*HİZMET NEDIR*
Allah yolunda hizmetin büyüklüğünü ve hizmet edenlere vaad edilen mükafat ve şerefin yüceliğini iyi bilen Allah dostları, dinin ihyası için dua edenlerin, ilim öğrenen talebelerin ayaklarının altlarını öpmüşlerdir.
Bu hizmetleri en iyi bilen ve anlayan bir zat-ı şerif Ebu’l-Fâruk Hazretleri de hizmet babında, makam, mevki, şan, şöhret gözetmemeyi tavsiye ederek “Hizmet muvaffak olsun da, velev ki bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun” buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri bir gün bir yerden geçerken, bir ihtiyarın ayaklarını suyun içine uzatarak: *Ya Rab Ümmeti Muhammede irşat ve hidayetler ihsan eyle* diye dua ederken görür.
Hemen suya iner, ihtiyarın ayaklarını öpmek ister. İhtiyar zat “Aman efendim, ne yapıyorsunuz” deyince de *Siz, bizim hizmetlerimize duanızla yardımcı oluyorsunuz, bu ayaklar öpülmeye layıktır* buyurur.
Cihat ve hizmet, sadece harp meydanında şehit oluncaya kadar çarpışmaktan ibaret değildir.
Fahr-i Kainat Efendimiz, Mescid-i Nebevi inşa edilirken mübarek omuzlarında bizzat kerpiç taşımışlar, hatta Ashab bir kerpiç omuzuna alırken, kendileri iki tane alıp, taşımışlardı. Sebebi sual edildiği zaman “Haza minni ve haza min ümmeti (biri benim için diğeri de ümmetim içindir.)” buyurmuşlardı.
Necip ecdadımız da, din-i celil-i İslam’a hizmet, vatanı müdafaa uğrunda gün olmuş at üstünde savaşmış, zaman olmuş *aynı gaye ile cami inşaatında kum, çakıl taşımıştır.*
Nitekim Sultan Birinci Ahmet Han, ismiyle müsemma Sultanahmet Camiinin temelini atmış, ama ikmaline, faaliyete açılma zamanına ömrü yetmemişti. Koca Sultan, Cumartesi günleri kaftanını değiştirir, cami inşaatına eski elbisesiyle kum ve çakıl çekerdi.
*Zaman zaman da taş dolu kaftanını hafifçe kaldırır:“Ya Rab, şu hizmeti de Ahmet kulundan kabul eyle” diyerek hizmetini Mevla’ya arz ederdi.*
Sultan Ahmet Han ölüm döşeğindedir. Son anlarını yaşamaktadır. Bir ara iyileşir gibi olan padişah yatağından doğrulmuş ve yürümeye başlamıştır. Etrafında toplananlar hayret ve heyecanla “Sultanım, Sultanım nereye gidiyorsun böyle” derler.
Başını çevirip, manalı manalı bakan cennetmekan
*Sultan “Camiye kum çekmeye gidiyorum” der ve üç adım atmamıştır ki oracıkta yığılır kalır,* ruhunu teslim eder.
İşte ahfadı olduğumuz dedelerimiz, hayatlarını din ve millete hizmette fani kılmışlar, *ölüm döşeğinde bile hizmeti düşünmüşlerdir.* Zira onlar, Allah Resulünün ve Onun güzide ashabının yolunun yolcuları, takipçileri idiler. Bu heyecanı, cezbe ve aşkı Onlardan alıyorlardı.
Asr-ı saadetten gönülleri coşturan, hizmet aşk ve şevkimizi artıran bir hatıra naklederek, sözlerime nihayet vermek istiyorum.
Uhud harbinde İslam için kılıç sallayan Hazreti Mus’ab’ı melekler bile gıpta ile seyrederler.
Hazreti Mus’ab bir ara aldığı bir kılıç darbesiyle yüzüstü yere düşer. Hemen bir melek onun suretine girer ve onun vazifesini devam ettirir.
*Akşam üzeri Resülüllah Ona “Ya Mus’ab!” diye seslenince, melek “Ben Mus’ab değilim ya Resülüllah, O şehit olmuştur” deyince* vaziyet anlaşılır.
Biraz sonra Resülüllah, bir gurup sahabe ile Hazreti Mus’ab’ın naaşı yanındadır.
Her iki kolu omuzundan kopmuş, boynuna gelen kılıç darbesiyle de baş gövdesinden nerede ise ayrılacak hale gelmişti.
Ve sanki Hazreti Mus’ab, yüzünü bir yerden saklar gibi boynu önüne eğilmişti.
Fahr-i Kainat, Mus’ab’ın boynunu niçin sakladığını *gözyaşları içinde* Ashabına şöyle anlattı:
- “Ey Ashabım, biliyor musunuz Mus’ab niçin yüzünü saklıyor?”
- “Allah ve Resulü bilir” dediler.
Allah Resulü:
“Onun kolu koptu, Rabbımın huzuruna gidiyorum, halbuki şu anda Resülüllah’ı korumam lazım, bu esnada biri Resülüllah’a saldırırda ben Onun yardımına koşamazsam, Rabbımın huzuruna hangi yüzle varırım diye düşündü de, yüzünü Allah’tan hayasından saklamaya çalışıyor” buyurdular.
Mevlam bizleri bu güzel yola layık eylesin...mevlam keyfiyetimızi artırsın .mevlam sizin gibi değerli kardeşlerimizin adedini artırsın.inşâ-Allah
Arabsuyu Çamlıca ya davetlisiniz bekliyoruz
Ekmel hayır çarşımıza davetlisiniz bekliyoruz
HAYIRLI CUMALAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder