........ SİLSİLE-İ SAADATIN 2. HALKASI OLAN SELMANİ FARİSİ RA.. Bir gün beni satın alan yahûdinin bahçesinde bir hurma ağacı üzerinde çalışıyordum. Sahibim, yanında biri ile bir ağaç altında oturup konuşmakta idi. Bir ara dediler ki, Evs ve Hazrec kabileleri helâk olsunlar. Mekke’den bir kimse geldi. Peygamber olduğunu söylüyor. Ben bu sözleri işitince kendimden geçip az kalsın ağaçtan yere düşüyordum. Hemen aşağı inip, O şahsa ne diyorsun? dedim. Sahibim bana bir tokat vurdu ve “Senin nene lâzım ki soruyorsun sen işine bak” dedi. O gün akşam olunca bir miktar hurma alıp, hemen Kuba’ya vardım. Resûlullah’ın (s.a.v.) yanına girip “Sen sâlih bir kimsesin yanında fakirler vardır. Bu hurmaları sadaka getirdim” dedim. Resûlullah (s.a.v.) yanında bulunan Eshâba “Geliniz hurma yiyiniz” buyurdu. Onlar da yediler. Kendisi asla yemedi. Kendi kendime işte bir alâmet budur. Sadaka kabul etmiyor dedim. Eve dönüp bir miktar hurma daha alıp, Resûlullaha (s.a.v.) getirdim. Bu hediyedir dedim. Bu defa yanındaki Eshâb ile birlikte yediler. İşte ikinci alamet budur dedim. Götürdüğüm hurma yirmibeş tane kadar idi. Halbuki yenen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resûlullahın (s.a.v.) mucizesiyle hurma artmıştı. Kendi kendime bir alameti daha gördüm dedim. Resûlullahın (s.a.v.) yanına ikinci defa varışımda bir cenaze defn ediyorlardı. Nübüvvet mührünü görmeyi arzu ettiğim için yanına yaklaştım. Benim muradımı anlayıp, gömleğini kaldırdı. Mübârek sırtı açılınca Nübüvvet mührünü görür görmez varıp öptüm ve ağladım. O anda Kelime-i şehâdeti söyleyerek müslüman oldum. Sonra da Resûlullah (s.a.v.)e uzun yıllardan beri başımdan geçen hâdiseleri bir bir anlattım. Halime teaccüb edip, bunu Eshâb-ı kirâma da anlatmamı emir buyurdu. Eshâb-ı kirâm toplandı, ben de başımdan geçenleri bir bir anlattım..” Selmân-ı Fârisî îmân ettiği zaman Arap lisanını bilmediği için tercüman istemişti. Gelen yahûdi tercüman, Selmân-ı Fârisî’nin Peygamberimizi (s.a.v.) meth etmesini aksi şekilde söylüyordu. O esnada Cebrâil (a.s.) gelip Selmân’ın sözlerini doğru olarak Resûlullaha (s.a.v.) bildirdi. Durumu yahûdi anlayınca, Kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu. Selmân-ı Fârisî müslüman olduktan sonra, köleliği bir müddet daha devam etti. Peygamberimizin (s.a.v.),“Kendini kölelikten kurtar yâ Selmân!” buyurması üzerine sahibine gidip, azâd olmak istediğini söyledi. Buna zorla râzı olan yahûdi, üçyüz hurma fidanı dikerek yetiştirip ve hurma verir hâle getirmesi ve kırk rukye altın (o zamanki ölçüye göre bir miktar altın) vermesi şartıyla kabul etti. Bunu Resûlullaha haber verdi. Resûlullah (s.a.v.) Eshâbına; “Kardeşinize yardım ediniz” buyurdu. Onun için üçyüz hurma fidanı topladılar. Resûlullah (s.a.v.) “Bunların çukurlarını hazır edip, tamam olunca bana haber ver” buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince Resûlullah (s.a.v.) teşrif edip, kendi eliyle o fidanları dikti. Bir tanesini de Hz. Ömer dikmişti. Hz. Ömer’in diktiği hâriç, hepsi, Allahü teâlânın izni ile, o sene hurma verdi. O bir taneyi de söküp, kendi mübârek eli île yeniden dikti ve diktiği anda hurma verdi. Bundan sonra Ehl-i suffâ arasına katıldı. Buyurdular ki: Bir gün bir zât beni arıyor ve “Selmân-ı Fârisî’yi Mükâtib-i fakir (Efendisi ile hürriyetine kavuşmak için belli miktarda anlaşan köle) nerdedir” diye soruyordu. Beni buldu ve elindeki yumurta büyüklüğündeki altını verdi. Bunu alıp Peygamberimize (s.a.v.) gittim ve durumu arz ettim. Resûlullah (s.a.v.) altını tekrar Selmân-ı Fârisî’ye verip, “Bu altını al borcunu öde” buyurdu. Selmân-ı Fârisî, “Yâ Resûlallah bu altın yahûdinin istediği ağırlıkta değil” deyince, Resûlullah (s.a.v.) o alanı alıp, mübârek dilinin üzerine sürdü. “Al bunu! Allahü teâlâ bununla senin borcunu eda eder.” buyurdu. Selmân-ı Fârisî, “Allah hakkı için o altını tarttım, tam istenilen miktarda geldi. Götürüp onu da sahibime verdim. Böylece kölelikten kurtuldum” dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder