Mahşerde Sorgu Ve Sual….
Kıyametin azamet ve dehşeti içinde herkes kendi derdiyle kıvranıp dururken; çok büyük, korkunç Sûratlı, haşin ve şiddet saçan melekler gelir.
Günahkarları boyunlarından yakalayıp hesap vermek üzere zorlayıcı ve kahredici bir halde Yüce Allah ‘ın huzuruna götürürler.
Nitekim sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş lardır.
“Allah-ü Teâlâ’nın öylesine acaib melekleri vardır ki, göz kapaklarının arası yüz yıllık mesafe kadardır. varın siz düşünün o meleklerin büyüklüğünü.)”
Bu sırada mahşer halkı o kadar şaşkın bir haldedir ki, gelen meleklere, “Rabbimiz içinizde midir?” diye sorarlar. Bu sual karşısında melekler, Rablerinin büyüklüğünü ve kibriyalığını düşünerek hemen heyecanlanıp haykırırlar ve: “Rabbimiz, sizin sandığınızdan münezzehtir. Biz, O’nu bundan tenzih ederiz. O, bizim aramızda değildir. Fakat O, sizi manevi huzuruna alacaktır.” derler. Bundan sonra melekler saf olup insanları kuşatır aralarına alırlar. Bu durum karşısında insanlar, büyük bir korku ve dehşet içinde bulunurlar. İşte o vakit Hz. Allah’ın:
“Kendilerine (Peygamber) gönderilenlere de mutlaka soracağız ve onlara gönderilen (Peygamber)’e de soracağız. Böylece, kendilerine karşı (olup biteni mutlak) bir ilim ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan hiçbir zaman gaaib değildir.” (A’raf Sûres i, ayet : 6, 7)
“Rabbine and olsun ki, onlara topuna yapmakta oldukları şeyleri elbette soracağız.” (Hicr Sûres i, ayet : 92) diye buyurduğu sırlar zuhur edecektir.
Sorgu – sual ilk önce peygamberlerden başlayacaktır. Nitekim ayet -i celilede:
“O günde, Allah-ü Teâlâ, bütün peygamberleri toplayıp: “Size verilen o cevap nedir?” diye soracak. Onlar da: “Bizim hiçbir bilgimiz yok. Kuş kusuz gizlilikleri hakkiyle bilen Sensin.” diyeceklerdir.” (Maide Sûres i, ayet : 109) diye buyrulmuş tur.
Peygamberlerin bile akıllarının başından gideceği, ilimlerinin mahvolacağı o günün şiddet ve heybetinden vay bizlerin haline. Çünkü Hz. Allah, peygamberlere:
“Siz, insanlara peygamber olarak gönderilmediniz mi? O halde neden sizin davet inize icabet etmediler?” diye soracak.
Onlar, insanların neden dolayı davetlerini kabul etmediğini bildikleri halde, şaş kınlıktan cevap veremeyeceklerdir. Allah’ın heybetinin dehşeti karşısında:
“Bilmiyoruz Yâ Rab! Bütün gizlilikleri bilen Sensin.” diyeceklerdir.
Onlar, o anda gerçekten doğrudurlar. Çünkü akılları başlarından gitmiş , ilimleri uçmuş durumdadır. Bu durum, Allah-ü Teâlâ’nın onları takviyesine kadar devam edecektir.
Hz. Allah Nuh (A.S.)’ı çağırıp da ona:
– Peygamberliğini insanlara bildirdinmi? Diye sorduğunda, Nuh (A.S.),
– Evet , ya Rab, bildirdim.” diyecek. Bu defa ümmetine sorulacak:
– Nuh peygamber, size bildiride bulundu mu? Onlar:
– Hayır, bize herhangi bir korkutucu gelmedi.” diyecekler.
Hz. Allah, İs a (A.S.)’a:
– Sen mi ümmetine, “Beni ve annemi Allah’tan başka birer ilah olarak tanıyın dedin?” diye soracak.
İs a (A.S.), Rabbinin sorduğu bu sual yüzünden yıllarca dehşet içinde kalacaktır.
Evet , peygamberlerin bile korku ve dehş et içinde kaldıkları o muazzam günde vay bizlerin haline?..
Vazifeli melekler; hesaba çekilmek üzere insanları teker teker çağırdıkları zaman, kalplerin çarpmaya ve vücutlarının titremeye başladığı o anda akılları başlarından gidecek ve hesaba çekilmektense cehenneme gitmeyi yeğleyecek hale gelerek: “Keş ke bu çirkin amellerimizle Allah’ın huzuruna çıkmaktan ve rezil olmaktansa cehenneme gitsek.” diyeceklerdir.
Suale başlamadan önce Arş ‘ın nuru belirecek ve her taraf bu nur ile parlayacaktır. O vakit herkes Allah-ü Teâlâ’nın hesap göreceğini anlayacak ve yine herkes Allah ‘ın yalnız kendisini gördüğünü ve yalnız kendisini hesaba çektiğini sanacaktır. Allah-ü Teâlâ, o anda Cebrâil’e cehennemi getirmesini emredecektir. Cebrâil (A.S.) da cehennemi getirip “Seni yaratana bak! Ne buyuracak.” diyecek. O anda Cebrâil, cehennemi tüm şiddeti ile görecek.
Gerekli emri alan cehennem, kükreyecek ve insanlar üzerine kıvılcım ve alevlerini
saçmaya başlayacak. Herkes onun uğultu ve hışıltısını duyup da alevlerin kendi üzerlerine nasıl hücum ettiklerini görünce, korku ve dehşetten adeta dizlerinin bağı çözülüp ayakta duramayacak, yere çökecek hale gelirler. Geri çekildikçe cehennemin alevleri üzerlerine daha çok hücum eder ve o gün insanları donup kalmış , hatta yüzü koyun yere serilmiş olarak görürsün. As iler ve zâlimler, “Vay hâlimize!..” derlerken, sıddıklar bile kendi başlarının çaresine düşüp “Nefs i, nefs i!” diyerek yerlere kapanırlar. Bunlar bu durumda iken cehennem ikinci bir Saldırışa geçer. Mahşer halkı cehenneme atılacakları zannı ile daha çok korkarlar.
Ancak cehennem durmaz. Mahşer halkı üzerine üçüncü bir saldırışa geçer.
Bunun üzerine herkes yerlere serilip korku ve dehşet içinde bakınıp dururlar. Bu arada zâlimlerin durumu daha da perişandır. Ciğerleri gırtlaklarına gelir. Mü’min ve günahkar herkesin aklı başından gider. İşte sonra peygamberlere sorular baş lar. Mahşer halkı peygamberlere yapılan bu muameleyi gördüğü zaman, korkuları daha da artar. Hele günahkar ve Kâfirlerin… Böylece o gün herkes birbirinden kaçar, kendi başının çaresine bakar. Sonra hepsi teker teker hesaba çekilir. Yaptıklarının azından çoğundan, gizlisinden açığından ve tüm azalarından sorulurlar.
Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:
– Res ulullah Efendimize “Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?” diye
sordu. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdular:
“Bulutsuz havada öğle vakti güneş görmenize engel teşkil edecek bir şey var mı? Ayın ortasında bulutsuz havada ayı görmenize bir engel var mı?
(Onlar yok deyince, sevgili Peygamberimiz: Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, o günah Rabbinizi görmenizede hiçbir şey engel olamaz. Hz. Allah kulunu huzuruna alır ve ona: “Ben sana ikramda bulunmadım mı? Seni evermedimmi? At ları, develeri emrine vermedim mi?
Seni milletine başkan yapmadım mı? Ganimet malını dörtte birini sana aldırtmadım mı?” diye sorar. Kul da: “Evet Yâ Rab! Hep böyle oldu.” der.
Allah-ü Teâlâ: “Bana hesap vereceğin bu günü hiç düşünmedin mi?” diye sual buyurur. Kul da: “Hayır, düşünmedin mi?” der. Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ: “Sen beni nasıl dünyada unuttun ise, bende şimdi seni terkederim.” buyurur.”
Ve sen ey aciz insan!
O gün melekler seni yakandan tutup da Allah’ın huzuruna götürdükleri zaman, sen ne cevap vereceksin? Allah-ü Teâlâ sana: “Bu gençliği sana vermedim mi? Onu nerede kocalttın? Sana hayat vermedimmi? Ömrünü nerelerde harcadın? Sana bilgi, mal vermedimmi? Bu bilgi ile ne gibi bir amelde bulundun? Sana verdiğim malı nerelerde sarfettin?” diye sorduğu zaman ne cevap vereceksin?
Alla-ü Teâlâ, sana verdiği nimetleri sayarken diğer yandan da sana verdiği bu nimet lere karşın yaptığı günahları yüzüne vurduğu zaman, düşeceğin utanç ve kepazeliği bir düşün. Eğer inkar etmeye, kalkışırsan, o vakit de, azaların hakkında şahadet edeceklerdir.
Enes (R.A.) diyor ki:
“Sevgili Peygamber Efendimiz ile birlikte bulunuyorduk. Kendileri bir ara gülümsedi. Bize: “Neden gülümsediğimi biliyor musunuz?” diye sordu. Biz de: “Hayır Ya Res ulallah, bilmiyoruz.” dedik. Bunun üzerine Resulullah Efendimiz şöyle buyurdular:
“Kulun Rabbisine karşı kendini savunmasından ve Allah ile aralarında geçen konuşmadan ötürü gülümsüyorum. Kul, Rabbine şöyle der: “Sen, dünyada beni zulümden korumadın mı?” Allah-ü Teâlâ, kuluna “Evet” diye buyurur. Kul: “O halde, bende, yabancı şahidi kabul etmiyorum.
Kendimden bir şahit isterim.” der. Allah-ü Teâlâ: “Dediğin gibi olsun. Senin hes abını, senin azaların görsün. Kiramen kâtibin (doğru yazıcı) meleklerde şahit olsunlar.” diye buyurur. Bundan sonra kulun dili sus turularak azalarına konuş emri verilir. Azalar da teker teker yaptıklarını söylerler. Azaların konuşması bittikten sonra, adamın dili açılır. Adam,azalarına: “Defolun başımdan. Ben, sizi korumak için uğraşırken, siz yaptıklarınızı söylüyorsunuz.” der.”
Azalarımızın şahadetiyle mahşerde, mahşer halkının önünde rezil ve rüsvay olmaktan Allah’a sığınırız. Allah’tan kusûrlarımızı başkalarından gizlemesini ümit edelim.
Hz. Ömer’e “Gizli hesap görme hakkında sevgili Peygamber Efendimizden herhangi bir şey duydunuzmu?” diye sorduklarında, Ömer (R.A.) s evgili Peygamber Efendimizin şu hadis -i şerifini beyan ettiler:
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Sizden biriniz, Rabbinin manevi huzuruna yaklaşır. Hatta Allah-ü Teâlâ, onu rahmet himayesi altına alır ve ona: “Falan günahları yaptın mı?” diye sual buyurur. Kul da: “Evet Yâ Rab! Yaptım.” der. Allah-ü Teâlâ tekrar ona: “Şu günahları yaptın mı?” diye sual buyurur. Kul da: “yaptım” der.
Nihayet Allah-ü Teâlâ kuluna “Onları dünyada senin için nasıl örtüp gizlediysem, bugünde onları senin için bağışlayacağım.” diye buyurur.
Yine s evgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Dünyada bir mü’minin kusurunu gizleyen kimsenin, kıyamet günü Allah-u Teâlâ da kusurlarını gizler.”
Bu dünyada insanların kusurlarını yüzlerine vurmayan, başkalarına söylemeyip gizleyen, eziyet ve kusurlarına katlanarak onların kötülüklerini sayıp dökmeyen ve duydukları vakit de hoşlanmayan, çekiştirmelerini yapmayan kimseler içindir. Bu gibi kimseler, böyle muameleye layıktırlar.
Düşünün ki, kusurlarınız dünyada iken gizli olarak kaldı. Ancak Allah-ü Teâlâ seni huzuruna alıp da: “Ey kulum! Kullarımdan utanarak onlardan gizlediğin ve onlara karşı kendini iyi göstermeye çalıştığın halde, benden hiç çekinmeden, gözüm önünde her türlü rezaleti işlemekten utanmadın mı?
Yoksa gerçek beni onlardan dahamı düşük gördün?
Benim görüşüme hiç aldırış etmedin!” dediği zamanki perişanlığın, utancın ne olur bilir mis in?
Allah-ü Teâlâ sana hitaben: “Ey kulum! Tüm nimetleri sana veren ben değil miydim? Daha bana karşı aldanmana sebep ne idi? Yoksa seni görmeyeceğimi, ya da karşıma çıkarılmayacağını mı sandın?” diye buyurduğu zaman ne cevap vereceks in?
Nitekim sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden hiçbiriniz, Allah’ın hesabından kendini kurtaramaz. Herhangi bir örtü ve tercüman olmaksızın Allah-ü Teâlâ bizzat sizi sorgu ve hesaba çekecekt ir.”
Yine sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Sizden biriniz, arada bir perde olmaksızın Allah’ın huzurunda duracaktır.
Allah-ü Teâlâ ona: “Ben sana nimet ve servet vermedim mi?” diye sual buyuracak. O da: “Evet” diyecek. Allah-ü Teâlâ ona tekrar: “Sana peygamber göndermedim mi?”diye sual buyuracak. O yine: “Evet” diyecek.
Bundan sonra o kimse, sağına soluna bakacak. Ancak cehennemden başka bir şey görmeyecek. Bu yüzden bir hurma ile de olsa, ken dinizi cehennemden koruyunuz. Eğer buna da gücünüz yetmiyorsa, tatlı dil ve güzel söz ile kendinizi korumaya çalış ınız.”
(Sevgili Peygamberimiz bu hadis -i şerifinde hurma ile, dünyada iken fakirlere verilen bir hurma tanesi kadar da olsa s adaka vermekle yardım elimizi uzatmamızı; güzel söz ve tatlı dil ile de, dünyada iken başkalarının kalbini kırmamamızı, tatlıdil ile konuşmamızı, her türlü kötü sözlerden uzak durmamızı ifade etmek istemiş lerdir.)
Mücahid diyor ki:
“Kıyamet günü insanoğlu, dört hasletten sorulmadıkça Allah’ın huzurundan ayrılamaz.
(Bunlar): Ömrünü nerede tükettiği, ilmi ile ne gibi bir amelde bulunduğu, ömrünü nerelerde geçirdiği ve malını nerelerde harcadığıdır.”
Ey Müs lüman!
O gün senin için ya azap ya da kurtuluş olmak üzere iki durum vardır. Biri, Allah’ın “Dünyada yaptığın kusur ve ayıplarını gizlediğim gibi, bugün de seni bağışladım.” diye buyurmasıdır. Bu durum senin için kurtuluş ve saadettir. Herkes sana gıpta edecektir.
Diğeri ise:
“Alın şu kötü insanı, götürüp cehenneme atın!” diye cehennem zebanilerine buyurmasıdır. Bu durum ise senin için hasret ve pişmanlıktır.
Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam-ı Gazali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder