3 Eylül 2020 Perşembe

1830 - 1951. Hadisler

  

 

1830. [3:284, Hadîs No: 3411]

Muhammed bin Umeyr rivayet ediyor:

Tevazu kulun ancak şerefini arttırır. Öyleyse mütevâzi olun ki, Al­lah sizi yükseltsin. Affetmek de kulun ancak izzetini arttırır. Öyleyse affediniz ki, Allah sizi aziz kılsın. Sadaka ancak malı arttırır. Öyley­se sadaka veriniz ki, aziz ve celîl olan Allah size merhamet etsin.[1]

 

1831. [3:285, Hadîs No: 3413]

Übeyy bin Ka'b'dan (r.a.) rivayetle:

Gerçek tevbe, günahı işlediğin anda pişmanlık duyman, Allah'tan affını dilemen, sonra da o günahı bir daha hiç işlememendir.[2]

 

1832. [3:286, Hadîs No: 3415]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Şu üç şey kimde bulunursa o kişi îmanın tadına erer: Allah ve Resulünün kendisine herşeyden daha sevimli olması, sevdiğini sırf Allah için sevmesi, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasma nefret etmesi.[3]

 

1833. [3:287, Hadîs No: 3416]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, Yüce Allah onu her yö­nüyle himâyesi altına alır ve onu Cennetine koyar: Zayıfa merhamet, anne babaya şefkat, emri altındakilere iyilik.[4]

 

1834. [3:288, Hadîs No: 3417]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Üç huy vardır ki, onlar kimde bulunursa Allah onu himayesinde barındırır, rahmetini üzerine yayar ve onu Cennetine koyar. Bu hu­yu taşıyan kimseler: Birşey verildiğinde şükreden, güçlü iken affe­den, öfkelendiğinde öfkesine hâkim olanlardır.[5]

 

1835. [3:288, Hadîs No: 3418]

Muaz bin Cebelden (r.a.) rivayetle:

Üç huy vardır ki, onlar kimde bulunursa o, Allah'ın sevgili has kullarından olur. Bu üç huy kaderin hükmüne razı olmak, Allah'ın haram kıldığı şeylere girmemek için sabretmek, aziz ve ceiü olan Al­lah için öfkelenmek.[6]

 

1836. [3:288, Hadîs No: 3419]

Ebû Hüreyre rivayet ediyor:

Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, Allah, onun hesabım ko­laylaştırır, onu rahmetiyle Cennete koyar. Bunlar şunlardır: Sana vermeyene verirsin, sana zulmedeni affedersin, seninle bağlarım ko­paranla sen iyi münasebetlerini sürdürürsün.[7]

 

Her insan dehşetli âhiret gününde hesabının kolay geçmesini, Allah'ın rah­metine ermeyi, Cennete girmeyi arzu eder. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) yukardaki hadislerinde bunu sağlayan üç hususa parmak basmaktadır. Birincisi vermeye­ne vermektir.

Verene vermek kolaydır. Vermeyene vermek ise büyük bir fazilettir, cömert­liktir. Çünkü bu büyük bir samimiyet ve içtenliğin ifadesidir. Allah için vermenin delilidir. Bir insan hislerine mağlup olmadan verebiliyorsa, bu Allah için verdiği­nin işaretidir ve o insan hadiste belirtilen mükâfata ermiş olur.

Zulmedeni affetmek de büyük bir fazilettir. Bir insan gücü yettiği, cezalandı­rabileceği halde affedebiliyorsa, büyüklüktür. Zâlimin cezalandırılmasını istemek adalettir. İnsan adaletin uygulanmasını isteyebilir. Buna rağmen affetme yoluna giderse büyük bir fazilet göstermiş olur. Böylesinin mükâfatı Cennettir.

Allah Resulü, Mekke'nin fethi esnasında, düşmanlarını, eline güç ve imkân geçtiği halde atfetmişti. O insanlar ki yıllarca kendisine düşmanlık yapmış, kötü­lük etmiş, yurdundan çıkarmış, hatta öldürmeye kalkmışlardı. Onları Mekke'de topladı: "Ey Kureyş topluluğu!" diye seslendi. "Şu anda hakkınızda ne yapacağı­mı tahmin ediyorsunuz?"

Kureyşliler hep birden: "Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin. Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Bize ancak hayır ve iyilik yapacağına inanırız" dediler.

Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle dedi:

"Benim durumumla sizin durumunuz, Yusuf'un (a.s.) kardeşlerine karşı olan tutumu gibi olacaktır." Sonra da şöyle devam etti:

"Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de diyorum:

'"Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah, sizi bağışlasın... O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.'[8] Gidiniz hepiniz serbestsiniz."[9]

Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) yolunu yol edinen Isfâm büyükleri de hep aynı fazi­leti sergilemişlerdir. 28 sene zulmen hapishane hapishane dolaştırılan, sürgün­den sürgüne gönderilen çağımız îman ve Kur'ân hizmetinin öncülerinden Bedî-üzzaman Hazretleri de, kendisine zulmeden, zehirleyen insanlara, Risale-i Nur'la îmanlarını kurtarmak şartıyla haklarını helâl ettiğini bildirmiştir.

Bağları koparan dost ve arkadaşlardan bağları koparmamak da büyük bir fa­zilettir. Nefse zor gelse de güzel bir davranıştır. Dostlukların kuvvetlenmesi için bu şarttır. Alâkayı kestiği bir kimseden iyilik gören şahıs, yaptığına pişman olur; dostunun sadık olduğunu anlar ve ona daha kuvvetle bağlanır. Sağlıklı bir Islâ-mî hayat için bu şarttır. Aksi halde herkes karşısındakinin kendisiyle irtibatını kopardığını ileri sürerek aynt tavır içine girse, Müslümanlar, şirazesi kopmuş teşbih tanelerine döner, dağıtılırlar. Bu da Islâmın gücünün azalmasına ve Al­lah'ın rahmetinden mahrum kalmaya sürükler.

 

1837. [3:288, Hadîs No: 3420]

Halid bin Zeyd'den (r.a.) rivayetle:

Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa, o kimse nefsinin cimrili­ğinden korunmuş demektir. Zekâtım veren, misafiri barındırıp ik­ram eden ve felâket ânında yardım elini uzatan.[10]

 

Resûl-u Ekrem (a.s.m.) bu hadisiyle "Kim nefsinin ihtiraslarından Korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir"[11] âyetinin mânâsına ışık tutmakta, âyette geçen "nefsinin ihtiraslarından kurtulan" tabirinin muhtevası içerisine kimlerin girdiğini açıklamaktadır.

Kötü huylardan kurtulmak insanın en mühim meseleierindendir. Cimrilikten kurtulmak da böyledir. İşte hadîs-i şerif bunun birkaç yolunu göstermektedir. Ze­kâtını veren, misafirini barındırıp ikram eden ve felâket ânında yardım elini uzatan kimse, bunu başarmış demektir.

Zekâtını veren kimse, nefse zor gelse de çalışıp kazandığı malın bir kısmı­nı fakire verebilmektedir. Böylece hayra tahammülü olmayan nefsin cimriliğinin boynunu vurmakla, nefsi dizginlemektedir.

Misafire ikramda bulunan da öyle. Nefiste bencillik vardır. Bir insan bencilliği­ni bastırıp cömert davranıp misafirine ikramda bulunuyorsa, o da cimriliği diz­ginlemiş olur.

Felâket ânında yardım elini uzatmak da aynıdır. Böyle bir anda elinden tutul­maya son derece muhtaç olan bir insana destek vermek büyük bir fazilettir. Ya­pılan en küçük yardımlar dahi nefsin cimriliğini kırma mânâsına gelir.

Böyle kimselere Cenab-ı Hak büyük mükâfatlar verecektir.

 

1838. [3:289, Hadîs No: 3422]

Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa zararı sahibine döner: Zu­lüm, hîle ve sözünden dönme.[12]

 

1839. [3:289, Hadîs No: 3423]

Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:

Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa o kişi sevabı hak eder ve imânım olgunlaştım*: insanlarla hoş geçineceği bir ahlâk, kendisini Allah'ın yasaklarından alıkoyan bir takva ve câhillerin kabalığına al­dırış ettirmeyen bir hilim.[13]

 

1840. [3:290, Hadîs No: 3424]

İbni Abbas (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarım rivayet ediyor:

Üç şey vardır ki, onlar veya onlardan bir tanesi her kimde bulu­nursa Cennette istediği kadar hurilerle evlensin. Kendisine birşey emânet edilip o emâneti aziz ve celil olan Allah'ın korkusundan sahi­bine teslim eden kişi, öldürücü bir darbe yeyip ölmek üzere iken katilini affeden kişi ve her namazdan sonra on defa Ihlâs Sûresini okuyan kişi.[14]

 

1841. [3:290, Hadîs No: 3425]

Cabir'den (r.a.) rivayetle:

Üç şey vardır ki kimde bulunursa Allah onları Arş'ının gölgesin­den başka gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde Arş'ın gölgesinde gölgelendirecektir: Bu üç şey: Soğuk sıcak demeden ve her türlü zor­luğa rağmen abdest almak, karanlık gecelerde mescidlere gitmek ve açları doyurmaktır.[15].

 

1842. [3:290, Hadîs No: 3426]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Üç şey vardır ki, kim imanlı olduğu halde onları yerine getirirse Cennete dilediği kapısından girer ve istediği yerde hurilerle evlendiri­lir. Ölmeden önce katilini affeden,üzerindeki kimsenin bilmediği bor­cu ödeyen ve her farz namazdan sonra on defa îhlâs Sûresini okuyan.[16]

 

1843. [3:290, Hadîs No: 3427]

el-Hasan'dan (r.a.) rivayetle:

Allah buyuruyor ki: "Üç şey vardır ki, kim onları titizlikle yerine getirirse o Benim gerçek dostumdur. Kim de terkederse o Benim gerçek düşmanımdır. Bunlar: Namaz, oruç ve boy abdesti gerektiğinde yıkanmaktır.[17]

 

1844. [3:291, Hadîs No: 3428]

Muâz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:

Üç şey vardır ki, onları yapan büyük günah işlemiş olur. Haksız yere açılmış bir bayrağın etrafında toplanan, anne babasına isyan eden, yardım etmek için zâlimle beraber yürüyen.[18]

 

Haklı, makûl ve meşru bir sebep ve gerekçe olmaksızın meşru idareye bay­rak kaldırmak ve onun etrafında toplanmak, toplumu ve milleti büyük felaketler­le baş başa bırakır. Birlik ve beraberliği tehlikeye sokar. Kardeşlik ve dayanış­mayı sarsar. Zulüm ve haksızlıklara sebep olur. Kan dökülmesine kadar götü­rüp bölünme tehlikeleri dahi başgösterebilir. Eğer bir hak çiğnenmiş ve hak ara­ma söz konusu olmuşsa, onun meşru yollan vardır. O yollara başvurulmalıdır. Haksız yere yapılan başkaldırmalardan hem başkaldıranlar, hem İslâm, hem de Müslümanlar büyük zarar görür.

Ana babaya isyan etmek ise, yedi büyük günah arasında sayılmıştır. Hür­mete, sevgiye ve iyiliğe herkesten daha çok lâyık olan o fedakâr insanlara en güzel şekilde davranmak gerekirken, isyan etmek elbette bağışlanabilecek bir hareket değildir.

Zâlime yardım etmek de böyledir. Bu maksatla onunla birlikte yürüyen kim­seler zalime destek verdikleri için büyük günah İşlemiş olurlar. Islâmın şiddetle yasakladığı hususlardan birisi zulümdür. Âyet ve hadislerde âhirette zalimlerin yardımcıları bulunmayacağı bildirilir. Allah'ın, Peygamberinin ve kâmil insanla­rın savaş açtıkları zalimlere destek vermek elbetteki büyük bir günahtır. Bir âyette, "Zulme en küçük bir meyil dahi göstermeyin"[19] diye mü'minler ikaz edilirler. Bu âyet; değil sadece haksızlık ve zulüm yapmayı, zalimlere katılmayı, dal­kavukluk yapmayı, taraftar ve âlet olmayı, zulme desteklik mânâsına gelebile­cek beraberlikleri ve zulme en küçük bir meyil göstermeyi dahi şiddetli ve deh­şetli bir şekilde tehdit etmektedir.

Şu unutulmamalıdır ki, mazlumun dost ve yardımcısı Allah'tır. Zalimin hasmı da Allah'tır. Zalimin yaptığı asla yanına kalmaz. Mazlumun duası Arş'a kadar yükselir, arada hiçbir perde bulunmadığı için Allah onun duasını hemen kabul eder ve gereken cezasını verir. Zulmünü yanına bırakmaz. Aziz-i Züntikam olan Allah mazlumun hakkını er veya geç muhakkak zalimden alır.

 

1845. [3:291, Hadîs No: 3429]

Enes'den rivayetle:

Üç şey vardır ki, kim onları yaparsa oruca dayanma gücü kazanır. Su içmeden önce yemek yiyen, sahura kalkan ve kaylûle uykusuna yatan.[20]

 

İbâdetleri nasıl olursa olsun yapmak değil, en iyi şekilde yapmak esas olma­lıdır. Orucu da en mükemmel tarzda tutmak gerekir. Resûî-ü Ekrem (a.s.m.) oruçta sıkıntı çekmememiz, hem sağlıklı kalıp hem de diğer işlerimizi rahatça yürütebilmemiz için nasıl oruÇ tutmamız gerektiğini göstermiştir. Çünkü oruç sa­dece boş insanların işi değil, icabında herbiri değişik iş ve güçte çalışan, birçok işleri birlikte yapması gereken kimselerin yaptığı bir vazifedir. Hem orucunu en güze! şekilde tutacak, hem de işlerini sıkıntı çekmeden kolayca yürütelebilecek-tir. Hele bazı insanlar vardır ki ağır işlerde çalışır, diğerlerine göre güce, kuvve­te daha çok ihtiyaç duyar. Bunun için yukardaki tavsiyelerin büyük önemi vardır. İnsan hararate kapılıp çok su içer, midesini suyla doldurursa, yemeğe yer kal­maz, kalmayınca da oruçluyken çabuk acıkır, dayanma gücü bulamaz.

Oruç için sahura kalkmanın da büyük önemi vardır. Bir kimsenin iftarda yedi­ği yemekle yaklaşık yirmi dört saaî oruç tutmasıyla sahura kalkıp da yemek yi­yerek oruç tutması arasında elbette büyük farklar vardır. Sahura kalkan daha dayanıklı olur ve orucu daha rahatça tutar.

Kaylûle uykusunun da oruca dayanıklılık açısından büyük faydası vardır. Kaylûle, sabah kerahet vakti çıktıktan sonra ikindiden önceye kadarki süre içerisinde belli bir süre uyunan uykudur. Bu zaman zarfında alınan yarım saat uyku gecenin iki saatine bedeldir. Üstelik vücudu dinç ve zinde tutma bakımından da büyük bir öneme sahiptir. Bu gerçek ilmen de tespit edilmiştir. Dinlenen vücut oruca daha dayanıklı hale gelir.

 

1846. [3:291, Hadîs No: 3430]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Üç şey vardır ki, kini Allah'a güvenerek ve sevabını Ondan bekle­yerek onları yaparsa kendisine yardım etmesi ve o işi onun için mü­barek kılması Allah'ın üzerine bir hak olur: Esiri hürriyete kavuştur­mak için çalışan, evlenen ve ölü bir araziyi ekime hazır hale getiren.[21]

 

1847. [3:292, Hadîs No: 3431]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Üç şey vardır ki, onlar kime verilmişse, o kişiye Davud'un (a.s.) âline verilen nimetler kadar nimet verilmiş sayılır: Bu üç şey: kızar­ken de, severken de adaletten ayrılmamak, fakirken de zenginken de iktisatlı davranmak, gizlide de, açıkta da Allah'tan korkmaktır.[22]

 

1848. [3:292, Hadîs No: 3432]

Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:

Üç şey vardır ki, iman ahlâkındandır: Öfkelendiğinde öfkesi onu bâtıla sevketmeyen, hoşlandığında hoşnutluğu onu haktan dışarı çı­karmayan, gücü yettiğinde hakkı olmayan şeyi zimmetine geçirme­yen kimselerin ahlâkı.[23]

 

1849. [3:293, Hadîs No: 3434]

Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:

Üç şey imanın aslmdandır: (1) "Lâ ilahe illallah" diyen kimseye sı­kıntı vermemek, hiçbir günah sebebiyle onu günahla damgalama­mak ve hiçbir amelinden dolayı onu İslâm dışına atmamak. (2) Ci-had, Allah beni peygamber olarak gönderdiği günden itibaren tâ ümmetimin sonu Deccal ile savaşıncaya kadar devam edecektir. Ne bir zâlimin zulmü, ne de bir âdilin adaleti onu ortadan kaldırmaya­caktır. (3) Kadere iman.[24]

 

1850. [3:294, Hadîs No: 3438]

İbni Kurra (r.a.) rivayet ediyor:

Her ne kadar nimetlerin devamları olmasa da şu üç şey dünya ni-metlerindendir: (1) Uysal bir binit, (2) Dindar ve itaatkâr bir hanım, (3) Geniş bir ev. [25]                                                            

 

1851. [3:294, Hadîs No: 3439]

Enes'den rivayetle:

Şu üç şey iyilik hazinelerindendir: (1) Sadakayı gizli vermek, (2) uğradığı musibeti insanlardan gizli tutmak, (3) şikâyetini sadece Al­lah'a arzetmek. Böyle bir kulu için Allah şöyle buyurur: 'Kuluma bir belâ verdiğimde sabretti, Beni kendisini ziyarete gelenlere şikâyet etmedi. Ben de hastalık sebebiyle eriyen etinin yerine daha hayırlı bir et; kanı yerine de hayırlı bir kan vereceğim. Eğer iyileştirirsem onu hiçbir günahı kalmamış bir halde sıhhatine kavuşturacağım. Ru­hunu alırsam rahmetime eriştireceğim.[26]

 

1852. [3:295, Hadîs No: 3441]

Ammar bin Yâsir (r.a.) rivayet ediyor:

Şu üç şey imandandır: Azdan da vermek, tanıdığı tanımadığı her Muslumana selâm vermek, kendi aleyhine de olsa âdil davranmak.[27]

 

1853. [3:297, Hadîs No: 3446]

Hz. Âişe'den (r.a.) rivayetle:

Şu üç şeyin doğru olduğuna yemin ederim: (1) Allah islâm'da nasi­bi olan kimseyi îslâmdan nasipsiz kimseyle bir tutmaz. îslâmdan na-sib ise şu üç şeydir: Namaz, oruç, zekât. (2) Allah dünyada bir kulunu dost edinirse, Kıyamet Gününde başkasının dostluğuna terket-mez. (3) Bir kimse bir topluluğu severse Allah onu mutlaka onlarla bera­ber kılar. Dördüncü birşey daha vardır ki, doğru olduğuna yemin et­sem günahkâr olmayacağımı umanm. O da şudur: Allah dünyada bir kulunun kusurunu örterse, Kıyamet Gününde de mutlaka örter.[28]

 

1854. [3:299, Hadîs No: 3450]

Ebû Kebşe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla­rını rivayet ediyor:

Size bir söz söyleyeceğim, onu hatırınızda iyi tutun. Dünya ancak şu dört grup insanındır: Bir kula Allah mal ve ilim vermiş, o da bu konuda Rabbinden korkuyor, bunlarla akrabalarına iyilik yapıyor ve Allah'ın bunda bir hakkı olduğunu biliyor. Bu kimse en üstün merte­bededir. Bir kula da Allah ilim vermiş, mal vermemiş fakat iyi niyet­lidir. "Eğer malım olsaydı, falan kimse gibi davranırdım" der. Bu kimse niyetine göre mükâfat alır. Bu ikisinin mükâfatı eşittir. Bir başka kula Allah mal vermiş, ama ilim vermemiş. Bu kimse malını bilgisizce harcar, malı konusunda Allah'tan korkmaz, onunla akraba­lık haklarını yerine getirmez, Allah'ın onda bir hakkı olduğunu bil­mez, îşte bu kişi en kötü derecededir. Bir kul da var ki, Allah ona ne mal vermiş, ne de ilim. "Eğer malım olsaydı, falan.gibi davranırdım" der. Bu da niyetine göre karşılık görür. İkisinin de günahı aynıdır.[29]

 

1855. [3:300, Hadîs No: 3451]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Üç şey. vardır ki, ciddisi de ciddî, şakası da ciddidir: Nikâh, boşa­ma ve kişinin ric'i talakla boşadığı hanımına geri dönmesi.[30]

 

1856. [3:300, Hadîs No: 3452]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Üç kişi vardır ki, dualarını geri çevirmemek Allah üzerine bir haktır: Orucunu açıncaya kadar oruçlu, hakkım alıncaya kadar maz­lum, evine dönünceye kadar misafir.[31]

 

1857. [3:300, Hadîs No: 3454]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Şu üç duâ vardır ki, hiç şüphe yok kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası, babanın çocuklarına dûâsı.[32]

 

1858. [3:302, Hadîs No: 3457]

Ebû Hüreyre rivayet ediyor:

Şu üç şeyin gerçek olduğunu bilirim: Kişi kendisine yapılan bir haksızlığı affederse Allah bundan dolayı mutlaka izzetini artırır. Kişi malını arttırmak niyetiyle kendisine bir dilencilik kapısı açarsa, Allah bu yüzden mutlaka fakirliğini arttırır. Kişi sadaka vermek için kendisine bir kapı açarsa, bununla da Allah'ın rızâsını gaye edinirse, Allah mutlaka onun malını arttırır.[33]

 

1859. [3:302, Hadîs No: 3458]

Şu üç şey her Müslüman üzerinde yerine getirilmesi gereken bir haktır: Cuma günü yıkanmak, misvak kullanmak ve güzel koku sü­rünmek.[34]

 

1860. [3:302, Hadîs No: 3459]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Üç şey vardır ki, üçü de her Müslümanm üzerinde haktır. Hastayı ziyaret etmek, cenazeye katılmak ve hamd ederse aksıran kimseye "Yerhamükallah" demek.[35]

 

1861. [3:304, Hadîs No: 3465]

Harise bin Numan (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

Üç kötü huy vardır ki, ümmetim bundan kurtulamayacaktır: Sû-i zan, hased ve birşeyi uğursuz saymak. Bir zanna kapıldığında o zan-la hüküm verip öyle hareket etme. Hased ettiğinde Allah'tan afnnı dile. Bir şeyi uğursuz saydığında, ona itibar edip de işinden geri kal­ma.[36]

 

Kur'ân-ı Kerim, "Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı büyük günahtır"[37] buyurur. Kur'ân'ın yasakladığı zan, sü-i zandır. Sû-i zan, bir kimse hakkında kötü zan besleme, aleyhine olarak olmayanı olmuş, varmış gibi san­madır. Asıl olan hüsn-ü zan iken, elde delil bulunmadığı sürece hüsn-ü zan yapmak gerekirken sû-i zanna girmek veballi bir davranıştır. Bu konuda Mesne-vî-iNuriye'de şöyle denilir: "Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin; ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğin­den, takbih etmesin [kötülemesin.]... Sû-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı [sosyal hayatı] zedeler."[38]

O halde hüsn-ü zan esas olmalı, sebebini, hikmetini bilmediğimiz bir davra­nışı hemen kötüye yormamalıyız. Hadiseler yanıldığımızı ortaya koyar da piş­man duruma düşeriz.

Hadiste ümmet-i Muhammed'in kurtulamayacağı hususlardan biri de hased-dir. Hased, Türkçemizde çekememezlik mânâsına gelir. Başkalarının zekâ, kabiliyet, başarı, fazilet ve üstünlüklerini çekememektir.

Hased öylesine kötü bir huydur ki, bu mikrobu taşıyan kimse başkasında bir nimet ve üstünlük görse onu kıskanmaya kalkar. Bu onu o noktaya götürür ki, o nimetlerin sadece kendisinde bulunmasını ister. Başkalarında bulundukça da huzuru kaçar, o kimseler hakkında kötülük düşünmeye başlar. O kimsenin bu imkân ve nimetlerden mahrum kalabilmesi için akla hayale gelmedik hile ve tu­zaklara başvurur, iftiraya; malına, canına sûikaste kadar gidebilir. İşte hasedin bu tehlikeleri sebebiyledir ki bir hadis-i şerifte, "Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi hased de iyi amelleri yiyip bitirir"[39] Duyurulmuştur. Hasedçinin şerrinden de Al­lah'a sığınma tavsiye edilmiş ve bir âyette şöyle buyurulmuştur:

"Hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden Allah'a sığınırım."[40]

Hased, öyle kötü bir huydur ki zararı hased edilenden daha çok hased ede­ne dokunur. Çünkü hasedçi hased ettiği kimseler nimet ve imkânlara kavuştuk­ça huzursuz olur, act çeker. Yükselip başarı üstüne başarı kazandıklarında kendilerini için için yiyip bitirirler.

Hasedin çaresi, hased edilen şeylerin akıbetini düşünmektir. Düşünüldüğün­de görülecektir ki, hased edilen kişideki zekâ, güzellik, güç, kuvvet, servet, ma­kam ve mertebe fanîdir, geçicidir. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer âhirete ait meziyet ve faziletlerde hased ediyorsa, bu onun riyakâr olduğunu gösterir, âhi-ret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut haset ettiği kişiyi riyakâr zanne­der, haksızlık eder, zulmeder.

Aynı zamanda hasedçi bu haliyle kadere de bir nevi itiraz etmiş olur. Çünkü iyiliği ihsan eden İlahî takdirdir. Allah ona iyilikte bulundukça kadere küser, ka­deri ve rahmeti tenkide kalkar. Kaderi tenkit eden ise başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden de rahmetten mahrum kalır.

Eğer insan, "Ne yapayım bu duygu içime işlemiş. Huyum böyle. Kendimi tu­tamıyorum" derse, hasedin zararından kurtulmasi için şu çareyi gösterebiliriz:

Eğer bu duygu içte kalır, haset ettiği kişiye karşı kötü bir tavır ve tutum içine girmez, dedikodu, gıybet yoluna gitmez, aksine o duyguyla mücadele edip karde­şine karşı iyi bir tutum ve davranış sergilerse, vebalden kurtulur. O duyguyu diz-ginleyemez, içinden atamazsa da içinden pişmanlık duyması, kusurunu anlayıp kurtulma çabası içerisine girmesi, haksızlığını anlaması, onu şerrinden kurtarır.

Hadiste herhangi birşeyin uğursuz sayılması da yasaklanan davranışlar ara­sında sayılmıştır.

Hadiste ümmetin kurtulamayacağı bildirilen bu üç husus umûmî değildir. Bu üç huyun bütün bütün ortadan kalkmayacağı, sayılı bir kısım fertlerde de olsa varlıklarını devam ettireceği mânâsındadır. Peygamberimiz hadislerinde ayrıca bunlardan kurtuluş yolunu da göstermiş, sû-i zanna kapılana o zanna göre hü­küm verip ona göre davranmamayı, hased ettiğinde Allah'tan af dilemeyi, kişi­den de hakkını helâl etmesini istemeyi bir şeyi uğursuz saydığında da bu ku­runtusuna itibar edip de işten geri kalmamayı öğütlemektedir.

 

1862. [3:306, Hadîs No: 3469]

Hz. Ali rivayet ediyor:

Şu üç şeyin ihmaline hiçbir insan için izin ve müsamaha yoktur: Müslüman olsun kâfir olsun anne babaya iyilik, Müslüman olsun kâfir olsun verilen sözü yerine getirme, Müslüman olsun kâfir olsun aldığı emâneti sahibine vermek.[41]

 

1863. [3:306, Hadîs No: 3470]

Seuban'den (r.a.) rivayetle:

Şu üç şey Arş'a yapışıp yalvarıyorlar: Akrabalarla iyi ilişki şöyle diyor: "Allah'ım, Sana sığınıyorum, koparılmayayım." Emânet şöyle diyor: "Allah'ım, Sana sığınıyorum, bana hiyanet edilmesin." Nimet şöyle diyor: Allah'ım, Sana sığınıyorum, bana karşı nankörlük yapıl­masın."[42]

 

1864. [3:307, Hadîs No: 3472]

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Şu üç şey vardır ki helak edicidir, üç şey vardır ki kurtarıcıdır, üç şey vardır ki günahlara keffâret bir, üç şey de vardır ki kişinin dere­cesini yükseltir. Helak ediciler şunlardır: îtaat edilen cimrilik, peşin­den koşulan nefsin kötü arzuları ve kişinin ameline güvenip kendisi­ni garantide hissetmesi. Kurtarıcılar da şunlardır: Öfkeli iken de, hoşnutken de âdil davranmak; fakirken de, zenginken de iktisat et­mek ve gizlide de, açıkta da Allah'tan korkmak. Günahlara keffâret olan üç şey ise şunlardır: Bir namazı kıldıktan sonra diğer vaktin na­mazının beklentisi içerisinde olmak, şiddetli soğuk günlerde abdest almak ve cemaate devam etmek. Kişinin derecesini yükselten şeylere gelince: Yemek yedirmek, selâmı yaymak ve insanlar uykuda iken gece kalkıp namaz kılmak.[43]

 

1865. [3:308, Hadîs No: 3474]

Avn bin Abdullah bin Utbe'den (r.a.) rivayetle:

Üç şey imandandır: Haya, harama iltifatsızhk ve dinde ince anla­yış ve ilim konusu hariç, ısrarla haklı olduğunu kabul ettirmeye ça­lışmamak. Bunlar, kişinin dünyalığını azaltan ve âhiret azığını arttı­ran şeylerdendir. Fakat âhirette arttırdıkları dünyada eksilttiğinden fazladır. Üç şey vardır ki, nifaktandır: Müstehcen konuşma, hayâsız­ca davranışlar ve cimrilik. Bunlar dünyalığı arttıran, âhiret azığını azaltan şeylerdendir. Fakat âhiret azığından eksilttikleri dünyalık­tan arttırdıklarından fazladır.[44]

 

1866. [3:308, Hadîs No: 3475]

Ebû Katade (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduk­larını rivayet ediyor:

Her aydan üç gün ve Ramazan'dan Ramazan'a oruç tutmak, bü­tün seneyi oruçlu geçirmek gibidir.[45]

 

1867. [3:310, Hadîs No: 3478]

Hz. Ali'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Üç şey vardır, geciktirilmez: Vakti geldiğinde namaz, hazır oldu­ğunda cenaze ve dengi bulunduğunda bekar.[46]

 

1868. [3:310, Hadîs No: 3479]

Abdullah bin Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

Şu üç ikram vardır ki geri çevrilmez: Üzerine oturulacak veya yas­lanılacak şey, güzel koku ve süt.[47]

 

1869. [3:311, Hadîs No: 3481]

Sevban (r.a.) rivayet ediyor:

Üç şey vardır ki, onları yapmak hiç kimseye helâl değildir: Kişi bir topluluğa imam olup da sadece kendisine duâ edemez. Ederse onlara hıyanet etmiştir. Kişi izin almadan evin içine bakamaz. Böyle yapar­sa izinsiz girmiş demektir. Kişi abdesti çok sıkışıkken o halden kur­tuluncaya kadar namaz kılamaz.[48]

 

1870. [3:314, Hadîs No: 3489]

îmran bin Husayn'den (r.a.) rivayetle:

Şu üç şeyle kul dünya ve âhiretin bol nimetlerine kavuşur: Belâya karşı sabır, kadere rızâ, refah ve bollukta duâ.[49]

 

1871. [3:314, Hadîs No: 3490]

üz. Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Şu üç şey seni Müslüman kardeşine samimî olarak sevdirir: Kar­şılaştığında selâm verirsin, bir toplulukta otururken geldiğinde ona yer açarsın, onu ençok sevdiği ismiyle çağırırsın.[50]

 

1872. [3:314, Hadîs No: 3491]

Muhammed bin Atiyye'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Üç şey vardır ki, onlara şahit olduğunda Kıyamet kopar: Eski bi­naların yıkılarak, terkedilmiş ve daha Önce mamur olmayan yerlere binalar dikilmesi, İyiliğin kötülük, kötülüğün iyilik olarak görülmesi ve kişinin, devenin, ağacı kırıp döktüğü gibi emâneti hafife alıp ge­rekli önemi vermemesi.[51]

 

1873. [3:315, Hadîs No: 3492]

Câbir (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla-rını rivayet ediyor:

Üç ses vardır ki, Allah onlarla meleklere karşı iftihar eder: Ezan sesi, Allah yolunda çarpışırken getirilen tekbir sesi ve hacda yüksek sesle söylenilen "Lebbeyk..." sesi.[52]

 

1874. [3:315, Hadîs No: 3493]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Şu üç göze Cehennem ateşi dokunmaz: Allah yolunda savaşırken kaybedilen göz, Allah yolunda nöbet tutan göz ve Allah korkusundan dolayı ağlayan göz.[53]

 

1875. [3:315, Hadîs No: 3494]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Üç grup insan vardır ki, Kıyamet Günü ben onların hasmıyım. Ben kimin hasmı olursam onunla dâvâlaşırım. Benim ismimi kulla­narak söz verip de sözünden dönen, hür bir kişiyi satıp parasını yiyen ve bir işçi tutup hakkıyla çalıştırdığı halde ücretini tam vermeyen.[54]

 

1876. [3:316, Hadîs No: 3497]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek, Allah üzerine bir haktır. Allah yolunda cihad eden, bedelini verip kendisini hürriyete kavuş­turmak isteyen köle, namus ve iffetini muhafaza etmek düşüncesiyle evlenmek isteyen kimse.[55]

 

Allah'ın yardımına mazhar olan üç kişiden biri cihad eden kimsedir. Dini, va­tanı, milleti korumak, Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad, insanın üze­rinden gevşeklik, rehavet tozlarını atar. İnsana canlılık kazandırır. Cesaretle düşmanın üzerine yürüyen asker, genellikle muvaffak olur. Çünkü cesaret başa-rı-nın ilk şartıdır. Yalnız modernize olmak, çağın şartlarını dikkate alarak silah­lanmak gerekir ki hedefe ulaşılabilsin. Ihlasla çalışmak, hazırlanmak, neticeyi Allah'a bırakmak başarının temelini teşkil eder. Nitekim bir âyette, "Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sebat verir" [56] buyurulmuştur ki burda Allah'ın dinine yardımdan maksat başta cihad olmak üzere dinin ayak­ta kalması, güçlenmesi için yapılan her türlü hizmettir.

Günümüzın şartları içerisinde yapılması gereken bir çeşit cihad daha vardır ki bu da manevî cihaddır. Manevî cihâd Allah'ın dinini yaymak için köşe bucak dolaşmak, muhtaçlara Allah'ı, peygamberi anlatmak, îmanları kurtarmak için çırpınmaktır. Allah'ın böyle mücâhidlerin yollarını açacağında şüphe yoktur. Di­ğer bir âyette de bu gerçek açık açık şöyle anlatılır: "Biz uğrumuzda cihad edenlere yollarımızı gösteririz."[57]

Evet Allah, cihad edenlere yollarını gösterir, işlerini kolaylaştırır, muvaffak kılar, rızrklarına bereket, gönüllerine rahatlık verir. Ömrünü îman ve Kur'ân hiz­metine adayan Bedîüzzaman Hazretleri kudsî hizmette hissettiği bu hakikati şöyle dile getiriyor:

"Ben, kat'î bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat'î kanaatim gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki, Risale-i Nurun hizmetinde bulundu­ğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, ma­işetimde bir inkişaf, inbisat [genişlik], ferahlık, bereket görüyorum. Hem orada iken, hem burada çok kardeşlerimden aynı haleti hissettim ve ediyorum. Ve çokları itiraf ediyor ki, 'Biz de hissediyoruz' derler."[58]

Hadiste Allah'ın yardım edeceği bildirilen bir diğer grup, kölelerdir. Kölelik, Islâmiyetten önce Araplar arasında bütün şiddet ve dehşetiyle devam ediyordu. Köleler insanlık dışı işlerde çalıştırılıyor, her türiü zulüm ve işkence reva görü­lüyordu. Bazan aç ve susuz bırakılarak ölüme terkediliyorlar, bazan da zevk için öldürülüyorlardı.

Böyle bir zamanda ortaya çıkan Yüce dînimiz, köleliği vahşî bir suretten kur­tardı, zaman içerisinde bütünüyle ortadan kalkmasına sebep olacak şartları ha­zırladı. Tarihin her devrinde insanlık dışı muamele gören, zulüm ve işkencenin her türlüsü reva görülen köleler, İslâmiyet sayesinde ancak rahat bir nefes ala­bilmişlerdir. Dinimiz kölelere birçok hak vermiş, onları devletin himâyesi altında almıştır. Hadis ve fıkıh kitaplarımızda "ıtk" yani köle azadı başlığı altında bu hakların izah edildiği bir bölüm vardır.

Islâmiyette kadın olsun, erkek olsun, hürriyet nimetinden mahrum kalanlara karşı büyük bir şefkat ve himaye gösterilmiş, hürriyetlerini kaybeden insanların tekrar hürriyetlerine kavuşabilmeleri için bâzı hükümler getirilmiştir. Bir mü'minin bâzı hatâ ve kusurlarına karşılık, günahını affettirebilmek için keffâret ödemesi gerekir. Meselâ Ramazan orucunu kasdî olarak bozan, yanlışlıkla adam öldü­ren, yeminini bozan kimseler, bu günahlarının affı için keffâret öderler. İşte bu keffâretin başında köle azâd etmek ilk sırayı alır.

Köle azadını teşvik eden bir diğer esas da hadiste İfâde edilen "mükâ-teb"liktir. Bu, efendisi tarafından hürriyeti için bir kıymet takdir olunan kölenin belirtilen parayı kazanıp ödemesi yoluyla hürriyetini kazanmasıdır. Yüce Rabbi-miz kullarını buna teşvik etmiş ve bir âyetinde bununla ilgili olarak şöyle buyur­muştur:

"Kölelerinizden bir bedel karşılığında hürriyetine kavuşmak isteyenlere, eğer onlarda bir hayır görüyorsanız, anlaşma yapın. Allah'ın size ihsan ettiği maldan onlara da verin."[59]

Bir âyet-i kerimede de dînen zengin sayılanların vermesi farz olan zekâtın verilmesi gereken yerlerden birisinin de mükâteb köleler olduğu bildirilir[60]

işte Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadîslerinde hürriyetine kavuşmak için efendisi ile anlaşan kölelere, Allah'ın yardım edeceğini bildirmektedir.

Hadîste ifâde edilen Allah'ın yardım edeceği kimselerden olan bir grup da, namusunu korumak düşüncesiyle evlenmek isteyen kimsedir.

Evet, bir insan harama düşmek korkusuyla evlenmek isterse, Cenabı Hak ona yardım eder. Hiç ummadığı yerden ona ihsanda bulunur. Evli olan herkes kendi şahsî hayatında bu kolaylağın örneğini görmüş ve yaşamıştır. Bu yardım­ların kaynaklarının her zaman müşahhas ve beklenen yerler olması gerekmez. Bazen hiç umulmadık ve beklenmedik şekilde gelir. Öte yandan hayatın bu mü­him hadisesinde genellikle akraba ve dostlar tarafından hatırlanılır. Pekçoğu yu­va kurmanın güçlüklerini yaşamış bu yakın çevreler canla başla yardıma koşar, bu evliliğe katkıda bulunurlar.

 

1877. [ 3:318, Hadîs No: 3499]

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Üç grup insan vardır ki, Kıyamet Günü miskten tepeler üzerine oturacaklar. Kıyamet korkusu onları etkilemez. İnsanlar korku için­de iken onlar korkmazlar. Bunlar: Sadece Allah'ın rızasını ve katın­daki mükâfatı kazanmak için Kur'ân'ı öğrenip onun hükümlerine gö­re yaşayan kişi, sadece Allah'ın rızâsını ve katındaki mükâfatı ka­zanmak için her gün beş vakit insanları namaza çağıran müezzin, ki köleliği, kendisini, Rabbinin emrini yerine getirmekten alıkoymayan köledir.[61]

 

1878. [3:318, Hadîs No: 3500]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Uç sınıf insan vardır ki, gölgesinden başka gölge bulunmayan Kı­yamet Gününde Allah'ın gölgeliğinde bulunacaklardır. Bunlar: (1) Her nereye yönelirse Allah'ın kendisiyle beraber olduğunu bilen kişi.

 (2) Bir kadın kendisiyle beraber olmaya çağırdığında Allah'tan kork­tuğu için kabul etmeyen kişi, (3) Allah rızâsı için seven kişi.[62]

 

1879. [3:318, Hadîs No: 3501]

Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor

Üç grup insan vardır ki Arşın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde Arşın gölgesinde barınacaklardır. Bunlar: (1) Akrabalarına iyilik yapan kimse. Bu onun hem rızkını arttırır, hem de ömrünü uzatır. (2) Kocası ölüp arkada küçük yetim­ler bıraktığı halde "Evlenmeyeceğim. Çocuklarım ölünceye veya Al­lah onlan bana ihtiyaç bıraktırmayacak yaşa getirinceye kadar ye­timlerimin başında duracağım" diyen kadın. (3) Bir yemek yapıp misafir çağıran ve yetime, fakire sadece aziz ve celil olan Allah rızâsı için güzelce yemek yedirerek onların duasını alan kimse.[63]

 

1880. [ 3:319, Hadîs No: 3502]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Üç kişi Allah'ın kesin himâyesi altındadırlar: Allah'ın camilerin­den birine gitmek için çıkan kişi. Allah yolunda savaşa çıkan kişi. Hac yapmak üzere çıkan kişi.[64]

 

1881.[ 3:319, Hadîs No: 3503]

îbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla­rını rivayet ediyor:

Üç kişi vardır ki, Allah kesinlikle Cenneti onlara haram kılmıştır: İçki nıübtelâsı, anne babaya itaatsizlik eden, aile ve yakınlarını kıs-kanmayıp kötü yolda olmaların; hoş karşılayan deyyus.[65]

 

1882. [ 3:320, Hadîs No: 3504]

Ebû Ümâme'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle bu­yurmuşlardır:

Evine girerken selâm veren kişi Allah'ın himaye ve garantisi al­tındadır.[66]

 

1883. [3:320, Hadîs No: 3505]

Îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Üç kişi helâl olmak şartıyla yediğinden hesaba çekilmez. Oruçlu kimse, sahura kalkan kimse ve aziz ve celil olan Allah yolunda düş­mana karşı duran kimse.[67]

 

1884. [3:320, Hadîs No: 3506]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Üç kimse vardır ki, imanları kemâle ermiştir: Allah yolunda hiç­bir kınayıcımn kınamasından korkmayan kimsenin. Amelinde asla gösteriş yapmayan kişinin ve biri dünya diğeri âhiretle ilgili iki işle karşılaştığında âhirete âit olanı dünya işine tercih edip onu yapan kimsenin.[68]

 

1885. [3:320, Hadîs No: 3508]

Sa'd bin Ebî Vakkas (r.a.) rivayet ediyor:

Üç şey saadet alâmeti; üç şey de bedbahtlık alâmetidir. Saadet alâmeti olan üç şey şunlardır: (1) Gördüğünde suret ve ahlâkından hoşlandığın. Namus ve malın hususunda kendisine güvendiğin din­dar kadın. (2) Rahat yürüyen, seni yormayan, sıkıntıya sokmayan, dost ve ahbabına kolayca yetiştiren iyi bir binek. (3) îçinde yeterli eş­yası bulunan rahat ve geniş bir ev.

Bedbahtlık alâmeti olan üç şey ise şunlardır: (1) Gördüğünde su­ret ve ahlâkından rahatsız olduğun, dili ile sana eziyet veren, sen yokken namusu ve malın konusunda kendisine güvenemediğin ka­dın. (2) Yürütmek için vurduğunda seni yoran, kendi haline bıraktı­ğında seni dost ve arkadaşlarına kavuşturmayan, yarı yolda bırakan tenbel ve yavaş binek. (3) Dar ve yetersiz eşyası bulunan ev.[69]

 

Peygamberimiz bu hadîslerinde râliha bir kadını saadet alâmeti olarak say­maktadır. Aynı zamanda da erkeğin hanımı üzerindeki haklarından bâzılarını zikretmektedir. Bu haklardan birincisi ve en mühimi, kadının namusunu koruma­sı ve Allah'ın emrettiği şekilde örtünmesidir. İkincisi ise, ailenin kazancını saçıp savurmaması, israfa ve gösterişe girmemesidir.

Bu iki hususun aile hayatında doldurulmaz bir yeri vardır. Kadın, kocasının namusunu korur, malını israf etmezse, o aile büyük ölçüde huzur içerisinde olur. Çünkü ailede geçimi, ünsiyet ve ülfeti tamamlayan, arkadaşlığı samimileş-tiren, kadının iffetini koruması ve kötü ahlâktan uzak bulunmasıdır.

Kadın namusunu korumaz, açılıp saçılır, kocasının kazancını har vurup harman savurursa, o aile artık bir sıkıntı yuvası halini alır. Hiçbir erkek böyle bir kadınla mutlu bir hayat yaşayacağını söyleyemez.

O halde huzurlu bir hayat yaşamak isteyen bir erkek, Peygamberimizin (a.s.m.) "dindar kadını tercih edin" tavsiyesinin dışına çıkmamalı, kendisi de dindar eşine lâyık olmaya çalışmalıdır.

Hadiste saadet alâmeti sayılan diğer iki şeyden birisi, kişiyi dost ve ahbabı­na kolayca yetiştiren iyi bir binek, diğeri de içinde yeterli eşyası bulunan geniş ve rahat evdir.

 

1886. [ 3:321, Hadîs No: 3510]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Üç şey Allah katında güzel ve asil huylardandır. Sana zulmedeni affetmen, sana vermeyene vermen ve seninle irtibatını kesenle iyi ilişkilerini sürdürmen.[70]

 

1887. [ 3:322, Hadîs No: 3513]

Rebîa bin Vakkas (r.a,) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

Üç durum vardır ki, onlarda hiçbir kulun duası geri çevrilmez: Is­sız ve Allah'tan başka hiç kimsenin kendisini görmediği bir yerde kalkıp namaz kılan. Savaşta bir grupla beraber çarpışırken arkadaş­ları kaçtığı halde kendisi sebat eden kişi ve gecenin sonuna doğru ibâdet yapan kişi.[71]

 

1888. [3:322, Hadîs No: 3515]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Üç grup insan vardır ki, Kıyamet Günü Allah onlarla çok çok ko­nuşacak: İki kişi arasında hiçbir zaman iki yüzlülük edip aralarını bozmayan kişi. Hiçbir zaman zina etmeyi aklından geçirmeyen kişi. Kazancını asla faize bulaştırmayan kişi.[72]

 

1889. [3:323, Hadîs No: 3516]

Hasan el-Basrî (r.a.) rivayet ediyor:

Üç grup insan vardır ki, gıybetlerini yapman sana haram değildir: Günahı açıkça işlemekten sıkılmayan, zâlim idareci ve dinde olmaya­nı dine sokan bid'atçı.[73]

 

1890. [3:323, Hadîs No: 3518]

Muâviye bin Hayde'den (r.a.) rivayetle:

Üç kişi vardır ki, Kıyamet günü gözleri Cehennem ateşini görmez: Allah korkusundan ağlayan göz, Allah yolunda nöbet tutan göz ve Allah'ın haram kıldığı şeylere bakmaktan sakınan göz,[74]

 

1891. [3:325, Hadîs No: 3522]

Fudala bin Ubeyd (r.a.) rivayet ediyor:

Üç kişi vardır ki, onların halini hiç sorma, onlar helak olmuştur. Allah'la izarım ve ridasmı paylaşmaya kalkışan kişi. Allah'ın ridası büyüklüğüdür, izan ise izzet ve azametidir. Allah hakkında şüphe taşıyan kişi. Allah'ın rahmetinden ümit kesmek.[75]

 

1892. [3:325, Hadîs No: 3524]

Ammar bin Yasir'den (r.a.) rivayetle:

Üç kişi vardır ki, melekler onlara hayır ile yaklaşmazlar: Kâfirin cesedine, kadınlara mahsus koku sürünen erkeğe ve yemek veya uyumak istediğinde namaz abdesti gibi abdest alanın dışında cünüb kimseye.[76]

 

Hadîste üç kişiye meleklerin hayır ile yaklaşmayacakları bildirilmektedir. Bunlardan birincisi, kâfirin cesedidir. Kâfirin cesedine melekler hayırla yaklaş­mazlar.

İkincisi kadınlara mahsus koku sürünen erkektir. Çünkü dinimizde kadınların erkeklere benzemeye, erkeklerin de kadınlara her ne surette olursa olsun ben­zemeye çalışması haramdır. Peygamberimiz böylelerine lanet etmiştir. Dolayı­sıyla haram işleyen ve Peygamberimizin lanetini hak eden kimselere de melek­lerin rahmetle yaklaşmaları düşünülemez.

Meleklerin rahmetle yaklaşmayacağı üçüncü grup insanlar, cünup kimseler­dir. Cünup olan bir mü'min maddî bakımdan pis sayılmaz. Gusletmesi gereken bir kimse, yıkanma veya namaz abdesti gibi bir abdest alma imkânı varken bu­nu ihmal ederek uyur veya birşey yer, içerse rahmet meleklerinin o faydalı ve sıcak arkadaşlık ve yakınlığından, himayesinden mahrum kalırlar. Böyle bir kimse günahkâr sayılmasa bile böyle bir arkadaşlıktan mahrum kaldığı için za­rardadır.

 

1893. [3:326, Hadîs No: 3527]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şu üç kişi Cehennem ateşinden korunmazlar: Yaptığı iyiliği başa kakan, anne ve babasına karşı gelen ve içki içmeye devam eden.[77]

 

1894. [3:328, Hadîs No: 3533]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:

Üç kişi vardır ki, onların hakkını ancak münafık olanlar küçüm­ser: İslâm yolunda saçını ağartmış olan, ilim sahibi ve âdil idareci.[78]

 

1895. [3:329, Hadîs No: 3538]

Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

Uç kişi vardır ki, Allah onlarla konuşmaz, onların yüzüne bak­maz, onları temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır. Bun­lar: Eteklerini yerde sürüyerek yürüyen kibirli kimse, verdiği herşe-yi başa kakan kimse, yalan yere yeminle malını satan kimse.[79]

 

1896. [3:330, Hadîs No: 3540]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Üç kişi vardır ki, Kıyamet Günü Allah onlarla hoşnutluk ifâde eden sözlerle konuşmaz, onlara rahmet nazarıyla bakmaz, onları te­mize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır. Kırda su başında bulunduğu halde onu yolculardan esirgeyen kişi. ikindiden sonra bir malı satarken o malı, gerçek öyle olmadığı halde şu şu fiyata aldığı hususunda Allah adına yemin edip müşterinin kendisine inandığı ki­şi. Bir devlet başkanına sırf dünyalık için bîat edip idareciliğini onaylayan ve o dünyalığı kendisine verirse sözünde duran, vermediği takdirde ise sözünden dönen kişi.[80]

 

1897. [3:331, Hadîs No: 3541]

Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet ediyor:

Üç kişi vardır ki Allah Kıyamet Günü onlarla konuşmaz. Onları temize çıkarmaz. Onların yüzüne bakmaz ve onlara acıklı bir azab vardır; Zina eden ihtiyar, yalan söyleyen idareci ve kibirli fakir.[81]

 

1898. [3:332, Hadîs No: 3545]

isme bin Mâlik'den (r.a.) rivayetle:

Uç kişi vardır ki, Allah yarın onların yüzüne rahmet nazarıyla bakmaz: Zina eden ihtiyar, yeminleri bir çıkar aracı yapıp doğru ya­lan demeden her konuda yemin eden ve övünüp kibirlenen fakir.[82]

 

1899. [3:334, Hadîs No: 3549]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayet ediyor:

Üç kişi vardır ki insanlar Mahşerde hesap verirken Allah'ın Arşı­nın gölgesinde sohbet ederler. Bunlar; Allah yolunda hiçbir kmayıcı-nın kınamağımdan etkilenmeyen kişi, kendisine helâl olmayan şeye elini uzatmayan kişi ve Allah'ın bakılmasını haram kıldığı şeye bak­mayan kişi.[83]

 

1900. [3:335, Hadîs No: 3550]

Ebû Zer'den (r.a.) rivayetle:

Üç kişi vardır ki Allah onları sever. Üç kişi de vardır ki Allah on­lara buğz eder. Allah'ın sevdiği üç kişi şunlardır: (1) Bir ihtiyaç sahi­bi, aralarında akrabalık bağı bulunmayan bir tupluluğun yanma ih­tiyacını arzetmek için varıyor. Onlar da hiçbirşey vermeden geri çeviriyorlar. Topluluğun arkasında oturan biri, gizlice ayrılıp ona ih­tiyacı olan şeyi veriyor. Bu iyiliği sadece Allah ve verdiği kimse bili­yor. (2) Bir grup insan gece boyunca yol almışlar. Öyle ki uyku kendi­lerine en sevimli ve dengi bulunmaz bir nimet haline gelmiş. Uzanıp yatmışlar. Aralarından biri kalkmış Bana yalvarıyor ve âyetlerimi okuyor. (3) Bir müfrezeyle birlikte düşmanla karşılaşan, yenilgiye uğradıkları halde, kendisi geri çekilmeyip düşmanla göğüs göğüse çarpı şıp şehid düşen veya kendisine fetih müyesser olan kimse.

Allah'ın buğzettiği üç kimse ise: Zina eden ihtiyar, kibirli fakir ve zalim zengindir.  [84]             

 

1901. [3:336, Hadîs No: 3552]

îbni Mes'ûd rivayet ediyor:

Üç kişi vardır ki, Allah onları sever: Gece kalkıp Allah'ın kitabını okuyan kişi. Sağ elinin verdiğini sol elinden gizleyecek kadar sadaka­yı gizli veren kişi. Bir savaşta bulunup da arkadaşları bozguna uğra­yıp dağıldıkları halde, sebat ederek düşmanın üzerine yürüyen kişi.[85]

 

1902. [3:336, Hadîs No: 3555]

Ebu Said el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle:

Şu üç şeyden Allah son derece hoşnut olup onu yapanlara rahme-tiyle tecellî eder. Kişi gece kalkıp ibadet ettiği zaman, insanlar na­maz için saf tuttukları zaman ve Allah yolunda savaş için sıra sıra oldukları zaman. [86]                                                                        

 

1903. [3:337, Hadîs No: 3556]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şu üç kimse vardır ki, Allah onları başka gölgenin bulunmadığı Kıyamet Gününde, gölgesinde gölgelendirecektir: Emin tüccar, âdil idareci ve hararetle namaz vakitlerini gözleyen.[87]

 

1904. [3:337, Hadîs No: 3557]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Şu üç kişi âhiret günü hesap ânında helak olurlar: [îhlaslı davran­mayan] Cömert, cesur ve âlim.[88]

 

1905. [3:337, Hadîs No: 3559]

Vadin bin Ata (r.a,) rivayet ediyor:

Şu sekiz sınıf insan Kıyamet Günü yaratıklar içerisinde Allah'ın ençok buğzettiği kimselerdir: Yalancılar, kibirliler, Müslüman karde­şine karşı göğüslerinde kin biriktirenler, onlarla karşılaştıklarında ise içlerinde sakladıklarının tersi bir tavır takınanlar, Allah ve Resulüne itaata çağrıldıklarında ağırdan alıp, şeytan ve emirlerine davet edildiklerinde ise hızla koşanlar, hiçbir şekilde hakları olmadı­ğı halde, en ufak bir dünyalık dahi gözlerine çarpar çarpmaz yeminle ona sahiplenenler, söz götürüp getirenler, dostların arasını ayıran­lar, suçsuz kimselerin ayağını kaydırmak isteyenler. İşte Aziz, Celil ve Rahman olan Allah, bunların yaptıklarını çok çirkin karşılıyor.[89]

 

1906. [3:338, Hadîs No: 3560]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Cennetin fiatı wLâ ilahe illallah"tır.[90]

 

1907. [3:338, Hadîs No: 3561]

Ibni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

îçki ve kumar haramdır. Her sarhoş edici şey haramdır.[91]

 

1908. [3:339, Hadîs No: 3562]

Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Şarkıcı kadının aldığı para haramdır. Şarkı söylemesi haramdır. Onlara bakmak haramdır. Aldığı para köpek satımı karşılığında alı­nan para gibidir. Köpeğin parası haramdır. Eti haramla beslenen kimseye Cehennem ateşi daha lâyıktır.[92]

 

1909. [3:340, Hadîs No: 3567]

Muhacir bin Gunfuz (r.a.) rivayet ediyor:

Gücü yetmeyen hayvana birlikte binen üç kişi mel'ûndur.[93]

 

1910. [3:341, Hadîs No: 3569]

Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle:

Malın üçte birini vasiyet et. Üçte bir de çok olur ya. Vârislerini zengin olarak bırakman onları fakir ve insanlara el açar durumda bı­rakmandan daha hayırlıdır. Sen hanımının ağzına koyacağın lokma­ya varıncaya kadar Allah rızası için neyi harcarsan onunla mükâfat­landırılırsın.[94]

 

Hadîste kişinin malının üçte birisini vasiyet edebileceğine dikkat çekilmekte­dir. Buna göre üçte birisinden fazlasını vasiyet etmek doğru değildir. Çünkü üç­te birinden fazlasını vasiyet etmek mirasçılara zulümdür. Peygamber Efendimiz mirasçıları "zengin olarak bırakmanın onları fakir ve insanlara el açar durumda bırakmaktan daha hayırlı" olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca kişinin ailesi için harcadığı şeyden dolayı sevap kazanacağını nazara vermiştir. Başka bir hadis­lerinde de mirasçıları nazara almayarak fazla miktarda vasiyet edilmesini ya­saklamıştır.[95]

 

1911. [3:343, Hadîs No: 3574]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Satılık evin komşusunun, komşu bulunduğu evi almaya herkesten daha çok hakkı vardır.[96]

 

1912. [3:343, Hadîs No: 3577]

Ebu Cuhayfe'den (r.a.) rivayetle:

Tecrübe sahibi yaşlılarla oturup kalkınız. Alimlere soru sorunuz. Hikmet sahipleriyle haşir neşir olunuz.[97]

 

1913. [3:344, Hadîs No: 3578]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz.[98]

 

Hadis bizleri maddî ve manevî cihada çağırmaktadır.

Müslümanın vazifesi Allah'ın dinini dünyanın en ücra köşelerinde de olsa Al­lah'ın kullarına ulaştırmak ve Allah'ın mülkü olan yeryüzünde Allah'a hür bir şe­kilde kulluk edilmesini sağlamaya çalışmaktır. Bu teşebbüse enge! olan her tür­lü maniayı ortadan kaldırmak da onun vazifesidir. Bunun için gerekli vesile ve vasıtayı günün şartlarını göz önünde bulundurarak temin etmekle mükelleftir.

Bu mükellefiyetin îfâsı maddeten ve manen mücehhez olmakla mümkündür. Müslüman, bu iki açıdan güçlü olmak durumundadır.

Gerektiğinde, Müslüman, Islâmın tebliği önündeki engelleri aşmak için mad­dî güç kullanma ihtiyacını duyabilir. Gün gelir, Islama ve Müslümanlara saldıran düşmana karşı müdafaa durumunda kalabilir. İşte bütün bu şartlarda Müslüman malıyla, canıyla ve bütün varlığıyla harekete geçmeyi kendine bir vazife bilmeli­dir. Bu bir maddî cihaddır.                                                                       .

Bir de manevî cihad vardır. Bu da İsJâmı anlama ve anlatma, yaşama ve ya­şatma, faaliyetidir. Bu cihadda mağlup edilmesi gereken ilk düşman nefis ve şeytandır.

Manevî cihadın silahı ilim ve fikir, metodu ise iknadır. İnsanlar ilim ve fikirde ilerledikleri ölçüde bu cihad önem kazanır.

Maddî cihadla fethedilen ülkeleri gerçek mânâda İslâm ülkesi yapan bu ci­haddır. Bu cihad olmadan alınan yerlerin kaybediimesi işten bile değildir.

Bu cihad için ne gün beklenir, ne zaman. Çünkü her an, her saniye bu cihad için en uygun gün ve zamandır.

Zira hiçbir zaman bu cihaddan uzak kalmayı gerektirici bir sebep bulamayız. Herşey adetâ bizi bu manevî cihada zorlar.

Herkes gücü ve bilgisi ölçüsünde bu cihadla mükelleftir. Her fert küçük âle­minde büyük bir kumandan olduğu için Allah'ın hükümlerini hususî âleminde eli­nin ve sözünün yetiştiği yere kadar ulaştırmak ve uygulamakla vazifelidir.

Günümüzde mânevi cihad daha bir önem kazanmıştır. Çünkü Islâmın etra­fında kaleler yıkılmış, bin yıldan beri Islama yöneltilen hücum ve ithamlar bir sel gibi Müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştır.

Materyalist felsefeyi okuyup akılları karışan, Allan'ı ve âhireti inkâra kalkan bir değil, binlerce insana rastlayabilmekteyiz.

Çığırından çıkmış bir kısım neşriyat, olanca hızıyla îman, ahlâk, örf ve âdet­lerimizi tahrip etmek için çalışmaktadır.

Avrupa'nın rezil ahlâkı dükkânlarımızda vitrinlenmekte ve manevî bağlan zayıf birçok müşteri de bulabilmektedir.

Daha tehlikeli olanı ise dinsizlik, fen ve ilmi âlet edip îman esaslarını yıkma­ya çalışmakta, gençleri îmansız yaparak kendine bağlamaktadır.

Yaratılış ve dünyada bulunuş maksadının şuurunda olan hiçbir Müslüman bu dehşetli yangın karşısında ilgisiz kalamaz. Canla başla cihada koşmak; ma­lı, mülkü, canı, dili, kısacası neyle hizmet yapabilecekse onunla cihad meydanı­na atılmak zorundadır.

Peki bu nasıl gerçekleştirilecektir?

Dünün maddî kılıçlarının yerini büyük ölçüde bugünün manevî kılıçları al­mıştır. Geçmişin ok ve mızrağı yerini bugünün îman, ilim ve fikir bombaları olan yazılı, sesli ve görüntülü neşriyat doldurmuştur.

İşte bu manevî cihaddır, fikir savaşıdır.

Bugün hüküm büyük çapta ilmin eline geçmiştir. İlmini, fikrini iyi takdim ede­bilen bu mücadeleyi kazanır.

Bu fikir savaşında hedef akıl, ruh, kalb ve nefislerdir.

Bu mânevi savaşın mücahidleri olan bizlere ise inancımızı, kudsî değerleri­mizi, bizi biz yapan esasları çok iyi öğrenmek ve öğretmek düşüyor.

 

1914. [3:344, Hadîs No: 3580]

Îbni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uy ur muşlar dır:

Kalbler kendisine iyilik yapanı sevecek, kötülük yapana ise buğze-decek şekilde yaratılmıştır.[99]

 

1915. [3:345, Hadîs No: 3581]

Ebû Hüreyre (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

imanınızı yenileyeniz. "La ilahe illallah" kelime-i tevhidini çokça söyleyiniz[100]

 

1916. [3:346, Hadîs No: 3583]

Ümm-ü Hakîm'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Fakirin, zenginin iyiliğine vereceği karşılık, onun için hayır te­mennisinde bulunma ve duâ etmedir.[101]

 

1917. [3:347, Hadîs No: 3587]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah rahmetini yüz parçaya ayırmış, doksan dokuz parçasını ya­nında tutmuş, sadece bir parçasını yeryüzüne indirmiş. Bu bir parça rahmet sebebiyledir ki, yaratıklar birbirlerine acırlar. Öyle ki, kısrak yavrusuna dokunma korkusuyla ayağını kaldırır.[102]

 

1918. [3:348, Hadîs No: 3589]

îbni îyaş'den (r.a.) rivayetle:

Allah takvayı sana azık eylesin, günahlarını bağışlasın ve her ne­rede olursan ol seni hayra yöneltsin.[103]

 

1919. [3:348, Hadîs No: 3591]:

Seuban (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, yapılan her iyiliğe on katıyla karşılık verir. Ramazan ayı yılın on ayına bedeldir. Ondan sonra Şevval ayında tutulan altı gün oruç da iki aya karşılıktır. Böylece sene tamamlanır.[104]

 

1920. [3:350, Hadîs No: 3597]

Selmân'dan (r.a.) rivayetle:

Yarın âhirette Allah'a yakın mecliste oturacak olanlar, dünya da iken harama karşı hassas ve dünyaya kalben değer vermeyenlerdir.[105]

 

1921. [3:350, Hadîs No: 3599]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Erkeğin güzelliği güzel konuşabilmesidir.[106]

 

1922. [3:350, Hadîs No: 3600]

Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:

Firdevs cennetleri dört tanedir: ikisi süsleriyle, kabı kaçağıyla ve içindeki herşeyiyle altındandır. Diğer ikisi ise, süsleriyle, kabı kaça­ğıyla ve içindeki herşeyiyle gümüştendir. Adn Cennetindeki insan­larla Rablerini görme arasında zâtı önündeki kibriya örtüsünden başka birşey yoktur. Cennet nehirleri Adn Cennetinden çıkarlar, da­ha sonra kollara ayrılırlar.[107]

 

1923. [3:352, Hadîs No: 3603]

Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

En zorlu imtihan malın az; geçimiyle yükümlü bulunduğu fertle­rin çok olmasıdır.[108]

 

1924. [3:352, Hadîs No: 3604]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

En şiddetli belâ sabrın az olmasıdır.[109]

 

1925. [3:352, Hadîs No: 3605]

ibniAbbas (r.a.) rivayet ediyor:

En şiddetli belâ insanların elinde bulunan birşeye muhtaç olduğu­nuz halde onun esirgenmesidir.[110]

 

1926. [3:353, Hadîs No: 3609]

Ali'den (r.a.) rivayetle:

Evden önce komşu, yoldan önce arkadaş, yolculuktan önce azık ge­lir.[111]

 

1927. [3:354, Hadîs No: 3610]

Hz. Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Pazara mal sevkeden kazançlı, karaborsa yapan ise Allah'ın rah­metinden uzaklaştırılmıştır.[112]

 

1928. [3:356, Hadîs No: 3621]

Üsâme bin Zeyd'den (r.a.) rivayetle:

Âlimin yüzüne bakmak ibâdettir. Âlimin nefesi zikir ve teşbihtir.[113]

 

1929. [3:357, Hadîs No: 3624]

Nu'man bin Beşir (r.a.) rivayet ediyor: Cemaat rahmet, bölücülük ise azaptır.[114]

 

1930. [3:357, Hadîs No: 3626]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

Güzellik, hak sözü doğruca söylemektir. Kemâl ise dürüstçe güzel davranışlarda bulunmaktır.[115]

 

1931. [3:360, Hadîs No: 3638]

îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:

Cennet, sizden birinizin ayakkabısının bağından kendisine-daha yakındır. Cehennem de böyledir.[116]

 

1932. [3:361, Hadîs No: 3639]

Utbe binAbd'dan (r.a.) rivayetle:

Cennetin sekiz, Cehennemin ise yedi kapısı vardır.

 

1933. [3:361, Hadîs No: 3641]

Ebû Said el-Hudrı (r.a.) rivayet ediyor:

Cennet yüz derecedir. Bütün âlemler bir tanesinde toplansa hepsi­ni içine alır.[117]

 

1934. [3:361, Hadîs No: 3642]

Enes'den (r.a.) rivayetle Resûl-u Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Cennet annelerin ayakları altındadır.[118]

 

1935. [3:362, Hadîs No: 3643]

Ebû Mûsâ (r.a.) rivayet ediyor: Cennet kılıçların gölgesi altındadır.[119]

 

1936. [3:362, Hadîs No: 3644]

Âişe'den (r.a.) rivayetle: Cennet cömertler yurdudur.[120]

 

1937. [3:363, Hadîs No: 3648]

Ibni Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla­rını rivayet ediyor:

Cennete girmek her hayâsıza haramdır.[121]

 

1938. [3:363, Hadîs No: 3650]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Cennetin bir kerpici altından, bir kerpici gümüştendir. Harcı halis misktir. Çakılları inci ve yakuttur. Toprağı za'ferandır. Ona giren ki­şi nimetlenir, sıkıntı çekmez. Orada ebedî kalır, ölmez, elbiseleri es­kimez, gençliği yok olmaz.[122]

 

Bu hadis bize Cennetin bir kısım güzelliklerini nazara vermektedir. Açıkça görülmektedir ki, Cennet, herşeyin en güzellerinin bulunduğu, insanın gıpta da­marlarını tahrik edecek ehemmiyette bir yerdir. Güzellikleri insanı büyüleyecek özellikte olan Cenneti şüphe yok ki dünya ölçüleriyle anlamak mümkün değildir, anlamaya kalkmak da o derece yanlıştır.

Herşeyden önce Cenneti yaratan Allah'tır. Sonsuz kudret sahibi Allah dile­dikten sonra dilediği şeyi dilediği gibi yaratır. Cennetin bazı köşklerinin tuğlaları­nın gümüşten oluşu, gümüş gibi parlaklığından, beyazlığından kinayedir. Tıp­kı, "Onlar gümüş beyazlığında, biliûr berraklığında kaplardır ki, sakiler onları herkesin iştahına gönderir"[123] âyetinde geçtiği gibi.

Tuğlalar arası harcın miskten olması Allah'ın kudreti için güç değildir. Zafe-ran da Cennetin güzel kokular yeri olduğunu gösterir. Baharda bağ, bahçe ve tarlaları rengarenk çiçek ve güzel kokularla süsleyen Allah için ne zor olabilir?

Böylesine nimet ve güzelliklerin sergisi olan Cennette en büyük nimetlerden biri hiç şüphesiz devamlı genç kalmak ve ölmemektir. Herşey mükemmel olsa fakat ölüm gelip hepsine son verse o lezzetin, zevkin, yaşamanın tadı kalmaz. Onun içindir ki insanın en büyük arzusu ebedî yaşamaktır.

Yaratılışına ölümsüzlük yerleştirilen insan geçici dünyada ne kadar arzulasa da bu isteğine kavuşamaz. Ölümsüzlüğe ancak bu dünyadan göçtükten sonra kavuşulacak, İsrafil'in ikinci suruyla diriltilen insan bir daha ölmeyecektir. Allah ebedî olduğu için kullarına da ebediyeti ihsan edecek, yaratılıştaki bu en büyük arzuyu tatmin etmiş olacaktır.

Cisim, eğer canlıysa, bedeninde devamlı sentez ve analizler vukubulur. Do­layısıyla canlı ölüme mahkûm olur. Böyle bir cismin Cennette ebediyet kazan­ması, ancak Cenab-ı Hakkın o vücudu Cennetin şartlarına uygun tarzda ayarla-masıyla mümkündür. Bu hususa Sözleı'öe şöyle dikkat çekilir:

"Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın [canlı vücudunun] inkiraza ve mevte [dağılıp Ötmeye] mahkûmiyeti ise, varidat ve sarfiyatın müvazenesizliğîndendir [vücuda giren ve çıkan şeylerin dengesizliğindendir.] Çocukluktan sinn-i kemâle kadar varidat çoktur; ondan sonra masarif ziyadeleşir, muvazene kaybolur. Âlem-i ebediyette ise; zerrâM cisim sabit kalıp terkip ve tahlile maruz değil ve­yahut muvazene sabit kalır, varidat ile masarif müvazenettedir. Devr-i daimî gi­bi, cism-i zîhayat; telezzüzat için, hayat-ı cismaniye tezgahının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir."[124]

 

1939. [3:366, Hadîs No: 3656]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Komşu üç türlüdür: Bunlardan birincisinin bir hakkı vardır. Bu, komşulardan en az hak sahibi olanıdır, ikincisinin iki hakkı vardır. Üçüncüsünün de üç hakla vardır. Bir hakkı olan komşu, akraba ol­mayan gayr-i müslim komşudur, iki hakkı olan komşu, Müslüman olan komşudur ki, onun hem Müslümanlık, hem de komşuluk hakkı vardır. Üç hakkı olan komşu ise, akraba olan Müslüman komşudur. Bunun hem Müslümanlık, hsm akrabalık, hem de komşuluk hakkı vardır.[125]

 

1940. [3:367, Hadîs No: 3658]

Osman'dan (r.a.) rivayetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle bu­yurmuşlardır:

Kur'ân'ı ezberleyen, onun hükmünü yaşamaya gayret gösteren kimse Allah tarafından korunmuştur.[126]

 

1941. [3:368, Hadîs No: 3660]

Ebû Umâme (r.a.) rivayet ediyor:

Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kim­se islâm sancağını taşıyan kimsedir. Böyle bir kimseye saygı göste­ren Allah'a saygı göstermiştir. Onu küçük görene ise Allah lanet et­sin.[127]

 

1942. [3:368, Hadîs No: 3661]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle, Peygamber E fendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Kadınlar çocuklarını karınlarında taşır, dünyaya getirirler, emzi-rirler, onlara karşı çok da merhametlidirler. Eğer kocalarına eziyet etmeyip namazlarını da kılsalar Cennete girerler.[128]

 

1943. [3:368, Hadîs No: 3662]

Hasan el-Basrî rivayet ediyor: Dünya sevgisi her hatanın başıdır.[129]

 

1944. [3:369, Hadîs No: 3663]

îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

İnsanların övgüsüne olan düşkünlük kişiyi kör ve sağır eder.[130]

 

Bir insan düşünün ki övülmeyi sevmekte, övgüye göre kendine yön vermekte ve şekillendirmektedir. Böyle bir insanın hakkı, hakikati, doğru ve gerçeği bulma ve görmesi mümkün değildir. Böyle insanlar gerçeğe karşı kör ve sağırdırlar. Çünkü onlara göre doğru hayranlarını, övgü yağdıranları memnun edecek dav­ranışlardır. Artık o söz ve davranışlarını hak ve hakikate göre değil, kendini öven insanlara göre ayarlamakta, hak ve hakikate ters de olsa onlara lâyık hale gelmek istemekte, övgü ve sevgilerini devam ettirebilmek için onların istediği tarzda olmaya çalışmaktadır.

Övgüye düşkün kimse zamanla nefsini putlaştırır. Herkesi etrafında perva­ne, kendini de âdeta dünyanın merkezi sanır. Böyle bir felsefeye sahip bir kim­senin hak ve hakikati ve hele şahsî kusurlarını görmesi, kendine çekidüzen ver­mesi mümkün mü? Kendi sırça sarayında ve fildişi kulesinde gerçek dünyadan habersiz adetâ kör ve sağır hayatı sürmektedir.

 

1945. [3:370, Hadîs No: 3668]

îbni Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Sahabîlerime dil uzatana Allah lanet eylesin. Kim Sahabîlerim konusunda benim hakkımı gözetirse, ben de Kıyamet günü onu göze­tirim.[131]

 

1946. [3:370, Hadîs No: 3669]

Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:

Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku. Gerçek sevincim namazdadır.[132]

 

1947. [3:371, Hadîs No: 3670]

Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:

Siz Allah'ı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin.[133]

 

1948. [3:372, Hadîs No: 3674]

Abdullah bin Enis (r.a.), Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

Birşeyi aşarı sevmen seni ona karşı kör ve sağır yapar.[134]

 

1949. [3:373, Hadîs No: 3675]

Abdullah bin Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:

Zulme uğradığı halde kendisi de başkasına zulmetmiş olan bir kimsenin duasını kabul etmemeye Allah kesin karar vermiştir.[135]

 

1950. [3:373, Hadîs No: 3676]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Cehennem nefse hoş gelen şeylerle, Cennet ise nefsin hoşuna git­meyen şeylerle kuşatılmıştır.[136]

 

1951. [3:376, Hadîs No: 3685]

Abdullah bin Cerad, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Hac yapın. Şüphesiz hac suyun kiri yıkadığı gibi günahları yıkar, temizler.[137]

 



[1] Ibni Ebi'd-Dünya'nın Zemmö'l-Gadatimdan.

[2] Ibni Ebi Hatim ve fani Mürdeveytiten

[3] Buharı, îman: 14; Edeb: 42; Müslim, İman; 66,67; Tırmizî, îman: 10; Ateşe/, İman: 3; IbniMâce, Fiten: 23;

Mösned, 3:103,172,275.

[4] Tırmizî, Kıyam: 48; IbniMâce, Edeb: 10.

[5] Hâkim'in Müstedretfi ve Beyhaki'nin Şi'bü't-İmartmdsn.

[6] DeylemfninMüsnedüV-F/rctere'inden.

[7] Taberânî'nin Evsafı ve Hâkim'in Mü$tedreK\nder\.

[8] Yusuf Sûresi, 92.

[9] IbniHişâm, 4:55.

[10] Taberânînin fobi/inden.

[11] Şems Sûresi, 9.

[12] Hatib'in Tariflinden.

[13] Bezzazdan.

[14] İbni Asakit'den.

[15] Ebu-ş-Şeytîm Sevab'ı ve Isbahanî'nin Terğiti\n6m.

[16] Ebû Ya'la'nın Müs/ierfinden.

[17] Taberâfifnin Evsafından.

[18] Taberânrnin Kedicinden.

[19] Hûd Sûresi, 113.

[20] Bezzar’dan.

[21] Taberâni'nin Evsafından.

[22] Hâ/am'den.

[23] Taberânî'nİn Evsatmâen.

[24] Ebû Davud, Cihad: 33.

[25] Ibni Ebi Şeyböden.

[26] TaberârıFnin Kebifl ve Ebû Nuaym'ın H//ye'sinden.

[27] Bezzazdan.

[28] Müsned, 6:145,160.

[29] Ttrmizî, Zühd: 17.

[30] Ebû Davud, Talak: 9; Tırmizî, Talak: 9; IbniMâce, Talak: 13.

[31] Bezzaf dan.

[32] IbniMâce, Dua: 11; Ebû Davud, Vitir: 29; Tirmizİ, Birr; 7; Daavat: 47;

Mûsned, 2:258,367, 368,378.

[33] Beyhakî'nin Şi'bü'l-îmartmdan.

[34] Ibni Ebİ Şeybe'den.

[35] Buharî'nin fdeb'inden.

[36] Taberânrnin Kefe/finden.

[37] Hucûrat Sûresi, 12.

[38] Ibni Mâce, Zühd: 22; Ebû Davud, Edeb: 40.

[39] Keşfö'l-Hafâ, 1:356 (H. 1132.)

[40] Felâk Sûresi, 5.

[41] Beyhakl'nİn $/'öö'/-/marfından.

[42] Beyhaki'nin Şi'bü'l-İmarfınösn.

[43] Taberâni'nin Fvsafından.

[44] flüsîe'den.

[45] Müslim, Tahare: 7.

[46] Tirmizî, Salât; 13; Cenâiz: 73; Müsned, 1:105.

[47] Tirmizi, Edeb: 37.

[48] Ebû Davud, Tahare: 43; Tirmizî, Salât: 148; IbniMâce: İkâme: 31; Müsned, 5:250,260.

[49] Ebu'ş-Şeyhten.

[50] Taberânî'nin Evsafu Hâkim'in Müstedreift ve Beyhaki'nin Şi'bö'l-İmariından.

[51] ibni Asakifden.

[52] Deylem?nin Müsnedü'l-Firdevs'inden.

[53] Hâkim'in MüstedreK'mden.

[54] Buharl Büyü': 106; İcare: 10; IbniMâce, Rühûn: 4; Müsned2:358.

[55] Timizi, Fezâilü'I-Cihad: 20; ibniMâce, Itk: 3; Neseî, Nikâh: 5.

[56] Muhammed Sûresi, 7.

[57] Ankebût Sûresi, 69.

[58] Kastamonu Lahikası, 222, 223.

[59] Nur Süresi, 33.

[60] Tevbe Süresi, 60.

[61] Taberânrnin Kebîrinden.

[62] Taberânrnin KeöfVinden.

[63] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdev&nden.

[64] Ebû Naym'ın Hy/ye'sinden.

[65] Müsned, 2:128.

[66] Ebû Davud, Cihad: 9.

[67] Taberânfrıin Kebirinden.

[68] İbni AsâMden.

[69] Hâkim'in MüstedreRinden.

[70] Hatib'in Tar/ftinden.

[71] ibniMendeve Ebû Nuaym'ın Sa/ıabe'sinden.

[72] Ebû Nuaym'ın Hı/yö'sinden.

[73] Ebni Ebi'd-Dünytfdan.

[74] TaberânFnİn Kab/Vinden.

[75] BuharMn Edeb'i, Ebû Ya'la'nın Müsnedl ve Taberânînin /Cefa/Vinden.

[76] Taberânînin Kebif'mden.

[77] Rüsle'nin /man'ından.

[78] Taberânfnin Kebîrinden.

[79] Müslim, İman: 171; Ebû Davud, Libas; 25; A/ese/, Zekât; 69; Büyü"; 5; IbniMâce, Ticarât: 30.

[80] Buharı, Şehâdet: 22; Ahkâm: 48; Müslim, £man: 173,174; Nesei, Büyü1:6; ibniMâce, Cihad: 42, Ticarât: 30;

Müsned, 2:253.

[81] Müslim, İman: 172.

[82] Taberânrnin Kefekinden.

[83] Isbahanî'nin Tergib'möen.

[84] Timizi, Cennet: 25; Neseî, Kıyamü'l-Leyl: 7; Zekât: 75; Müsned, 5:153

[85] Ebû Davud, Cihad: 36; Tirmizt, Cennet: 25.

[86] Müsned, 3:80.

[87] Hâkim'in Taritf\ ve Deylemî'nin Müsnedül'l-Firdevs'mâen.

[88] Hâkim'in MüstedreKinden.

[89] Ebu'ş-Şeyh'in TevbiHi ve ibni Asakitden.

[90] Ibni Adiyy'in e/-Karo//inden.

[91] Ebû Davud, Eşrbe: 5, 7; Müsned, 1:274,289,350.

[92] Taberânrnin Keö/Vİnden.

[93] Taberânînin Keb/Vinden.

[94] Buharı, îman: 41; Cenâiz: 36; Menakıbü'l-Ensar: 49; Merzâ: 16; Daavat: 43; Feraiz: 6; Müslim, Vasiyye: 4.

[95] Ibni Mâce, Vesâya: 3.

[96] Tirmizl, Ahkâm: 31,33; Ebû Davud, Buyu': 73; Müsned, 4:388,390; 5:8,12,13,18.

[97] Taberânrnin Keb/Vinden.

[98] Ebû Davud, Cihad: 17; Neşe!, Cihad; 1; Dârimî, Cihad: 37.

[99] Ibni Adiy/in el~Kâmit\; Beyhakl'nin Şi'bü'l-fmari\ ve Ebû Nuaym'ın M/ye'sinden.

[100] Müsn&d, 2:359.

[101] Taberânfnin Kebît\ ve Ebû Ya'la'nın Müsned'mden.

[102] TaberânFrıİn Keb/fi ve Ebû Ya'la'nın Müsnedlnden

[103] Taberânînin /Ceb/Vinden.

[104] Ebu'ş-Şeyh'in Sevab'ından.

[105] Ibni Laldan.

[106] Kazâi'den.

[107] Darimî, Rikak: 101; Müsned, 4:416.

[108] Hâkimin Müstedretfinden.

[109] Deylemfnin Müsnedü'l-Firdevg'mâen.

[110] Deylemrnin Mösnedû'l-Firdevfmden.

[111] Haîib'in Tariflinden.

[112] bniMâce, Tİcarât: 6; Dârimî, Büyü': 12.

[113] DeylemFnin Mûsnedü'l-Firdevâ'mtien.

[114] KazaMen.

[115] Hakfrrföen.

[116] Bvhart, Rikak: 29.

[117] Tımizî, Cennet: 4; Mösned, 3:29.

[118] Hatib'in Tanmnden.

[119] Hâkim'in MüstedreKmden.

[120] Ibni Adiy/in el-Kâmit'möen.

[121] Ibni Ebi'd-Dünya'nınes-Şumfundan.

[122] Buharı, Tefsir-i Sûre: 9,15; Tabir: 48; Tırmizî, Cennet: 2; Dirimi Rikak: 100.

[123] İnsan Sûresi, 16.

[124] Sözler, s. 467, 468.

[125] Ebû Nuaym'ın W//ytfsinden.

[126] Ebû Nuaym'm Hı/yefsinden.

[127] Ebû Nuaym'ın Haşinden.

[128] IbniMâce, Nikâh: 62, Mûsneâ. 5:252,257,269.

[129] Kenzöl-Ummal, 3:192/6114; Keşfûl-Hafâ, 1:344/1099.

[130] Deyiemrnin Mûsnedö'l-Firdev^'mden.

[131] bni Asafâfim.

[132] Nesei, Işretü'n-Nisa: 1; Müsned, 3:128,199,285.

[133] TaberânFnin Keb/Vinden.

[134] Ebû Davud, Edeb: 116; Mösned, 5:194; 6:450.

[135] ibni Adiy/in el-Kâmilinöen.

[136] Buharı, Rikak: 28; Müsned, 2:333,373.

[137] Taberânfnin Evsafından.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder