28 Mayıs 2020 Perşembe

PEYGAMBERİMİZE Mİ’RAC’DA ALLAH TEALA'DAN BEŞ VASİYET Âlemlerin Rabbi olan Mevla-yi zû'l-Celâl ve'l-Kemâl hazretleri Mi'rac gecesi Habibi'ne beş vasiyette bulunmuştur: 1. Kalbini dünyaya bağlama: Çünki dünyayı senin bekan (orada devamlı kalman) için halk eylemedik. 2. İnsanlardan bir şey bekleme: Sen ne isteyeceksen, Rabbinden iste. O sana kâfidir. 3. Hayy ve kayyûm olan Allah’tan başkasına istinad edip / dayanıp, sakın güvenme: Çünki onların hepsi fanidir. 4. Halka ve dünyaya meyledip, aralarına karışma: Onlardan kalben daima uzak ol, uzakta dur, benimle ol. 5. Salat-i Teheccüd’e devam et. (1) Ebu Hureyre (r.a.) hazretleri demiştir ki: “Beş şey kime nasip olursa, o kimse şu beş şeyden mahrum olmaz: 1. Bir kimseye Allah’ın nimetlerine şükretmek nasip olursa, o kimse mutlaka daha fazla nimete mazhar olur. Çünki Hz. Allah, “Andolsun, eğer siz nimetime şükr ederseniz, ben de size nimetimi arttırırım.” buyuruyor. (2) 2. Kim ki musibete sabrederse, karşılığında ona mutlaka sevap-mükâfat vacip olur. Zira Hz. Allah buyuruyor ki: “Ancak Allah yolunda sabredenlere mükafat(lar)ı hesapsız ödenecektir.” (3) 3. Kime günahlara tevbe etmek nasip olursa, ona tevbenin kabulu ve ilahi mağfiret hasıl olur. Zira Cenab-ı Hak, “O Allah’tır ki, kullarından tevbeyi kabul buyurur, kötülükleri-günahları afv eder ve O bütün yaptıklarınızı bilir.” buyuruyor. (4) 4. Allah’a dua ve iltica etmek kime nasip olursa, o kimse de er veya geç icabetden mahrum kalmaz. Çünki Hz. Allah, “Bana dua edin, ben de size karşılığını vereyim.” buyuruyor. (5) 5. Kim ki muhtaçlara, zayıflara yardım ederse, karşılığını mutlaka görür; Allah onu asla mahrum bırakmaz. Çünki Hz. Allah, “Her neyi hayra harcarsanız, Allah onun arkasından (dünyada ve ahirette) size karşılığını mutlaka verir.” buyuruyor. (6) Sebe’ suresi, 39; Tenbihu’l-Gafilin Tercümesi, C. 2, S. 599.

PEYGAMBERİMİZE Mİ’RAC’DA ALLAH TEALA'DAN BEŞ VASİYET

Âlemlerin Rabbi olan Mevla-yi zû'l-Celâl ve'l-Kemâl hazretleri Mi'rac gecesi Habibi'ne beş vasiyette bulunmuştur:

1. Kalbini dünyaya bağlama: Çünki dünyayı senin bekan (orada devamlı kalman) için halk eylemedik.

2. İnsanlardan bir şey bekleme: Sen ne isteyeceksen, Rabbinden iste. O sana kâfidir.

3. Hayy ve kayyûm olan Allah’tan başkasına istinad edip / dayanıp, sakın güvenme: Çünki onların hepsi fanidir.

4. Halka ve dünyaya meyledip, aralarına karışma: Onlardan kalben daima uzak ol, uzakta dur, benimle ol.

5. Salat-i Teheccüd’e devam et. (1)

Ebu Hureyre (r.a.) hazretleri demiştir ki: “Beş şey kime nasip olursa, o kimse şu beş şeyden mahrum olmaz:

1. Bir kimseye Allah’ın nimetlerine şükretmek nasip olursa, o kimse mutlaka daha fazla nimete mazhar olur. Çünki Hz. Allah, “Andolsun, eğer siz nimetime şükr ederseniz, ben de size nimetimi arttırırım.” buyuruyor. (2)

2. Kim ki musibete sabrederse, karşılığında ona mutlaka sevap-mükâfat vacip olur. Zira Hz. Allah buyuruyor ki: “Ancak Allah yolunda sabredenlere mükafat(lar)ı hesapsız ödenecektir.” (3)

3. Kime günahlara tevbe etmek nasip olursa, ona tevbenin kabulu ve ilahi mağfiret hasıl olur. Zira Cenab-ı Hak, “O Allah’tır ki, kullarından tevbeyi kabul buyurur, kötülükleri-günahları afv eder ve O bütün yaptıklarınızı bilir.” buyuruyor. (4)

4. Allah’a dua ve iltica etmek kime nasip olursa, o kimse de er veya geç icabetden mahrum kalmaz. Çünki Hz. Allah, “Bana dua edin, ben de size karşılığını vereyim.” buyuruyor. (5)

5. Kim ki muhtaçlara, zayıflara yardım ederse, karşılığını mutlaka görür; Allah onu asla mahrum bırakmaz. Çünki Hz. Allah, “Her neyi hayra harcarsanız, Allah onun arkasından (dünyada ve ahirette) size karşılığını mutlaka verir.” buyuruyor. (6) Sebe’ suresi, 39; Tenbihu’l-Gafilin Tercümesi, C. 2, S. 599.


“Eğer şükrederseniz artırırım”

Rabbimiz Hak celle ve alâ buyuruyor ki,

"وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ ۖ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ

Meali: (Düşünün) hatırlayın ki Rabbiniz size: ‘Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artırırım… ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz / muhakkak ki benim azabım çok şiddetlidir! diye ilan etmiş/bildirmişti." (İbrahim suresi, 7)

Ulemânın ve evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâ hazretleri (d?-v. H. 311 veya 319), bu ayet-i celileyi şöyle tefsir etmişlerdir:

“Eğer sizler benim hidâyetime şükrederseniz, ben de size hizmetimi artırırım, ihsanımı bol yaparım. Eğer hizmetime şükrederseniz, ben de size müşâhedemi artırırım. Şayet müşâhedeme şükrederseniz, ben de size velâyetimi (dostluğumu) artırırım. Eğer sizler velâyetime şükrederseniz, ben de size ru’yetimi (Cemâlimi görmeyi/seyretmeyi) artırırım.” [Hikemü’l-Ataiyye: el-Muhkem fî Şerhi’l-Hikem, Tercüme ve Şerh: Kastamonulu Balıklızâde Ahmet Mahir Efendi]

***

Tefsirde geçen mefhumların/kavramların açıklamasına gelince…

Dilerseniz öncelikle şükr’ü ele alalım.

Şükür: Kelime olarak teşekkür, nimeti dile getirme manalarınadır. Tasavvuf lisanında ise;

a) Yapılan iyiliğin makbule geçtiğini dile getirme, iyiliği yapanı övme, demektir. (Ta’rifat-ı Seyyid Şerif Cürcânî) Yani kul, Allah’ın lutuf ve nimetlerini dile getirir, onu överse şükretmiş olur.

b) Nankör olmamaktır. (Nankörlük, küfrân-ı nimettir; yani nimetin kıymetini bilmemektir.)

Şükürde üç esas vardır: İlim, hâl, amel. Yani nimeti bilme, nail olunan nimetten ötürü sevinme, nimete karşılık olarak yapılması gerekeni dil, beden ve kalp ile yerine getirme... Allah’ın nimetini dile getirme, bu nimeti ibadette ve sevap kazandıran işlerde kullanma, iyiliğe ve hayra niyetlenme gibi… Bir organın şükrü onunla günah değil, sevap işlemektir.

Şükür, nimetten evvel onu vereni düşünmektir.

Şükür sızlanmamaktır.

Şükür sevap, şekva (yakınmak, şikayette bulunmak) ise günahtır.

Şükredene şâkir, şükürden âciz olduğunu idrak edene şekûr denir. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا ۚ وَقَلِيلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ

Meali: “(Ey) Davud ailesi!.. Amel edin, şükür için çalışın (verdiğim ni’metleri yerli yerinde ve gereği gibi kullanın)... Kullarımdan, şükürden âciz olduğunu idrâk eden çok azdır”. Şükür, nimetin artmasına vesile olur. (el-Gazali, İhya, IV, 78; Kuşeyri 313)

***

Bir başka ifadeyle şekûr; çok şükreden, bütün gücünü şükretmeye harcayan; kalbi, dili ve diğer organları hem itikad, hem itiraf, hem çalışmakla ve çoğu zamanda şükür ile meşgul olandır.

İbnü Abbas'tan (r.anhüma) bir rivayette şekûr, ‘Bütün durumlarında şükredendir’ diye anlatılmıştır.

Neml Sûresi'nde geçtiği üzere,

وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَىٰ وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ

Meali: Ey Rabbim! Bana, ana-babama lutfettiğin nimetine şükretmemi ve senin razı olacağın iyi işler yapmamı bana ilham et. Rahmetinle beni de salih kullarının arasına koy." (Neml, 27/19) duasını vird edinmiş olan Süleyman (a.s.), o az olan şekûr kullardandır.

Rivayet olunuyor ki Hz. Ömer (r.a.) bir adamın,

"Allâhümmecalnî mine’l-kalîl, birahmetike yâ erhamerrâhimîn: Ey rahmet edenlerin en merhametlisi olan Allah’ım, beni o azdan kıl." diye dua ettiğini duymuş:

- "Bu nasıl dua!" diye sormuş. O zat,

"İşitiyorum ki, demiş, Allah ‘Kullarım içinde çokça şükreden azdır’ buyuruyor. Beni de o azlardan kılmasını istiyorum." Bunun üzerine Hz. Ömer,

- "Herkes Ömer'den daha âlim/bilgili" demiş. [Elmalı’lı, Hak Dini Kur’an Dili ilgili ayet tefsiri]

***

Hidayet: Maksada giden yolu gösterme, gayeye vardıran yolu tutma. (Tarifat) Hâdî ise rehber ve mürşid anlamına gelir. Hâdi-i ezel: Ezelde hidayete erdiren demektir.

Bakınız divan şairimiz Nâbi ne güzel söylemiş:

"Bulmaz reh-i Hakk’ı (Hak yolu) meğer ol kimse ki ona
Tevfikini Haadi-i ezel rehber eyler (Bulmasında / başarmasında Cenab-ı Hak kılavuzluk eder)"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder