MANEVİ NESEBİ SAHİH OLMAYAN ‘ŞEYH’LERİN ÖZELLİKLERİ
Manen görevlendirilmemiş (nâ ehil) şeyhlerin özellikleri nelerdir?
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri Rûhu’l Beyan Tefsiri’nde bu konuda şunları nakleder: Tasavvuf yoluna giren kişinin mürşid-i kâmile olan ihtiyacı; denizde boğulmakta olan kişinin, kendisini boğulmaktan kurtarması için iyi bir yüzücüye olan ihtiyacı gibidir.
Yüzücü, diğerlerini kurtarmak için onların elinden tutar. Yüzücü olduğunu söyleyen kişi, eğer tam iyi yüzme bilmiyorsa, kendisiyle beraber elini tutanların (müridlerinin) hepsi helak olup giderler.
Günümüzde mürid olmayan kişiler, şeyhlik iddia etmeye başlamıştır. (İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri 18. yüzyılın başlarında yaşamıştır, günümüzdeki durumu kıyas edelim.)
Cahil şeyhler;
İsimlerinin anılmasını,
Şöhretlerinin yayılmasını,
Müritlerinin çok olmasını isterler.
Bu yolda makam, mevki, kabul ve rant elde etmek için gayret sarf ederler.
Bu cahil şeyhler, bu büyük işi (irşad makamını) ve büyük övgüye layık olan (velâyet makamını ve şeyhliği) çocukların oyuncağı ve şeytanın güleceği bir şey hâline getirdiler.
Hatta şeyhlik makamına, miras yoluyla oturmaya başladılar.
Onlardan biri öldüğü zaman, o şeyhin oğlunu, hemen onun makamına oturtuyorlar.
Şeyhliği baba ve dededen alanların tarîkatları; gerçekten bitmiş, nuru sönmüş ve kesilmiştir.
Şeyhlik makamı, maddî bir makam değildir. Şeyhlik makamı, mânevî bir makamdır. Şeyh olmak için bir kişinin önce, evliyâ ve âlim olması lâzımdır. Velâyet makamına eren kişi; ilim, amel, takva ve ihlas ile Allah (c.c.)’a yaklaşır.
Şeyhlik sebebiyle nefsin hazlarını (insanların ilgi ve saygısını) kendisine çeken (ve dünyevî kazanç elde edenler), yeryüzünde Allah (c.c.)’ın şahidleri olan gerçek evliyânın indinde mel’ûndurlar. Çünkü bu kişiler kendilerini, büyük sâdâtın (evliyâullah ve mürşid-i kâmillerin) yerine koydular.
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri Rûhu’l Beyan Tefsiri’nde bu konuda şunları nakleder: Tasavvuf yoluna giren kişinin mürşid-i kâmile olan ihtiyacı; denizde boğulmakta olan kişinin, kendisini boğulmaktan kurtarması için iyi bir yüzücüye olan ihtiyacı gibidir.
Yüzücü, diğerlerini kurtarmak için onların elinden tutar. Yüzücü olduğunu söyleyen kişi, eğer tam iyi yüzme bilmiyorsa, kendisiyle beraber elini tutanların (müridlerinin) hepsi helak olup giderler.
Günümüzde mürid olmayan kişiler, şeyhlik iddia etmeye başlamıştır. (İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri 18. yüzyılın başlarında yaşamıştır, günümüzdeki durumu kıyas edelim.)
Cahil şeyhler;
İsimlerinin anılmasını,
Şöhretlerinin yayılmasını,
Müritlerinin çok olmasını isterler.
Bu yolda makam, mevki, kabul ve rant elde etmek için gayret sarf ederler.
Bu cahil şeyhler, bu büyük işi (irşad makamını) ve büyük övgüye layık olan (velâyet makamını ve şeyhliği) çocukların oyuncağı ve şeytanın güleceği bir şey hâline getirdiler.
Hatta şeyhlik makamına, miras yoluyla oturmaya başladılar.
Onlardan biri öldüğü zaman, o şeyhin oğlunu, hemen onun makamına oturtuyorlar.
Şeyhliği baba ve dededen alanların tarîkatları; gerçekten bitmiş, nuru sönmüş ve kesilmiştir.
Şeyhlik makamı, maddî bir makam değildir. Şeyhlik makamı, mânevî bir makamdır. Şeyh olmak için bir kişinin önce, evliyâ ve âlim olması lâzımdır. Velâyet makamına eren kişi; ilim, amel, takva ve ihlas ile Allah (c.c.)’a yaklaşır.
Şeyhlik sebebiyle nefsin hazlarını (insanların ilgi ve saygısını) kendisine çeken (ve dünyevî kazanç elde edenler), yeryüzünde Allah (c.c.)’ın şahidleri olan gerçek evliyânın indinde mel’ûndurlar. Çünkü bu kişiler kendilerini, büyük sâdâtın (evliyâullah ve mürşid-i kâmillerin) yerine koydular.
Tasavvufu Alet Ederek Halka Zulmedenler
İnsanların bazıları, tasavvufu alet ederek halka zulmediyorlar. Tasavvufî alet ederek halka zulmedenler, umumiyetle müteşâyihler ve onların câhil sofularıdır.
Müteşâyih Kimdir?
Gerçek olarak evliyâ olmadıkları ve irşâd makamına erişmedikleri halde; evliyâlık ve şeyhlik iddia edenlere “müteşâyih” (yani şeyhlik taslayanlar) denilir.
Müteşâyih, تَفَاعُل “tefâul” babından ism-i fail’dir. Bilindiği üzere, tefâül babının binâsı, çok kişi arasında müşâreket için olduğu gibi; içten olmayan bir şeyi izhâr etmek manasına da gelir.
İlim sâhibi olmayan câhil insanların bilgiçlik taslamalarına “Teâruf-i câhilâne” denildiği gibi, gerçekten, mârifet ehli, evliya, şeyh olmadığı ve hakikî manâda bir ermişliği olmadığı halde, baba ve dedelerinin sâlih insanlar, şeyh veya temiz kişiler olmasını ileri sürerek; kendilerinin de mârifet ehli, ermiş, şeyh veya evliyâ olduğunu iddia edenlere de “Müteşâyih” denir.
Tasavvuf tâbiri olan Müteşâyih, şeyh olmadığı halde şeyh gibi görünen, sahte şeyh, şeyhlik taslayan kişi demektir.
Sadık vicdânî, müteşâyihlerin İslâm dinine verdikleri zararı şöyle beyan etmektedir:
Din-i mûbîn-i ahmed-i mürsel be-bâd dâd
Der sünniyân teşeyyuh der-şia ictihâd
İslâm dinini sünnîlikte teşeyyuh, şiîlikteki içtihâd berbâd etti.
Nâbî (k.s.) Hazretleri müteşâyihler hakkında şöyle buyurmaktadır:
Asırda zındık simâ şeyhler
Müstecabu’d-da’velikte lâf atar.
Gaybtan mansıb verip tâliblere
Aldatıp halkı velâyetler satar.
Müteşâyih’lerin İslâm dinine vermiş olduğu zararı hiçbir din düşmanı vermemiştir.
Din kisvesine bürünüp, saf Müslümaların tertemiz duygularını istismâr eden insanların bu yolda kazanmış oldukları her türlü mal, para ve maddî çıkar, fahişelerin kazançları ile aynı katagoride değerlendirilir.
Merhum Ziyâ Paşa, fuhuş yapılarak kazanılan mal ile din alet edilerek kazanılan para ve mala şöyle lanet okumaktadır:
“Lanet ola ol male ki, tahsiline anın
Ya din ola, ya ırz-u namus ola alet.”
Müteşâyihlerin şerrinden ve fitnelerinden Allâh’a sığınırız!
Sahte Şeyhlerin En Büyük Günahları
Evliyâ olmadığı halde evliyalık, şeyhlik ve mürşidlik iddia eden kişiler;
1- Allâh’a iftira ediyorlar.
Çünkü evliyâ olmadıkları halde evliyâ olduğunu iddia ediyorlar.
2- Müslümânları kandırıyorlar.
Müslümânlar, onları ermiş, evliyâ ve mürşid-i kâmil sanıyorlar. Onlara geliyorlar.
3- Halkın dinî vazifelerini yapmasına mani oluyorlar.
Sahte şeyhlerin çoğu dinen zengin oldukları halde ve kendilerinin zengin olduklarını kendileri de bildikleri halde; halktan zekât ve fıtre gibi mâlî ibâdetleri istismar ediyorlar.
Halktan kendi adlarına zekât ve fıtre topluyorlar.
Bunun büyük bir sakıncası vardır.
Dinen zengin olan bir kişinin zekât alması haramdır. Ona verilen hangi niyetle verilirse verilsin zekât olmaz…
(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder