“Peygamber Efendimizin (s.a.v.) İstanbul'un ikinci defa fethiyle alakalı bir hadis-i şerifi var mıdır, ikinci fetihin nasıl olacağını izah edebilir misiniz?”
O yönde rivayetler vardır.
Pâk ceddimiz Sultan II. Mehmed (k.s.) hazretleri, hükümdar olduktan bir müddet sonra Edirne’de âlimler ve amirlerle, memleketin ileri gelenleriyle istişare ederek, İstanbul’un fethi hususunda fikir alış-verişinde bulunuyordu. Müşavere hey’etinde Molla Hüsrev, Molla Gürânî ve Akşemseddin hazretleri gibi büyükler de vardı. Müzakere sırasında meclisteki âlimler, ağırlıklı olarak görüş ve kanaatlerini şu istikamette ortaya koymuşlardı:
“Ashab-ı Kiram’dan itibaren nice hükümdarlar ve kumandanlar İstanbul’un fethine teşebbüs etmişler, fakat muvaffak olamamışlardır. Bazı hadis rivayetlerinde, Kostantıniyye (İstanbul) fethinin Benû Asfar ile yapılan bir savaştan sonra Rasul-i Ekrem’in (s.a.v.) soyundan olan bir zat (Hz. Mehdî) tarafından tesbih ve tehlil desteğiyle fetholunacağı haber verilmiştir. Binaenaleyh, İstanbul’un fethi Mehdî’nin işidir.” [Benû Asfar’la ilgili hadislere bkz. Özellikle Kıyamet’le alakalı olanlara. Rumlar, Romalılar, hatta Ruslar diyenler de var. Bizans üzerine yapılan Tebük seferini incelerseniz bir kısım münafıkların neden sefere katılmadıklarını izah için ‘Kadınlara za‘fiyetimiz var. Benû Asfar’ın kadınlarını görüp fitneye düşeriz’ mealinde bahaneler ileriye sürdüklerini görürsünüz.]
Sultan Mehmed’in (k.s.) danışma meclisindeki âlimler bu çerçevede görüş bildirmek suretiyle, İstanbul fethinin Sultan Fatih zamanında mümkün olmayacağını ileri sürüyorlar, Padişahı böyle bir teşebbüsten vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Ancak mevcut rivayetlere daha farklı ve tutarlı bir te’vil / yorum getiren Akşemseddin hazretleri, hey’ette hâkim olan kanaatin aksine şu görüşü sunmuştur:
“Önce Kostantıniyye’yi Sultan Mehmed fetheder, daha sonra bir zaman gelir Benû Asfar (Sarı oğulları) İstanbul’u işgâl eder. Mehdî’nin fethi ise bu hadiselerden daha sonrasıyla ilgilidir.” [Bkz. Emir Hüseyin Enisî, Menakıb-ı Akşemseddin; Ali İhsan Yurd, Akşemseddin, s.134.]
***
Meselenin bir başka izahı da şöyledir:
“Fahr-i Âlem (s.a.v.) Ashâb-ı güzîne sohbet sırasında suallere cevap verirken, Ebû Zerr (r.a.) irtihal-i Nebî’den sonra zuhuru beklenen fitneleri sormuştu. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) de, ‘Dehmâ fitnesi, Vehmâ fitnesi ve Summün, Bükmün, Umyün fitneleri zuhur ederek, ehl-i- İslâm’a saldıracaklar” buyurmuştu. Üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan Efendi (k.s.) hazretleri bu üç fitneyi şöyle açıklamışlardır:
“Dehmâ fitnesi, Hz. Ali ve Hz. Muaviye (r.a.) arasında vaki ihtilaf veya İslâm âlemini yok etmek için yapılan Haçlı Seferleridir. Bunlar kılıçla def edilmiştir. Vehmâ fitnesi, İstanbul’un fethiyle bertaraf edilen Bizans’tır. Sultan Fatih’in Ehl-i Kur’an ordusu bu fitneyi def etmiştir. Summün, Bükmün, Umyün fitneleri ise, bir kısmı geçmiş, bir kısmı gelmekte, bir kısmı da gelir. Bu fitneler Zikir ve Râbıta nûrlarıyla def edilecektir.” [Bkz. Ali Erol, Hatıratım, s. 51-52]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder