5 Eylül 2020 Cumartesi

TASAVVUF NE DEĞİLDİR Bu nevî düsturlarla tezat teşkil eden ve ölçüsünü Kur’ân ve Sünnet’­ten almayan ne varsa -her ne kadar tasavvufa izâfe edilirse edilsin- bâtıldır. Bazı kimselerin; “Kalbin temiz olsun da, amelin az olsa da olur(!)” şeklinde, nefsânî tâvizlere kapı açan anlayışıyla, şerîatin hâdimi olan gerçek tasavvufun uzaktan yakından bir alâkası yoktur. Meselâ günümüzde, Mesnevî-i Şerîfʼin rûhundan uzak bazı kimseler tarafından, Mevlevîliğin vecd ve takvâ tarafı ihmâl edilerek, aslı zikir olan semâ, âdeta şov maksatlı bir folklor gösterisi ve orkestra eşliğinde icrâ edilen bir mûsikî meclisi hâline getirilmektedir. Hâlbuki Hazret-i Mevlânâ, Mesnevîʼnin ilk 18 beyti içinde; kendisini dinlediği hâlde maksat ve gâyesini idrâk edemeyen gâfillerden şöyle yakınmaktadır: “Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. Kötü huylu olanlarla da, iyi huylu olanlarla da düşüp kalktım. Herkes kendi anlayışına göre bana dost oldu. Lâkin içimdeki esrârı idrâk etmedi. Benim sırrım, feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu görecek nur, her kulakta onu işitecek kudret yoktur. Ham ruhlar, olgun ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar. O hâlde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.” Ayrıca, bütün Hak dostları gibi Mevlânâ Hazretleri’nin feyiz kaynağı da şüphesiz ki Kur’ân ve Sünnet’tir. O, bu hakîkati bir rubâîsinde bütün cihâna şöyle îlân eder: “Canım var oldukça ben Kur’ân’ın kölesiyim. Ben Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yolunun toprağıyım. Eğer bir kimse, benim sözümden bundan başka (bu istikâmetin dışında) en ufak bir şey bile nakledecek olursa, o kimseden de, onun sözünden de incinirim, tiksinirim.” Bu beyânıyla Mevlânâ Hazretleri kendisini açıkça; “Kur’ân’ın kulu, kölesi; Hazret-i Peygamber’in nurlu yolunun toprağı” olarak takdîm etmektedir. Yani pergelin sâbit ayağının dâimâ şerîate bağlı bulunduğunu, hayatını Kur’ân ve Sünnetʼin tâlimatlarına göre tanzim etmeye gayret gösterdiğini açıkça beyân etmektedir. O hâlde şerʼî hükümlerle amel etmeden Hazret-i Mevlânâʼnın yoluna mensûbiyet iddiâsında bulunmak, evvelâ Hazretʼin aziz rûhunu incitecektir. Diğer taraftan, bazı tarîkatlerde, helâl-haram hassasiyetleri geri plâna atılarak, yine; “benim kalbim temiz(!)” gibi, içi doldurulmamış ifadelerle, kadın-erkek ihtilâtının önünün açıldığı, tesettürde zaaf gösterildiği ve daha nice şerʼî ölçülerden tâviz verildiği görülmektedir. Sanki kalp te­miz olduğunda helâl-haram sınırlarına riâyet etmek gerekmezmiş gibi, tamamen nefsâniyete prim veren, bâtıl bir görüşe meyledilmektedir. Böylece her hususta en büyük rehberimiz olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin, en temiz kalpli insan olduğu hâlde; ibadette, muâmelâtta, ahlâkta ve bilhassa günümüzün en büyük problemi olan “helâl ve harama riâyet”te, ümmetine emsalsiz bir örnek teşkil etmiş olduğu, görmezden gelinmektedir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder