Hayirli Cumalar Sayin Hocam,
Ehli bidat ile alakali tavrimiz, davranisimiz nasil olmali?
Ehli bidata Selâm vermek, almak vesaire....
Ehli bidat ile oturup kalkmak, konusmak vesaire...
Ehli bidat'da mümin midir?
Sahabelerin ve gecmis ulemamizin ehli bidata olan durusu neydi?
Selâm ve dua ile
Kemal
Selamun aleyküm değerli kardeşim;
Ehli bidat ile alakali tavrimiz, davranisimiz nasil olmali?
Ehli bidat ile oturup kalkmak, konusmak vesaire...
Bid’at ehli ile arkadaşlık yapmak, oturup onunla sohbet etmek caiz değildir. İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: “Şunu kesin olarak bilin ki; bid’at sâhibi ile dost olmak, kâfirle dost olmaktan daha zararlıdır!..” [el-Mektubat, 1, 54] “…(Ehl-i Sünnet) büyüklerinin doğru yolundan bir arpa boyu ayrılan kimseyle oturup kalkmanın, durup konuşmanın, öldürücü bir zehir olduğunu herkes bilmelidir. Bunlarla oturup kalkmak, yılanlarla arkadaşlık yapmaya benzer...” [el-Mektubat, 1, 213]
Dalâlete, fitne ve fesada düşmemek için imkan nisbetinde onlardan kaçınmak, birlikte bulunmamak, beraber yiyip içimemek gerekir! Onlara hürmet edilmez; zira onlara hürmet-saygı, dinin yıkımına yardımcı olmak demektir. Hastaları ziyaret edilmez, cenazelerine iştirak edilmez. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), “Onlar benden değil, ben de onlardan değilim” [Alûddîn Ali el-Muttakiyyü'l-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 11, 527] buyurmuşlardır.
“Bir kimse bi’dat sahibinden buğz ederek yüz çevirirse, Allah onun kalbini korkudan emin kılar ve imanla doldurur. Kim bid’at sahibine sert muamele ederse, Allah Teala onu en büyük korku gününde (kıyametin şiddet ve dehşetinden) emin kılar. Kim bid’at sahibini hakir ve zelil görürse, Allah onu Cennet’te yüz derece yükseltir. Kim de bid’at sahibine selâm verir veya ona beşaretle mülaki olursa (müjde-muştu, iyi bir haberle) ve onu sevindirici şeyle karşılarsa, Muhammed’e (s.a.v.) indirileni istihfaf etmiş (Kur’an’ı hafie almış) olur.” [Râmuzu’l-Ehâdîs, harf-i men, bid’at 13] Gene Râmuz’da bu hadisin benzeri başka bir rivayet de şöyledir: “Bir kimse bid’at sahibini korkutursa, Allah onun kalbine iman ve emniyet doldurur ve onu büyük korkudan emin kılar. Kim bid’at sahibini horlarsa, Allah onun Cennette derecesini yükseltir. Bir kimse de bid’at sahibine mülaki olduğunda ona hoş yüz gösterirse, Peygambere ineni istihfaf etmiş olur.”
Bid'at ehline, münafıklara ve fâsık-ı mütecahirlere (açıkça günah işleyenlere) tatlı dille konuşmak ve güler yüz göstermek caiz değildir. O bakımdan zaruret olmadıkça, bunlarla karşılaşmamaya, görüşmemeye çalışmalı; görüşülürse, zaruret miktarını aşmamalıdır.
***
Ehli bidata Selâm vermek, almak vesaire....
Onlarla karşılaşınca, gayrimüslimlerde olduğu gibi mecbur kalmadıkça selâm vermemek, onlar verdiğinde de, sadece “ve aleyke” diyerek almak en uygun olanıdır. Tabii selâmla kastımız-niyetimiz de, Allah hidayet versin demek olmalıdır.
Bilindiği üzere selâm; sevgi ve muhabbeti ifade eder. Dinimizde manevî bağları kuvvetlendirmek için teşri' edilmiştir. Müslümanlarla müslüman olmayan kimseler arasındaki bağ, küfürle; bid'at sahipleriyle de o çirkin inanç ve amelleri dolayısiyle kopuk olduğundan, onlara selâm vermenin bir manası da yoktur.
Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimiz buyuruyor ki: “Yahudi ve Hristiyanlara öncelikle siz selâm vermeyin. Yolda onlardan biriyle karşılaştığınız zaman, eziyet etmemek şartıyla, onları yolun kenarından yürümeye zorlayınız.” [Müslim, Sahih, Selâm 13; Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb 138; Tirmizî, Sünen, İsti‘zân 12; İbni Mâce, Sünen, Edeb 13] Bid'at ehlini de bu tasnife dahil edebiliriz.
Bu mevzuda âlimler arasında farklı görüşler vardır. İmam Nevevî’nin (rh.) bildirdiğine göre Şâfiî alimlerin (rahımehumullah) büyük çoğunluğuna göre Ehl-i Kitaba selâm vermek haramdır, selâmlarını almak ise caizdir. Bunun da kısaca “ve aleyküm” şeklinde olması gerekir. Diğer bazı âlimlere göre ise, ilk selâm vermek haram değil, mekruhtur. Yani hadisteki nehiy / yasak kerahet içindir. Ancak İmam Nevevî bunun haram olduğu görüşündedir.
Bir kısım âlimlere göre, bir zorunluluk, bir ihtiyaç, bir sebepten dolayı olursa, onlara selâm vermek de almak da caizdir. Alkame, Nehaî (rahımehumallah) bu görüştedir. İmam Evzaî (rh.) de bunun caiz olduğunu şu sözleriyle ifade etmiştir: “Eğer onlara selâm verirsem, benden önce de bazı salih kimseler onlara selâm vermiştir, eğer vermezsem benden önce de bazı salih kimseler onlara selâm vermemiştir”.
Bu farklı görüşleri göz önünde bulundurduğumuzda mümkün oldukça selâm vermek yerine başka bir ifadeyi kullanabiliriz (Mesela ‘merhaba’ diyebiliriz). Şayet karşı taraf bunu, kasıtlı bir şekilde Selâm verilmediğini düşünüp alınganlık gösterecek olursa, cevaz veren âlimlerin görüşleri istikametinde hareket etmeyi tercih edebiliriz.
Ehl-i Kitap’tan birisi selâm verdiği takdirde ise, yalnızca "Ve aleyküm! (size de)" denilir. [Buhârî, Sahih, İsti’zân 22, Mürteddîn 4; Müslim, Sahih, Selâm 6–9]
Maslahata binaen, müslüman olmayan kimselere "selâm" lafzını ifade etmeden ‘iyi günler, iyi akşamlar, merhaba’ gibi ifadeler kullanılabilir.
Müslüman bir ülkede yaşayanlar karşıdakilerin kâfir olduğunu bilmiyorsa, selâm verebilir. Eğer selâmı almazlarsa, kendi selâmını kendisi "ve aleyküm selâm" diyerek geri alır. Onların bu selâmı almamasından dolayı da sorumlu olmaz.
Eski devirlerde her şey din çerçevesinde değerlendirildiği için, Müslümanın vakarını, izzetini yansıtma gayesiyle yukarda söylenildiği davranışlar olabiliyordu. Bugün global dünya medeniyetinde din değil, maalesef başka evrensel kurallar, nezaketler ön plana çıkmıştır. Dolayısiyle karşı tarafa böyle bir davranış sergilemek, izzet ve vakar değil, nezaketsizlik, görgüsüzlük olarak kabul edilecektir. İmam Gazalî (rh.), “bir sünnet fasık olan kimselerin şiarı/nişanı, âdeti, simgesi haline gelmişse, biz onun terk edilmesine hükmediyoruz” [İhya, 2, 270] diyor.
Biz de bu hususta İmam Gazali hazretlerinin yolunu takip ederek, “Eğer gayriüslimleri yolda sıkıştırmak, onları selâm alıp vermeye zorlamak bu asırda nezaketsiz, firasetsiz, görgüsüz insanların şiarı/nişanı, âdeti, simgesi, alameti olarak değerlendiriliyorsa, bu davranışı terk etmenin daha uygun olacağını” söyleyebiliriz.
***
Ehli bidat'da mümin midir?
Yukarda geçtiği üzere İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri, “bid’at sâhibi ile dost olmak, kâfirle kâfirle dost olmaktan daha zararlıdır!..” “… onlarla oturup kalkmanın, durup konuşmanın, öldürücü bir zehir olduğunu herkes bilmelidir. Bunlarla oturup kalkmak, yılanlarla arkadaşlık yapmaya benzer...” buyurmuşlardı.
Dikkat edilirse onlar için açıktan ve doğrudan kâfir demiyor, zararlarının şiddetine işaret ediyor. Çünkü Müslüman, genelde kâfirin kötü olduğunu bilir, ona inanmaz. Fakat bid’at sahibinin namaz kıldığını, dine uygun yaşamaya çalıştığını görünce, ister istemez, kalbi ona meyledebilir. Bozuk sözlerinin, bozuk itikadının tesiri altında kalabilir. Bu ise, onu felakete götürür.
Kısacası eğer bid’at sahiplerinin sapkınlığı itikatta ise ve iman götüremezlerse, ebedi cehennemliktirler. Ama bid’atleri amelde olur ve zerre miktarı da olsa iman ile ölürse, sonunda elbette Cennet’e giderler. Fakat Ehl-i sünnet itikadında olmayanın küfre düşmemesi, iman ile ölmesi -hele de günümüzde- imkansız denecek kadar zordur. Çeşitli haramları işlemekten çekinmeyen Ehl-i sünnet itikadındaki kimsenin de bid’at ehli gibi küfre düşmesi çok kolay olur. Mesela namaz kılmayan içki içen, kumar oynayan ve sair günahlara dalan bir kimsenin küfre düşmesi an meselesidir. Çünkü onda dini kaygı kalmamıştır. Rahatça küfre düşürücü söz ve hareketlerde bulunabilir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: “Allah (c.c.) bid’at ehlinin ne duasını, ne zekâtını, ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder. (Yani ne farzını ne nagilesini, hiç bir ibadetini kabul etmez.) Nihayet bunlar, kılın hamurdan çekilişi gibi, dinden çıkarlar.” [Râmuzu’l-Ehadîs, harf-i lâ]
***
Sahabelerin ve gecmis ulemamizin ehli bidata olan durusu neydi?
Ashab-ı kiramın (r.anhum) ve selef-i sâlihin efendilerimiz bid’at sahiplerine karşı tavırları, aynen Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) tavrı gibiydi. Onlar her hususta olduğu gibi, bu meselede de Onu örnek almışlardı. Bunu dair birkaç örnek vermeye çalışalım.
Mesela Hz. Ömer'in (r.a.) bid'atlara karşı tavrı… Hz. Ömer (r.a.), Hudeybiye anlaşması esnasında, altında Rasûlullah Efendimiz'e (s.a.v.) bîat edilen ‘Rıdvan ağacı’nı, daha sonraları bazı kimseler tarafından saygı ve hürmette ifrata gidildiği için kestirmiştir. Oysa hakikatte Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin her hatırasına sahip çıkmak ve onlara saygı duymak Ona ittiba/uyma adına çok güzel bir duygudur. Hatta her Müslüman O'nun o gül kokulu mübarek ayaklarının bastığı tozu-toprağı koklamak, onunla feyizlenip bereketlenmek istemez mi? Ancak bu tutum ve davranış başlangıçta hâlis duygu ve düşüncelerden kaynaklandığı halde, daha sonraları sûiistimal edilebilen bu türlü hareketlerin, zamanla ibadete dönüşmesi endişesine karşı önceden tedbir almak da lâzımdır ki, Hz. Ömer (r.a.) de bunu yapmıştır. Bu hareketiyle açılması muhtemel bir bid’at kapısını kapatmış, tehlikeyi önlemiştir.
Evet Hz. Ömer'in (r.a.), altında âlemlere rahmet Sevgili peygamberimize (s.a.v.) bîat edilen ağacı bu nevi endişelerden dolayı kestirmiş olması, engin bir basîret ve firâset ifadesidir, örneğidir. Ama ne acıdır ki, tarihte çoğu zaman bu denge tam olarak korunamamış, mutedil olunamamıştır. Ya ifratlara ya da tefritlere sapılmış, sözde tevhid adına (Vehhabiler gibi) veya bid'atlara karşı tavır alma düşüncesiyle aşırılıklara yelken açılmış, sünnet mecrasından taşılmış; tarihi eserler-vakıflar tahrip edilmiş; evliyâ, asfiyâ ve enbiyâ-yi mürselinin hatıraları ve nice mukaddesler hafife alınmıştır.
Bu mevzuda orta yol; Allah (c.c.) indindeki kıymetli yerler ve büyükler mutlaka tazim edilip büyük kabul edilmeli… Onlarla teberrükte bulunulmalı. Ama tabii ki büyüklüklerine esas teşkil eden nisbeti görmezlikten gelerek bizzat bir takdis ve tazime de gidilmemelidir.
Ashap döneminden sonraki ulemanın tutum ve davranışlarına dair birkaç misal...
Gavs-ı A’zam Seyyid Abdülkadir Geylani (k.s.) hazretleri Gunye’de şöyle diyor:
“Hadis-i şerifte ‘Bid'at ehline, Allah için sert bakanın kalbini, Allah Teâlâ imanla doldurur ve korkulardan emin kılar” buyurdu.
Tasavvuf büyüklerinden Fudayl bin İyaz (k.s.) şöyle diyor: “Bid'at konuşanları ve işleyenleri sevenlerin ibadetlerini, Allah Teâlâ kabul etmez ve kalplerinden imanlarını çıkarır. Bid'at ehlini sevmeyenin ibadeti az da olsa, Allah Teâlâ’nın onu affetmesi umulur. Yolda bid'at sahibine karşı gelirsen, yolunu değiştir.”
Süfyan bin Uyeyne hazretleri de, “Bid'at ehlinin cenazesinde bulunana cenazeden ayrılıncaya kadar, Allah Teâlâ gadab eder” buyurdu. [Mektubat-ı Ma’sumiyye c.4, m. 29]
Evet, sahabe-i kiramın ve geçmiş ulemanın bid’at ve bid’atçilere karşı tavrı-tutumu özetle buydu. Bizlerin de yapması gereken; başta Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, ashab-ı kiram, tâbiin, tebe-i tabiin, eimme-i müçtehidin, sulehâ-i sâlihin, esâtize-i kiram ve kıyamete kadar onların yolunda yürüyecek olanları örnek almaktır. Vesselâm…
Ayrıca bkz. http://www.halisece.com/akaid/157-bidat-nedir-hurafe-neye-denir.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder