اَلطُّهُورُ نِصْفُ الْاِيمَانِ
“Temizlik imanın yarısıdır”
buyurulmuş.
Taharet ikidir. Biri bedenin temizliği ki, dünya kiri ve necasetten temizlenmektir. Diğeri nefsin temizliği ki, kötülenmiş ahlaktan temizlenmektir. İyi hoş ve temiz olan insan, cahillerin ve fasıkların meclisinde bulunmayıp, çirkin ve kötü amellerden korunan, güzel ameller ilim ve iman ile kendini süsleyendir.
İnsan için yalnız zahir bedenini su ile temizleyip, batınını ve içerisini pis ve kötü ahlak ile doldurması, kalbini tahrib etmesi, hakikatte temizlik sayılmaz.
Taharetin mertebesi üçtür. Zahir bedenini abdest ve gusül ile hadesten ve necasetten temizlemek ve azalarını kabahatlerden (uzaklaştırmak) ve kalbini bozuk fikirlerden ve kötülenmiş ahlaktan, dünya sevgisi gibi nefsani rezilliklerden temizlemektir.
Abdest dahi ikidir. Zahir abdest ile zahir temizlik kabul edilir olduğu gibi, batın abdest ile bâtıni temizlik kabul edilir.
[Soru]: Bâtıni abdest nedir?
[el-Cevâb]: Aşk, muhabbet, feyz-i hakikat ve isyandan ayrılmak ve kurtulmaktır. Yani gözyaşı içinde yıkanmaktır. Zira ehl-i tarikat buyurmuşlardır ki “Önce pak ol. Ondan sonra temiz olana nazar eyle.” Maksudun hak olsun. İnsanın içinden çirkin şeyleri temizlemesi, vücudun temizliğine sebep olduğunu beyan eder ve ehline açıktır.
Taharet ve necaset çeşit çeşittir:
Tabiatın necaseti şehvettir, tahareti ise iffet ve şeriatle ameldir.
Nefsin necaseti hevâdır, tahareti ise hüdâ ve adab-ı tarikattır.
Kalbin necaseti çirkin huylar ve kötülenmiş ahlak, tahareti ise övülmüş ahlaktır.
Ruhun necaseti cahilliktir, tahareti ise Allah’ı (Celle Celâluhu) bilip tanımaktır.
Sırrın necaseti sevdaya meyldir, tahareti ise en yüce olan Hazreti Mevla’dır.
Hakk’ı gören bakış gerektir ki, Muhammed (Aleyhisselam)’ı bulsun, bilsin, anlasın ve hakikat üzere nazar eylesin.
Malum ola ki, nazar ikidir:
Biri halkın nazarıdır ki, daima halka bakar. Dünya ehlinin nazarıdır. Zira halk arasında kalan ve gözünde perde olanlar, görünenden başkasını görmezler. Nazarları halkadır. Hakk’a tamamiyle taalluk edemez.
İkincisi hak nazardır ki, ehl-i hakikatin ve ehl-i vahdetin nazarıdır. Zira şehadet ehli, vahdet ehli ve keşif ehli olanlar, Hakk’tan başkasını görmezler. Nazarları Hakk’a taalluk eder.
Zira her şey, isimlerin ve isimlenenlerin görüntüsüdür. Öyleyse, keşif nazarı ve hak nazar olmayan nazar (yani halkın nazarı) Fahr-i Âlem (Aleyhisselam)’ın ancak insanlığına nazar eder. Bütün kemalatıyla Hakk’ın onda zuhurunu göremez. Ve (bu nazar) Fahr-i Âlemin hak olduğunu göremez.
Ve o nazar ki; (hak nazar) bunun tersidir. Fahr-i Âlemin beşeri sınırlarına bakmaz, onda meydana gelen sırr-ı mutlak’a bakar.
Şah Mahmud Gazi, Ebul Hasen el-Harakânî’ye Bayezid’i (Bayezid-i Bistami’yi) sordu. Şeyh buyurdu ki:
–“O bir adamdır ki, onu gören hidayete erer.”
Mahmud itiraz edip:
–“Ebu Cehil, Fahr-i Âlem’i görmüşken niçin hidayete eremedi?”
Şeyh buyurdu ki:
–“Ebu Cehil, Fahr-i Âlem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i görmedi. Belki ona ‘Ebu Talib’in yetimi Muhammed b. Abdullah’ olması nazarıyla baktı. Eğer Rasulullah olması nazarıyla baksaydı, inkâra mecali kalmayıp, Sıddık-ı Ekber (Ebu Bekir es-Sıddık) gibi batınına vakıf olarak tasdik ederdi.”
Bu sırdandır ki, çoğunlukla bir kâmil zuhur etse, kimi ikrar, kimi inkâr eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder