5 Eylül 2020 Cumartesi

İHLASIN DERECELERİ Büyükler “Âlimin iki rekat namaz kılması, cahilin bir yıllık namazından üstündür.” demişler. Zira cahil amelin karşı karşıya olduğu tehlikeleri bilmez. Hepsini ihlaslı sanır. Zira ibadetteki karışıklık, altındaki karışıklık gibidir. Sarrafların bazısı yanılmakla beraber, sanatında mahir olanlar yanılmazlar. Cahiller ise sarı olan her şeyi altın sanırlar. İbadette ihlası yok eden karışıklık dört derecedir. Bir kısmı çok gizli ve çok zordur. Kolay anlaşılması için açıklamaya çalışalım: 1. DERECE: Namaz kılan kimse, yanına başkaları gelince, şeytan ona “namazı güzel kıl, seni ayıplamasınlar” der. Bu zaten açıktır. 2. DERECE: Birinci dereceyi bilip ondan sakınan kimseye şeytan şöyle der: “Namazı güzel kıl ki insanlar sana uysunlar ve bunun için sevap kazanasın.” Bazıları şeytanın bu hilesine aldanır ve sevabın ancak huşu ve ihlas parıltısı başkasına geçtiği zaman kazanıldığını bilmez. Ama kendisi ihlaslı ve huşulu olmadığı halde insanlar onu öyle görseler, insanlar sevaba kavuşur, fakat kendisi münafık olur. 3. DERECE: İnsanlar arasında iken, yalnız başına olduğu zamanki gibi namaz kılmazsa sorguya çekileceğini bildiği için yalnız başına iken de kendini güzel namaz kılmaya zorlar ki, insanlar arasında da o şekilde kılabilsin. Bu daha derin bir ikiyüzlülüktür, fakat bu ikiyüzlülüğü kendine karşı yapmaktadır. Zira aslında yalnız iken yaptığı ibadetin insanlar arasında yaptığı ibadet gibi olmadığını bilerek kendinden utanır, yalnız iken de insanlar arasında kılıyormuş gibi davranır ve bununla insanlar arasında yaptığı ikiyüzlülükten kurtulduğunu sanır. Oysa yalnız iken de kendine karşı ikiyüzlülük yapmış olur. 4. DERECE: Hepsinden daha çok gizlidir. Mesela bir kimse yalnız ve kalabalıkta iken huşu olmayacağını bilir. Şeytan ona “Yüce Allah’ın büyüklüğünü düşün, yoksa nerede olduğunu bilmiyor musun?” der. Böylece o da huşu içinde olur. İnsanlara zahid ve salih görünür. Eğer yalnız iken de bu fikirler onun kalbine gelmezse, o zaman iki yüzlü davranmış olur. Fakat şeytan, ona öyle gösterir ki, ikiyüzlü davrandığını anlamasın. İnsanları gördüğü zaman Allah ‘ın büyüklüğünü hatırlaması fayda vermez. Ona göre insan ile hayvanların onu görmesi bir olmalıdır. Eğer aralarında biraz fark görürse ikiyüzlülükten kurtulmamış demektir. Kaynak – Kimya-i Saadet – İmam Gazali

 

AZRAİL İLE KARŞILAŞMANIN HASRETİ
İbrahim (A.S.), bir gözü yüzünde, diğer bir gözü ise kafasında bulunan ölüm meleği Azrail’e:
“Öleceklerin biri doğuda diğeri batıda olduğu, aynı zamanda bir yerde veba hastalığının bulunduğu ve başka bir yerde ise ki ordunun birbirini kırıp geçirdiği böyle sıkışık anlarda ne yaparsın?” diye sorar.
Azrail:
“Yeryüzü benim için bir tabak gibidir. onlardan dilediğimi alırım. Allah’ın izni ile ruhları davet ederim. Onlar da parmaklarımın arasına girerler.” diye cevap verir. Bundan sonra Azrail (A.S.) İbrahim Peygambere Allah’ın dos tu olduğunu müjdeler.
Süleyman peygamber, Azrail (A.S.)’a:
“Neden adil davranmıyorsun canları alırken? Şunun canını alırken, bunu bırakıyorsun?” dediğinde , Azrail şöyle karşılık verdi:
“Ben bu hususta senden fazla bir şey bilmem. İsimler sayfa halinde önüme gelir. Ben de onların ruhlarını alırım.”
Münebbih oğlu Vehb diyor ki:
“Hükümdarlardan birisi, bir yere gitmek için beğeninceye kadar elbise ve at seçti. Etrafındakilerle birlikte ihtişam içinde böbürlene böbürlene yola çıktı. Yolda kirli, paslı bir adam, atının yularına yapıştı. Hükümdar, köpürerek:
“Sen kimsin ki, bu işe cesaret edersin? Çekil yolumdan, mahvederim seni!” diye bağırınca, adam:
“Benim sana söyleyecek bir şeyim var.” dedi.
Hükümdar hiddetli bir şekilde: “Söyle bakalım ne diyeceksin? Sonra defolup git yanımdan!” dedi. Fakat adam: “Hayır açık olarak söyleyemem.
Eğil de kulağına söyleyeyim.” dedi.
Bunun üzerine hükümdar eğildi. Adam hükümdarın kulağına: “Ben Azrail’im. Canını almaya geldim.” dedi. Hükümdarı bir korku ve titreme aldı.
Azrail’e kendisine birkaç dakika izin vermesini söyledi. Ancak Azrail:
“Hayır, sana izin yok. Ailene de ulaşamıyacaksın.” diyerek canını aldı.
Bundan sonra devam eden Azrail (A.S.), mü’min bir kul ile karşılaştı. Ona selam verdikten sonra:
“Seninle işim var. Fakat bunu sana gizli söylemek zorundayım.” dedi ve kulağına eğilerek kendisinin Azrail olduğunu, canını almak için geldiğini anlatınca, mü’min kul buna sevinir ve:
“Hoş geldin. Ne kadar zamandır seni bekliyordun. Yeryüzündeki kusurlarımdan kurtulmak için senden daha sevgilisi benim için yoktur.” dedi.
Bunun üzerine Azrail, mü’min kula işini bitirmesini söyledi. Fakat adam:
“Benim en önemli işim, Allah’a kavuşmaktır.” dedi.
Bunun üzerine Azrail:
“Hangi hal üzerine istersen, o hal üzerinde canını alayım.” dedi.
Adam da:
“Buna imkan var mı?” diye sordu.
Azrail:
“Elbette. Ben bununla emrolundum.” dedi.
Adam:
“Öyleyse, abdest alıp namaza başlayayım. Başım secdede iken canımı al.” dedi.
Azrail de mü’min kulun başı secdede iken canını kolaylıkla aldı.
Abdullah oğlu Ebû Bekir diyor ki:
” İsrailoğullarından biri, çokça servet biriktirdi. Nihayet ölümü yaklaştı.
Oğullarına:
– Getirin şu kazandığım servetimi de, göreyim, dedi.
Onlarda, at , deve, koyun, köle ve benzeri birçok çeşitli servetleri gözünün önüne getirdiler. Bunca servetinden ayrı kalacağından hasretten ağlamaya başladı. Tam o sırada ölüm meleği Azrail gelip adamın karşısına çıktı. Ona:
– Niçin ağlayıp duruyorsun? Sana bu nimetleri veren Allah’a yemin ederim ki, seninle bunların arasını ayırmadan (canını almadan) evinden çıkacak değilim. dediğinde adam:
– İzin ver de, bir kısmını ayırayım. Şöyle yapıp böyle edeyim… dedi.
Fakat ölüm meleği:
– Şimdiye kadar nerelerde idin? dedi ve canını aldı.”
İslam büyüklerinden biri diyor ki:
“Adamın biri, çevresinin büyük zenginlerinden olup, servetinin hesabını kendisi bile bilmezmiş . Fakat bu biriktirdiği servetinden bir kuruşunu bile hayır yolunda harcadığı görülmemişti. Bütün yaptığı iş, zevk-u sefası, diğer zengin ve ileri gelen devlet adamları ile birlikte bir araya gelerek ziyafetler, eğlenceler düzenleyip, zenginliğini teşhir edip nam kazanmakmış .
Yine birgün böyle bir ziyafet vermiş , zevk ve sefa içinde eğlencesini sürdürürken kapının zilinin çalındığı duyulmuş . Hizmetçilerden biri gidip kapıyı açınca, dilenci kılıklı bir adamın beklediğini görmüş . Ona ne istediği sormuş , o dilenci kılıklı kimse, ona: “Efendinizi çağırın. Onunla görüşmek istiyorum” demiş .
Fakat o adam ona: “Sen böyle uluorta konuşacağına, git de efendini çağır bana. O öyle kapıya çıkmayacak kadar ulu bir kişi olamaz.” demiş . Hizmetçi adama sert sert bakıp kapıyı üstüne kapamış . Efendisi kendisini çağırıp da kimin kapıyı çaldığını sorunca, hizmetçi gördüklerinin hepsini anlatınca, o zevk içinde sarhoş bir kahkaha atan zengin, hizmetçiye: “Onu kovduğuna iyi etmişsin. Fakat bu kadar ileri gittiğine göre ona birkaç tokat atsaydın, kapımda böyle saygısızca konuşmanın ne demek olduğunu daha iyi anlardı.” demiş .
Kapıda bir süre bekleyen dilenci kılıklı adam, zengin ev sahibinin kapıya çıkmadığını görünce hızla kapıyı açıp içeri girmiş . Ev sahibinin karşısına dikilip, sert bir ifade ile: “Zengin ve sarhoş olunca misafirlerini böyle
kapıdamı bekletirsin sen?” diye sormuş .
Herkesin önünde iki büklüm eğilmesine, saygı göstermesine alışmış olan zengin ev sahibi, adamın bu söyledikleri, bu cüreti karşısında adeta şaşırmış . Kendisine karşı böylesine bir hakaret edilmesine adeta inanmıyordu. Onunla birlikte içerdekilerde şaşırmışlardı. Bu şaşkınlıktan bir an kurtulan zengin ev sahibi:
“Sen kimsin de böyle karşımda konuşuyorsun?” diye sormuş .
“Ben ölüm meleği Azrail’im” diyen o dilenci kılıklı şahsın bu sözleri karşısında bütün misafirler, başta ev sahibi olmak üzere hepsini bir korkudur almıştı. Azrail, ev sahibine hitaben:
” İnsan kılığına girerek senin canını almaya geldim. Servet ve gösterişe olan aşırı düşkünlüğünü bildiğim için, ne yapacaksın diye merak ederek şu gördüğün kıyafetle karşına dikildim.” deyince, zengin adam öleceğini anlamış ve delirecek gibi olmuş . Azrail’den dünya gözüyle bir kez daha servetine bakıp hasret gidermek için müsaade istemiş .
Ölüm meleğinin müsaadesi üzerine zengin adam, tüm servetini toplamış , onlara karşı: “Lanet olsun hepinize! Sizin için bu kadar uğraşıp durdum.
Ömrüm sizin yolunuzda geçti. Bana, Allah’a karşı olan vazifelerimi unutturdunuz. Bana ne hayrınız dokundu? Şimdi hepinizi bırakıp boş ellerle Allah ‘ın huzuruna gidiyorum.” diyerek bağırıp çağırmış .
Her şeye gücü yeten Hz. Allah, zengin şahsın servetine dil vermiş . Dile gelen adamın servetleri, hep bir ağızdan sahiplerine şu cevabı vermişler:
“Bize ne kusur yüklüyorsun? Bizi haksız ve haram yollardan biriktirip de yığın sen değilmisin? Servete tapmamanın gerektiğini sana öğütleyenlerin sözlerine bakmadan bizim uğrumuza ömrünü harcayan ve sırf bizim varlığımızla iftihar edip çalım satan ve bu yüzden de fakir kimselere insan gözüyle bakmayan sen değilmisin? Sanki bizi kullanmak istediğin kötü şeylere götürürken hangi birisine gelmemezlik yaptık, şayet düşünüp, bizi iyi ve helal olan yerlere kullanacak olsaydın müsaade etmeyecek miydik?
Eğer akıllıca hareket ederek bizi Allah ve insanlık yolunda kullansaydın, Allah ‘ın hoşnutluğunu da, insanların temiz sevgisini de bir arada kazanır, şimdi olduğu gibi son anlarında Allah’ın huzuruna utanarak yönelmezdin.
Ama sen varlık ve bolluğumuz içinde zevk ve sefa sürerek eğlence ziyafetleri tert iplemeyi, diğer zengin arkadaşlarınla bir araya toplanıp coşup gülmeyi Allah’ın açık emirlerine üstün tuttun. Şimdi hiçbir çaren kalmadığını görünce, bütün kabahatlerini üstümüze yükleyerek lanetler okuyorsun. Halbuki, esas lanetlik sensin de farkında değilsin. Ömrün boyunca hiçbir an, acaba bizden ayrılacağın şu ölüm anını acaba hatırına getirmiş miydin?”
Münebbih oğlu Vehb diyor ki:
“Azrail (A.S.), zamanında zulümde benzeri olmayan bir hükümdarın canını aldı ve göklere çıktı.
Melekler:
– Canını alırken en çok acıdığın bir kimse varmı? Diye sordular.
Azrail:
– Evet , ıssız bir yerde yeni çocuk doğuran bir kadının canını almakla emrolundum. Hem kadına, hem de yeni doğan çocuğa acıdım. Ve kendi
kendime: “Bu çocuğun hali ne olacak?” dedim.
Melekler:
– İşte şimdi canını alıp geldiğin zâlim ve gaddar adam, o çocuktur. dediler.”
Yesar oğlu Atâ diyor ki:
“Şaban ayının on beşinde öleceklerin listesi Azrail (A.S.)’a verilir. Bu arada ev yapan, su akıtıp ağaç diken, yeni evlenen nice kimseler var ki, hepsinin de isimleri bu listededir. Ancak onlar, bunu bilmezler.”
Hasan Basri diyor ki:
“Azrail (A.S.), her gün bir evi üç defa dolaşıp bunlardan rızkını tüketip ömrünü tamamlayanın canını alır. Evdekiler başlarlar feryat figan edip ağlaşmaya. Azrail (A.S.), kollarını kapıya gerip: “Ne diye ağlıyorsunuz?
Ben bu adamın ne rızkını yedim, ne de ömrünü kestim. Rızkı tükendi, ömrü sona erdi, ben de canını aldım. Boşuna ağlamayın. Size de sıra gelecek.
Ben devamlı buraya gelip gidecek ve hiçbirinizi bırakmayacağım.” der. Eğer ev halkı Azrail (A.S.)’ı görse ve dediklerini duysalar, ölümü unutur kendilerine ağlarlardı.”
A’meş diyor ki:
“Azrail (A.S.), insan suretine girerek Süleyman peygambere uğradı. Orada bulunan bir adama baktı. Adam da, bunu farketti. Azrail (A.S.) gidince, adam Süleyman peygambere, deminki adamın kim olduğunu sordu.
Süleyman peygamber de, Azrail (A.S.) olduğunu söyleyince, adam: “Bu, beni alacak gibi bir bakışla baktı. Ben, bundan çok korkuyorum.” dedi.
Bunun üzerine Süleyman peygamber, adama: “Ne yapmamı istersin?” diye sordu. Adam da: “Beni rüzgar ile Hindistan’ın öte tarafına attır.” dedi.
Süleyman peygamber, rüzgara emredip adamı Hindistan ‘ın doğusuna attırdı. Bir müddet sonra Azrail (A.S.), Süleyman peygamberin yanına tekrar uğradı. Süleyman peygamber, Azrail’e önceki bakışının nedenini
sordu.
Bunun üzerine Azrail (A.S.), şöyle cevap verdi:
“Hindistan’ın doğusunda pek kısa bir müddet sonra adamın ruhunu almakla emrolunmuş iken, adamı burada gördüğüme şaşarak ona baktım.”
Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam Gazali

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder