduğunu anlarlar. Ceset bozulmamıştır.
Bu sırada sadrazam İbrahim Paşa'da bizzat mezara girerek türbenin girişindeki taşı kendi elleriyle kaldırır. Olayı duyan Padişah Kanuni bile koşarak olay mahaline gelir ve kazılan yere girer. 
Bütün orduyu sevinç sarar. O zamana kadar naşının yakıldığı düşünüldüğünden cesedinin bulunması büyük bir moral ve keramet olmuştu. Kanuni hemen mezarının üzerine bir türbe inşa etti. 
Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Hikmet Neşriyat, İstanbul, c.3, s.131-132

Kalblere vakıf olabilmek için,ya yolculuk yap,ya berâber yemek yemek yahut ta biraz sohbet edip dünyaya düşkünlüğü nu öğren! Sonra karar ver!

Görüntünün olası içeriği: yazı

“Musul'u istediklerinde verseydim, petrol arazilerini İngiliz lordlarının şirketlerine devretseydim, kalbimize saplanmak istenen Siyon hançerine karşı durmasaydım... Ben, Sultan Abdulhamid, tahttan indirilmezdim. Hanedanım, ailem, çocuklarım petrol arazilerinin yüzde 5 için bile pazarlık yapıp ortaklık kursaydım, dünyanın en zengin hanedanı olarak yaşar, istediğimiz gibi hüküm sürerdik. Peki ya milletimiz? Bu toprakları kanlarıyla bize vatan kılan ecdadımız? Onların huzuruna nasıl çıkar, nasıl hesap verirdim? Tarih, kazananların diliyle yazılır. İngilizler o gün için kazandılar ve beni zalim, diktatör, millet düşmanı diye anlattılar. Gerçeği Allah'tan gizleyemezler ya..!” Sultan Abdülhamid Han.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, sakal

Hasta olmamak için

Fotoğraf açıklaması yok.

Bu baharat 100'den fazla hastalığa iyi geliyor! 1 GRAMI HAFIZAYI UÇURUYOR..



Bu bitkinin bir çay kaşığı kadarı bile hafızayı güçlendirmeye yetiyor
Tayvan’da yapılan araştırma, kahvaltıda bir gram zerdeçal tüketmenin diyabetin ilk evresinde ve bilişsel becerilerinde azalma riski bulunan kişilerin hafızasını güçlendirdiğini gösterdi.

Diyabet teşhisi koyulan 60 yaşın üzerinde kadın ve erkeklerin katıldığı araştırmada, bilim adamları zerdeçalın hafızaya etkisini araştırdı.
Katılımcılar kahvaltıdan önce ve saatler sonra hafıza testine tabi tutuldu. Kahvaltıda bir gram zerdeçal tüketen katılımcılar testlerde daha başarılı oldu.
Araştırmanın sonuçları, “Asia Pacific Journal of Clinical Nutrition” dergisinde yayımlandı.
ZERDEÇAL İLE SÜPER ZAYIFLAMA

Malzemeler:
4-5 yemek kaşığı yağsız yoğurt
1 çay kaşığı toz tarçın
1 çay kaşığı zeytinyağı
1 çay kaşığı zerdeçal tozu
1 çay kaşığı zencefil tozu
Zayıflatan İksirin Yapılışı:

4-5 yemek kaşığı yağsız yoğurdu bir kaseye koyuyoruz ve içine malzemelerin tamamını ekleyip karıştırıyoruz. Hazırladığımız bu yoğurt kürünü sabah, öğlen ve akşam yemeklerden 1-2 saat önce aç karnına tüketiyoruz.
PEKİ ZERDEÇAL NASIL TÜKETİLMELİ?

Hindistan’da günde en az 1 çay kaşığı zerdeçal kullanılmaktadır. Bu nedenle, Hintlilerde akciğer, meme, böbrek kanserleri daha az görülmektedir. Ayrıca Alzheimer oranı yaşlılarda yok denecek kadar azdır.
Zerdeçalın zeytinyağı, karabiber, kırmızıbiber ile birlikte tüketilmesi vücut tarafından tamamen emilmesini sağlamaktadır.
Zerdeçalı kaynayan her yemeğe 1 tatlı kaşığı eklemekle kullanabilirsiniz.Hemen hemen her yemeğe yakışan bir tadı vardır. Süte ekleyerek içilebileceği gibi çayı da tüketilebilir. Fakat belki de en etkili kullanım salatalara ekleyerek, limon ve baharatlar ile kullanımıdır.
 LÜTFEN BEĞEN ve PAYLAŞ Kİ HERKES BİLSİN…!

Baharatların yemeklere verdiği lezzet kadar sağlığa sağlık katıyor olmasını da son yıllarda sıklıkla dile getirilmesinden dolayı öğrendik. Tüm dünyada keten tohumu ve çimden sonraki en faydalı baharat olarak kabul edilen curcuma longa linn bitkisinden elde edilen bir baharat 100 den fazla hastalığa şifa kaynağı olarak insanlığın kullanımına sunuluyor. Özellikle Hindistan ve Okinawa’da sıklıkla kullanılan bu mucize baharat sayesinde, bu bölgelerde kanser hastalığı çok nadir bir şekilde görülüyor. Hint Safranı olarak da bilinen bu mucize baharat aslında bizlerin de yabancı olmadığı ve artık pek çok insanın günlük hayatında kullandığı tanıdık bir bitki. Zerdeçal. Evet zerdeçal pek çok hastalığa deva olması ile biliniyor ve gerekli dozlarda alındığında pek çok hastalığı önceden önleme özelliğine sahip bir baharat. Şimdi sizlere bu mucize baharatın bazı faydalarından bahsetmek istiyorum.
Görüntünün olası içeriği: yazı ve yiyecek

MİSYONERLERİN GAYESİ


MİSYONERLERİN GAYESİ
Osmanlı Devletinin yıkılmasında misyonerlerin rolü çok büyüktür. Yıkılış devrinde, misyonerler, faaliyetlerini iki noktada toplamışlar:
Devletin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeni, Rum, Bulgar vs. gayr-i Müslim unsurların çocuklarını, açtıkları mekteplerde okutmuşlar ve onlara kendi milliyetçiliklerini aşılayarak, Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlar hazırlamalarına sebep olmuşlardı. Bir taraftan memleket içindeki çeşitli unsurların aralarına tefrika ve nifak tohumları ekerken; öte yandan Avrupa ve Amerika kamuoyunu, Türkiye’nin aleyhine kışkırtıyor; kendi tahrikleriyle kopan isyanların bastırılmasını, “Türkler Hıristiyan ahaliyi kesiyor!” şeklinde propaganda vesilesi yaparak, batı âlemini aleyhimize karar almak üzere harekete getirmeye çalışıyorlardı. Bundan bir asır öncesine kadar, Türk nüfusunun ekseriyette bulunduğu Tuna vilayetimizde, sakin bir hayat süren Bulgarların isyan etmelerine ve Avrupa Devletlerinin yardımıyla muhtariyet ve bilahare istiklal kazanmalarına en fazla hizmet eden müessese, İstanbul’da Protestan misyonerleri tarafından işletilen Robert Koleji isimli mektepti. Tuna Türklüğünün mahvına, Müslüman Rumeli’nin elimizden çıkmasına ve oradaki Müslümanların barbarca katledilmesine, geride kalanların ise hala zulmedilmesine, Bulgar yapılmak için zorlanmalarına, hep misyonerlerin ektikleri zehirli nifak tohumları sebep olmuştur.
Osmanlı Devletine bağlı Arap memleketlerinde yaşayan Hıristiyan Azap azınlıklara da Beyrut’taki Katolik – Fransız ve Protestan – Amerikan üniversitelerindeki misyonerler, Arap milliyetçiliği aşılayarak, Araplar arasında ayrılma ve parçalanma temayüllerini körüklemişlerdi. Yemen’de 1905’de ve daha sonra çıkan isyan hareketlerinde de mühim bir rol oynamışlardı.
Misyonerler ilk hamle de Müslüman Türkleri doğrudan doğruya Hıristiyan yapamayacaklarını bildiklerinden, onların genç nesillerini dinsiz olarak yetiştirmek, bu durumdan doğan maneviyat buhranına çare Hıristiyanlığı takdim etmek istiyorlar. Misyonerlerin bu siyasetini şu tabirle açıklamak yerinde olur: “Ağaç, sapı kendi dallarından yapılan bir baltayla kesilir.” Onların nazarında ideal Türk münevveri, Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’tur. Bilindiği üzere, babasının fikirleriyle yetişen ve tahsilin bir misyoner mektebinde yapan Haluk, dinini ve tabiiyetini değiştirerek bir Protestan papazı olmuş Amerika’ya yerleşerek milletini ve vatanını inkâr etmiştir. 

Tarihi Hakikatler – 1 Çamlıca Basım s. 67–68–69
Görüntünün olası içeriği: yazı

Ayasofyanin kıblesini kim düzeltti,camiyi yıkmadan?

Hızır as'ın Ayasofya'yı kıbleye çevirdiği direk ve parmak izi!

Fatih sultan Mehmed İstanbul'u fethettikten sonra, ilk cuma namazını Ayasofya'da kılmak için kilisenin derhal camiye çevrilmesini emretmiş, ordudaki ustalar kısa sürede Ayasofya Kilisesi'ni, Büyük Fetih Camii'ne çevirmişler ve cuma namazına hazırlamışlar.
Cemaat toplanmış Fatih Sultan Mehmed etrafındakiler:
- Aranızda ikindi namazının sünnetini hiç kaçırmayan var mı? diye sormuş.
- Eğer kaçırmayan varsa bütün cemaatin başına o geçecek ve imamlığı o yapacak, demiş.
Herkes büyüklere bakmaya başlamış.
Fatih Sultan Mehmed'in orada bulunan lalası da diğer alimlere ve en son da Akşamseddin'e bakmış. Ama herkes başını yere eğmiş.
Akşamseddin bile başını yere eğmiş ve:
- Bir keresinde evime misafir geldi.
Misafirleri kıramadığım ve çok meşgul olduğum için ikindi vakti keraate girdi.
Hayatımda sadece bir kez ikindi namazının sünnetini kılamadım, demiş.
Akşemseddin'in bu sözü üzerine
Fatih Sultan Mehmed:
- Ben hayatımda hiç ikindi namazının farzını ya da sünnetini kaçırmadım, demiş.
Bunun için de oradaki heyet tarafından İstanbul'un fethinden sonra Ayasofya'da kılınacak ilk cuma namazına imamlık yapmaya Fatih Sultan Mehmed layık görülmüş.
Yani hem padişah olduğu için hem de o kadar savaşın arasında ikindi namazının sünnetini kaçırmadığı için imamlığa geçmiş.
Fatih Sultan Mehmed imamlığa geçtikten sonra namaza başlamak için tekbir getirir ama hemen sonra durmuş ve sağına soluna selam vererek namazını bozar. Sonra tekrar tekbir getirmiş ve tekrar durur sağa sola selam vererek namazını bozar. Üçüncüsünde de tekbir getirdikten sonra ellerini bağlar ve ilk cuma namazını kıldırmaya başlar.
Cemaatten bazıları:
"Padişah büyük kibre girdi o kibrinden dolayı namazı başlatamadı" diye düşünmüşler.
Namaz kılındıktan sonra Fatih Sultan Mehmed'e namazı neden üç kere bozduğunu sormuşlar o da:
- İstedim ki namaz sırasında bana ve bütün cemaate Kabe görünsün,
yani biz Kabe'nin önünde namaz kılalım.
Bu niyetle birinci tekbiri getirdim fakat Kabe görünmedi. İkincisinde de tekbir getirdim Kabe görünmedi.
Fakat üçüncüsünde tekbir getirdim ve
Kabe gözümün önünde belirdi, demiş.
Bunun sebebini de Akşemseddin Hazretleri'ne sormuşlar o da bu hadiseyi şöyle anlatmış.
Demiş ki:
- Padişahımız üç defa tekbir getirdi.
Birinci tekbirde baktım ki, Ayasofya'nın yönü kıbleye bakmıyor. İçimden "İnşallah bir yanlış yapmayız" dedim.
İkinci kez tekbir getirdi, tekrar namazı bozdu, namazı bozduğu için sevindim.
Üçüncü tekbirde yine içimden:
"İnşallah namazını bozar" dedim.
Fakat o an bana manevi alemde
cemaatin en arka safı gösterildi. En arka safta, bir kişilik yerin eksik olduğunu gördüm. Bir an baktım ki Hızır Aleyhisselam, o bir kişilik yere doğru saf tutmak için gelirken
terler direğe parmağını soktu ve
Ayasofya'nın yönünü kıbleye doğru çevirdi. Ondan sonrada bir kişilik yerin eksik olduğu o safa geçti ve namaza durdu.
Böylece padişah üçüncü kez tekbir getirdikten sonra Kabe'yi tam karşısında gördü, bir daha selam vermedi ve böylece İstanbul'un fethetinden sonraki ilk cuma namazını kıldırdı..

Fotoğraf açıklaması yok.

BU YAZIYA HAYRAN KALACAKSINIZ‼*

Kullandığınız her sözcükle bir anlaşma imzalarsınız. 
Hem kendinizle hem karşınızdaki ile hem de tüm evrenle! 

*Bir insan gelecekte ne yaşayacağını merak ediyorsa*
*Bugün ne konuştuğuna baksın.*

Muhtemeldir ki bugün en çok konuştuğunuz şey yarının deneyimi olacak.

Peygamber Efendimizin bir hadisi vardır.
Der ki:
*Bela insanın diline bağlıdır..!*

Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz hasta olan birisini ziyarete gittiğinde hangi duaları ettiğini sormuş,
o da; *"Allah'tan sabır"* dilediğini söylemiştir.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz;

*"Musibetimde bana sabır ver"* yerine
*"Rabbenâ âtina fiddünyâ haseneten... "*
*(Ya Rabbi, bana dünyada da Ahirette de iyilik ver)*
*Duasını neden okumuyorsun?"* demiş.

Ayrıca Peygamber (s.a.v) yanından geçerken,
*"Ey Rabbim! Sen'den sabır istiyorum"* diye dua eden bir kişiye,
*"Sen Allah'tan bela istemiş oldun.*
*Bunun yerine O'ndan sağlık ve afiyet dile."* buyurmuş.
Olmasını *istemediğiniz* şeyleri dualarınızda dileklerinizde de anmayın!
*İstemediğiniz şeyleri sıralamayın.*

*Sadece OLMASINI İSTEDİĞİNİZ şeyleri söyleyin.*

"Ben hasta olmak istemiyorum "yerine,
*"Elhamdülillah ben sağlıklıyım."*
"Yaşlanmak istemiyorum" yerine
*"Ben her daim genç kalıyorum.."*
Yaşlanmak istemiyorum diyen insanların oradaki odağı yaşlanmaktır mesela...
*Ve sonucunda yaşlanmak kaçınılmazdır.*

*Öyle ki beyin negatifi algılamaz*

*Söylenen her sözü gerçek kabul eder.*

Mesela siz, *"Unutma"* dediğinizde onu *"unut"* olarak alır.

Onun yerine *"Aklında tut"* demek daha doğrudur.

Birisine,
“Panik yapma”
dediğinizde daha fazla panik olacaktır.

Bunun yerine *"sakin ol"* demek daha uygundur.

Bu yüzden ne yapmak *istemediğimizi değil ne istiyorsak onu söylemeliyiz!*

Birisi size eğer sizi gördüğünde *"hasta gibi görünüyorsun"* dediğinde,
eğer siz buna inanır ve onaylarsanız bu anlaşmayı imzalamış olursunuz ve çok fazla sürmeden hasta olacağınıza dair sizi temin ederim!

Hastalık demişken bazı insanlar var hastalıklarına sıkı sıkı sahip çıkan...
*"Benim şekerim var!"*
*"Benim tansiyonum var!"*
*BENİM..!!!*
"Benim" diyerek siz bu kadar sahip çıkarsanız o hastalık da sizi hayatta bırakmaz!

*Çünkü"Ben" diye başlayan her cümleyi bilinçaltı sahiplenir ve emir kabul eder.*

Bazen de kişi burada kurbanı oynamayı seçer. Hatta bazen bundan hoşlanır bile..
Çünkü o hastadır ve çevresinden daha önce görmediği ilgiyi görüyordur.
*Farkındalığı olan kişi ise o noktada bedeninin kendine verdiği mesaja bakar.*
Ve şu soruyu sorar *"Bilmem gereken şey ne?*
*Hayatımda neyi değiştirmem gerekiyor?"*
"Neden ben?" değil..
*"Nerede hata yaptım*
*Ve bu hastalıkla bedenim beni uyarıyor?"* demeliyiz.

Büyüklerin çok söylediği bir söz vardır.

*"Bir şeyi kırk kere söylersen olur."*

Hiç düşündünüz mü neden acaba?

*Çünkü dil neyi çok söylerse, bilinçaltı onu gerçek kabul eder, beyin onu gerçekleştirmek için harekete geçer.*

*OLUMLU KONUŞMAK ve DÜŞÜNMEK işte bu yüzden çok önemlidir.*

Dr. şöyle der: *"Olumlu kelimelere odaklanarak ve bunları yansıtarak genel sağlığınızı iyileştirebilir ve beynimizin işlevselliğini artırabiliriz.*

Enerjinizi hangi kelimeler üzerine odaklıyorsunuz?

*Eğer hayatınızın istediğiniz kadar güzel olmadığını fark ettiyseniz,*
*olumsuz kelimeleri ne sıklıkta kullandığınızı not etmek için bir defter tutun.*

Gerçekten daha iyi bir hayatın ne kadar kolay ulaşılabileceğini gördüğünüzde şaşıracaksınız.

*Kelimelerinizi değiştirin, hayatınız değişsin..*

Sözlerinizle birlikte davranışlarınızda değiştiğinde siz değişmeye başlarsınız.
*Siz değiştikçe yaşamınızda değişir.*
*Bir bakarsınız ki yaşamınız söyledikleriniz, düşündükleriniz, davranışlarınız olmuş..*

Bu yüzden *olmasını* istediğiniz şey neyse ona odaklanın *olmamasını* istediğinize değil..!

Şimdi şu iki cümleye bakın. Ve iki cümlenin de ayrı ayrı size ne hissettirdiğini düşünün..

- Bugün hava çok güzel ama yarın yağmur yağacak.
- Yarın yağmur yağacak olsa bile bugün hava çok güzel!
Sadece iki kelime AMA ve OLSA BİLE kelimeleri cümledeki ifadeyi ne kadar değiştiriyor değil mi? İlkinde olumsuz bir duygu durumu ikincide ise her şeye rağmen mutlu olma durumu.

*“İslam’ın Güler Yüzü”* isimli kitabında Profesör Hanımın çok ilginç bir tespiti var.

*“Bir kimse,”* diyor, *“Çayını içerken, kaşığını bardağın içinde dolaştırırken çıkan ses, uzaydaki bütün zerrelerden duyulur.”*
Aman Yâ Rabbi... Bu sözü okurken tüylerim ürperdi, kendimden geçtim.
Her şey ne kadar birbiriyle ilgili.

Bazı kimseler der ki, evimde kapım kilitli, perdelerim örtülüyken ben yapayalnızım. Kimseler yok.
İstediğimi yapabilirim. Kimin ne haberi olacak.
Bugünkü modern bilime ne kadar aykırı bir düşünce.
Mesele hiç de o kimsenin sandığı gibi değil.

*Hepimiz, her an, aklın alamayacağı bir gözetim, denetim içindeyiz.*

*Biz sade düşüncelerimizden değil, duygularımızdan da bütün evrene karşı sorumluyuz.*
*İçimizdeki kinden, nefretten, intikam duygusundan yükselen eksi elektrik, dünyadaki bütün zerreleri ürpertiyor,*
*Haberimiz var mı?*
*Veya içimizden yükselen ve içine yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün nebatatı, bütün eşyayı içine alan*
*bir hayır dua,* *bir güzel dilek,* *dalga dalga bütün zerrelere,* *iyinin, güzelin,* *temiz, asil ve yüce olanın ışınlarını yayıyor.*
*Ne olur kalbimizi, kafamızı* *hep sevgiyle, saygı ile,* *edep ile, incelikle,* *güzel duygularla doldursak."*

* Şems-i Tebrîzî der ki…*

* Eğer hala KIZIYORSAN* Kendin ile olan kavgan bitmemiş demektir.

*Eğer hala KIRILIYORSAN* Gönül evinin tuğlaları pekişmemiş demektir.

*Eğer hala KINIYORSAN,* af makamına ulaşmamışsın (öfke ve kin seni cayır cayır yakıyor) demektir.

*Eğer hala Allah için sevmiyor ve sevginde ayırım yapıyorsan,*
hala vesveseye kapılıyor, içindeki sevginin yoğunlaşmasına engel oluyorsun demektir.

*Eğer hala ”BEN” demekten vazgeçmiyorsan,*
*dizginlerin hala nefsinin elinde* *ve sen bu esarete boyun eğiyorsun demektir.*

*Eğer hala musibetlere yana yana üzülüyorsan, gerçeği bilmiyorsun demektir.*

Eğer hala şikayet ediyorsan, HAKİKATİ göremiyorsun demektir.
Görüntünün olası içeriği: açık hava ve doğa
Hakikat der ki:
*"Ne sen varsın, ne de ben... Var olan yalnızca HAKTIR.


Musafaha sunnete uygun yapılırsa günahları döker!!

Ebû Dâvud (r.a.) anlatıyor: Berâ bin Âzib (radıyallâhü anh) ile karşılaştım. Elimden tutup benimle musafaha yaptı ve bana tebessüm etti. Sonra da:“Senin elini niçin tuttum, biliyor musun?” dedi. “Hayır, bilmiyorum. Fakat bu yaptığında bir hayır olduğunu düşünüyorum.” dedim. Dedi ki: Bir gün Peygamber Efendimizle (s.a.v.) karşılaştım. Benim sana yaptığım gibi musafaha yapıp tebessüm etti. Sonra da “Niçin böyle yaptım biliyor musun?” diye sordu. Ben “Bilmiyorum” deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “İki Müslüman birbiriyle karşılaşıp, sadece Allâhü Teâlâ’nın rızası için musâfaha yaptıkları ve birbirine tebessüm ettikleri zaman günahları bağışlanmış olarak birbirinden ayrılırlar.”.(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr)
Görüntünün olası içeriği: bitki, çiçek, doğa ve açık hava

RAHMET MELEKLERİ :


SUÂL: Açıkta canlı resmi, cünüp kimse, içki, çalgı âleti ve köpek bulunan oda-ya rahmet melekleri girmiyor. Peki rahmet melekleri girmezse, bir zararımız olur mu? 

CEVAP: Melek girmeyen yere şeytan girer. Melekler masum oldukları için, du-âları kabul olur. Rahmet melekleri girmezse, onların edecekleri duâlardan mahrum kalmış oluruz. Birkaç hadîs-i şerîf meali şöyledir: 

“Sirke yiyen kimselere, iki melek, yemek bitinceye kadar duâ eder.” [İbni Asakir] 

“Melekler, sahura kalkan kimselere duâ eder.” [İmâm-ı Ahmed] 

“Din kardeşinin bir işini yapana binlerce melek duâ eder.” [İbni Ma-ce] 

“Melekler, insanlara iyilik öğreten kimselere duâ ederler.” [Tirmizi] 

“Yatağa abdestli yatan kimse için, o gece bir melek sabaha kadar, “Yâ Rabbi, bu-nu affet!” diye duâ eder.” [Hakim] 

“Misafir, sofrada iken, melekler ev sahibine duâ eder.” [Taberani] 

O hâlde, rahmet meleklerinin yapacağı bu duâlardan mahrum kalmamak için, melekle-rin girmesine mâni olan şeylerden uzak durmaya çalışılmalıdır.
Kur’an-ı kerimi hatmedene 60 bin melek dua eder.) [Hazinet-ül-esrar, Deylemi]

(Bir kimse, uygunsuzluk yapmadıkça, namaz kıldığı yerden ayrılıncaya kadar, melekler, “Ya Rabbi, buna rahmet et” diye dua ederler.) [Nesai]
Görüntünün olası içeriği: ağaç, gökyüzü, bitki, açık hava ve doğa

Erkeğin Başını Kapatması

Prof. Dr. Mesut Başak (İç Hastalıkları Uzmanı)

Son zamanlarda "kadının başını kapatması" gündemde iken, ben de "Erkeğin başını kapatması"ndan bahsetmek istedim. İslâm'da erkeklerin başına "takke"yi takacağı çeşitli durumlar vardır, bunlardan sadece bir tanesinde başa takke takılmaz ise mekruhtur, diğerlerinin uygulanmamasında dinen bir kayıp yok, fakat takvaca kazanç vardır. Namazda (yapılmazsa mekruh), Kur’ân okurken, yemekte, uyurken, tuvalette iken... İşte erkeklerin başlarına takke takmaları gereken yerler.

Tıp fakültesine girdiğimden beri her zaman kendi kendime sorduğum bir soru vardır: İbadetlerin vücudumuza olan faydaları nelerdir? Bunu her farz, vacip, sünnet, mekruh, mübah ve haram durumlarında düşünür, hekimliğim ile müslümanlığımı birleştirip çeşitli yorumlar yaparım. Beynimde, kalbimde ve ruhumda oluşan hazzı hekim olmayan müslüman kardeşlerimle ve İslâm'la şereflenmemiş diğer insanlarla hep paylaşmak istemişimdir.

Yemek yerken insanın vücudunda dolaşan kanın önemli bir kısmı mideye yönelmekte ve dolayısı ile beyine giden kan miktarı azalmaktadır (yemeğin sonuna doğru ve yemekten sonra uykumuzun gelmesinin sebebi budur). Yemek esnasında başımıza takke takılması ile sıcak tutulması beyin damarlarını genişleterek azalan beyinin kanlanması arttırılmış oluyor. Böylece beynimizin yemekte de normal çalışması sağlanmış oluyor...

İnsan tuvalette iken büyük ve küçük tuvaletini yaparken genelde en az bir kez olsun "ıkınma" ihtiyacı duyar. Ikınma esnasında vücudumuzdaki "vagal tonus" artışı olur ve bu sinir sisteminin faaliyetinin artması ile kalp hızı yavaşlar, dolayısı ile kalbin beyine pompaladığı kan miktarı azalır, beyin kanlanmasının azalması da kişinin bayılmasına sebep olur. Tuvalette iken oluşan bayılma ve ölümlerin büyük bir kısmı bu sebepten olmaktadır. Ikınma esnasında başımızda bir takkenin olması, başımızı sıcak tutmakta ve böylece beyin damarlarımızı genişleterek beynin kanlanmasını arttırmaktadır. Bu da kişinin bayılmasına engel olmaktadır.

Uyumak için sıcacık yatağımıza girdiğimizde, başımız yorganın dışında bu sıcaklıktan mahrum kalır. Başın, vücudun örtü altındaki diğer bölgelere göre daha soğuk olması beynin kanlanmasını azaltacaktır. Çünkü, vücudun daha çok ısınan bölümlerindeki damarlar genişleyerek daha fazla kanın oralara gitmesine sebep olacaktır. Beynin kanlanmasının azalmasına bağlı olarak oksijenlemesi de azalacak ve uyku bozukluklarına, sabahları yorgun kalkılmasına, depresyona, hatta bayılmalara sebep olabilecektir. Uyumak için yattığımızda başta bir takkenin olması, başımızı sıcak tutacak ve beynimizin kanlanmasını arttırarak bu kötü sonuçların oluşmasına engel olacaktır.

Yapılması takvaca üstünlük sağlayan bu prensiplere uyulduğunda insanın sağlık yönünden neler kazandığını birlikte müşahede ettik.

Görüntünün olası içeriği: şapka

Rahatsızlanınca

Görüntünün olası içeriği: yazı

İçimi yakan şudurki, Beni türkcülük yaparak tahttan indiren 150 kişinin içinde 1 tane gerçek türk yoktu. Sultan abdülhamid han hz

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazı

Biri hastalandığında ona

Görüntünün olası içeriği: yazı
Bilhassa üşüyen esneyen ve başağrısı çeken bir yakininiza okuyunca okuyunca nazardan kurtulduğunu ve rahatladığını hem kendisi hem çevresi fark edecektir!
Hâkeza,sihir büyü hastalarına belirli sayıda belirli günlerde Ayetel Kürsi ve İhlas la beraber okunursa şifa muhakkak dir,
Kur'an'ın ayetlerini şifa olduğunu inananlara,bildiren âyet vardır!

Duada bier şey isterken

Görüntünün olası içeriği: yazı

Duâ NEDİR? Duâ neymiş öğrenelim ve ihmal etmeyelim!

Duâ belâlari defeden,muşkilatlari halleden,muhim işlere kifayet eden,ihtiyaçlari gideren,dereceleri yükselten,hastalara şifâ veren,bereketlerin inmesine vesîle olan...
Mü'minin silâhı,dinin direği,goklerin ve yerin nûru,ibâdetlerin özü,ilticânın hası,kulun acizliğinin itirafı,tâatin alâmeti,kulluğun işareti,mahzûn ve münkesir gönüllerin ferâhı,âciz ve zelillerin mesnedidir.

Dua mühim kulluk vazifelerinden biridir.
Dua , çağırmak manasına masdardir.Küçükden büyüğe,aşagidan yukarıya doğru vakî olan talep ve niyaz için isim olmuştur.
Duanın hakikati kulun rabbine,imdat ve yardım dilemesidir.
Rabbisine muhtaçlıgini,arz etmesidir,bu bir Allah emridir,
Bir ayette:
Sizin duâniz olmasa ,Allah size neye değer versinki!
buyurmaktadir.

Görüntünün olası içeriği: çizim

Mehdi ne zaman gelecek miş,İsa a.s. ona yardım edecek miş,ip ucu bu mesajda ! Ârife tarif gerekmez!

RUHUL BEYAN TEFSİRİ.... 

Mehdi ne zaman gelecek miş,İsa a.s. ona yardım edecek miş,ip ucu bu mesajda !
Ârife tarif gerekmez!

300 sene önce yazılmıştır. Bu kıymetli eseri yazarı Şeyh İsmail Hakkı Bursevi Hazretleridir. Büyük keşif ve kerametler sahibi bir velidir. 1650-1725 yılları arasında yaşamış Bursa'da vefat etmiştir. Her biri ortalama 200 sahife olan 106 kıymetli eserin yazarı büyük bir alimdir. İsmail Hakkı Hazretleri bu tefsiri yazmasının sebebini şöyle anlatıyor: "Manevi babam Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin yardım ve delaleti ile bir gün rüyamda Rasülüllah Efendimiz bana ikramda bulundular. Arkamı sığayıp tatlı bir ifade ile Ümmetim için bir tefsir yaz " diye emir buyurdular. Bunun üzerine Allahü Teala'dan Ve Rasülüllah Efendimizin ruhaniyetinden yardım isteyerek bu tefsiri yazdım. İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri bu kıymetli tefsirini Bursa Ulu cami kürsüsünden Cemaate anlatarak 23 senede tamamlamıştır...-
MEHDİ (a.s.) hakkında buyururlar ki :
Mehdi a.s. osmanlı devletine muttasıl olarak gelecektir. ¨ Yani devleti osmaniye tarih sahnesinden çekilmeden, yıkılmadan o mübarek zat hayatta olacak ve osmanlı devletinin tarih sahnesinden çekilmesiyle, yıkıldıktan sonra onun devri, ihya ve tecdid vazifesi başlayacak binaen aleyh Mehdi a.s zuhuru osmanlı devletine muttasıl olacaktır diye geçer...

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü ve açık hava

"Besmele ile Beraber Bir Nefeste Okunan Fatiha-i Şerife’den Nail Olan Sevab"

(46.Kıssa)

"Besmele ile Beraber Bir Nefeste Okunan Fatiha-i Şerife’den Nail Olan Sevab"

Muhyiddini Arabi Hazretleri "Fütûhâtı Mekkiye" isimli kitabında şöyle dedi: 
"Sen Fatiha-i Şerîfe’yi, besmele fasılasıyla beraber kesiksiz olarak; bir nefeste okursan,
Muhammed Mustafa (s.a.v)'den yeminle, Cebrail (a.s)'dan yeminle, Mikâil (a.s)'dan yeminle, İsrafil (a.s)'dan yeminle.
Cenâb-ı Allah'ın şöyle buyurduğu rivayet edildi.

"Ey İsrafil Keremim, varlığım, celâlim ve izzetim hakkı için kim: "Bismillahirrahmanirrahıym" kavli şerifini Fatiha sûresine bitişik olarak bir kere okursa, siz şâhid olunuz ki,
ben onu mağfiret ettim, (günahlarını bağışladım),
onun hasenatını kabul ettim,
onun kötülüklerini geçtim,
onun dilini Cehennemde yakmayacağım,
onu kabir azabından, Cehennem ateşi azabından, kıyamet gününün azabından ve büyük korkudan onu korurum.
O kişi bana, Peygamberler ve evliyanın bulunduğu tarafından gelir. Yani evliya kullarımla beraber bana gelir."

(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:1 S:44)

Fotoğraf açıklaması yok.