İKİ ÇOCUĞU HIRİSTİYAN OLAN AİLENİN DRAMI!
Hıristiyanlık propagandasının bütün İslam ülkelerinde yoğun bir şekilde yapıldığı bir zamandayız. Bunun için çocuklarımıza sahip çıkıp, onları bu tehlikeden korumak zorundayız.
Ziyaretime gelen yaşlı anne – babanın hıçkırıkları hâlâ kulağımda… Kendileri Fransa’dan kesin dönüş yaptıktan sonra, orada kalan 20-25 yaşlarındaki kızlarıyla oğullarının Hıristiyan oldukları, hatta misyonerlik yaptıkları haberi üzerine yıkılmıştı zavallılar.
“Ne olur bize yardımcı olun, çocuklarımızı kurtaralım” diye yalvarıyorlardı. Kendilerine sordum, “ Onlara İslamiyeti hiç anlatmadınız mı, güzel dinimizi öğretmediniz mi?” “ Kafaları karışmasın, derslerinden kalmasınlar diye anlatmadık, sonra anlatırız diye düşündük” cevabını vermişlerdi. Kendilerine, göndermeleri için kaynak kitaplar, kasetler vs. tavsiye ettim; fakat, dönüş zor görünüyordu. Çünkü çok geç kalınmıştı. Atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmişti.
Okuldaki bir misyoner öğretmen, avına düşürmüştü inanç boşluğundaki gençleri… Bu saatten sonra ne yapılabilirdi ki. Ama yine de “Allah’tan ümit kesilmez!” diye teselli etmeye çalıştım.
Yıkılmış anne-babanın çırpınması, üzülmesi tabii bir haldir. Çünkü, her insan, çocuk sahibi olmayı, kendisinden sonra dininin, kendi soyunun, adının, iyilikle, saygıyla anılmasını arzu eder. Bu insani olduğu kadar, fıtrî bir arzudur , istektir. Fakat sadece istek kafi değildir; gayret de gerekir.
İyi evlad yetiştirmek dinimizde çok önemlidir. Peygamber efendimiz, hayırlı evlât bırakarak âhırete göçen anne ve babanın, öldükten sonra da amel defterinin kapanmayacağını bildirmiştir.
Hayırlı evlât yetiştiren bir baba, neslin devamına hizmet ettiği için, Allahın emrine uygun hareket etmiş olur. Hayırlı evlat, arkaya kalsa da, anne ve babasından evvel vefât etse de, ana-babası için mutlaka hayır ve rahmet vesîlesidir. Tabii ki bu fazîletleri elde etmek, yine evlâdın hayırlı yetiştirilmesine bağlıdır. Yoksa ahlâksız, dinden bihaber olarak yetiştirilen çocuklar, ana ve baba için büyük mesûliyetlere yol açacaktır. O çocuk ahırette:
“Yâ Rabbi, beni îmân ve islâmdan mahrûm eden, beni Sen’den gafil ve ahlâksız bir şekilde yetiştiren, müslüman fıtratı üzere yarattığın halde, beni İslâmiyetten uzak bırakmış olan şu babam ile anamdır. Bunlardan dâvâcıyım.” diyerek huzûru ilâhîde şikâyet edecektir.
Bir çocuk, dünyaya gelişte ve anasının kucağına tesliminde İslâm fıtratı üzerine yaratılmış bulunur. İslâmiyeti öğrenecek ve yaşayacak kabiliyette yaratıldığı hâlde, anne ve baba, o çocuğu kendi düşüncesine göre şekillendirir. Anne-baba Müslüman ise, çocuğunu Müslüman, Hıristiyan ise çocuğunu Hıristiyan, yahudî ise mûsevî, ateşperest ise, mecûsî olarak yetiştirmektedir.
Bundan dolayı dinimiz, anne ve babanın, çocuklarına dînî vazifeleri öğretmeleri hususuna çok önem vermiştir. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmaktadır: “Bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir ihsânda bulunamaz.”
İnsanlar, emirleri altında bulunan kimselerden Allaha karşı sorumludurlar. Anne ve baba da evlâdının yetişmesini, mes’ûliyetini yüklenmiş bulunmaktadır.
Bu öyle bir sorumluluktur ki, enbiyâyı Allah korkusu ile titretmiş; bu mesûliyet endişesidir ki, insanları evlât terbiyesine sevk etmiştir. Bu mes’ûliyetten haberdar olmayan anne ve babalar, evlâdını dünya ve âhırette perişan bir hâle düşürmüş demektir. Bu mesûliyetin korkusundan dolayı birçok âlim, evliyâ, evlenmekten veya fazla çocuk sahibi olmaktan çok korkmuşlardır. Birçok Allah dostu bu korku sebebi ile evlenmemiş; evlenenlerden İslâm terbiyesi ile yetiştirebileceği kadar evlât vermesi için Cenâb-ı Hakka yalvarmışlardır.
Nasıl korkulmasın ki, Hadis-i şerîflerde, “Çok müslüman evlâdı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gideceklerdir. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da, benden uzaktır.” buyurulmuştur:
Böyle baba olmamak için, “doğruyu kendisi bulur” mantığı ile, çocuğu kendi haline bırakmamalıyız. Çocuk eğitiminde yapılan hataları geriye dönüp tamir etmek mümkün değildir. Nasıl, “Kendisi okuma yazma öğrenir.” diye düşünmeyip okula, kurslara gönderiyor isek, dinini öğrenmede Allah’a ve ahiret gününe imanı telkin etmekte ve öğretmekte de aynı yolu takip etmek zorundayız. , öğretmek zorundayız.
Bugün okullarda yeterli dini eğitim verilemediği bir gerçektir. Çocuğun hayatının önemli bir kısmı okul duvarları arasında geçmektedir. Çocuğun kişiliği bu dönemde gelişip tamamlanmaktadır. Bu dönemde, diğer derslerinin yanında dinimizi, insanı insan yapan manevi değerlerimizi öğretmek zorundayız. Bunlar bu dönemde verilemezse bundan sonra verilmesi çok zordur, hatta imkansız gibidir. Çünkü artık kuş, yuvadan uçmuştur.
Yeterli dini eğitim alan genç nesillerimiz vicdan, doğruluk, yardımseverlik, düşkünün ve yetimin elinden tutma, her amelinde Allah rızasını gözetmek, kimseyi aldatmama, helal kazanç gibi toplumu ayakta tutan değerleri öğrenecekler ve hayatlarında bunları uygulayacaklardır. Böylece kendileri ve çevresi huzur bulacaktır.
Anayasamız ve Devlet olarak imzaladığımız “İnsan Hakları Beyannamesi” her çocuğa velisinin istediği tarz ve yoğunlukta dini eğitimi verme hürriyetini garanti altına almıştır. Vakit geçirmeden gerekli tedbirleri almak, ebeveynin hem hakkı hem de vazifesidir.
Bu vazifesini yapmayan, ihmal eden sonra çok pişman olur fakat iş işten geçmiştir artık. Ömrü boyunca vicdanen huzursuz olur, kahrolur; ama ne fayda!.. Ne demişler: Son pişmanlık fayda vermez!
Kaynak : Dinler Arası Diyalog Tuzagı – Mehmet Oruç
Ziyaretime gelen yaşlı anne – babanın hıçkırıkları hâlâ kulağımda… Kendileri Fransa’dan kesin dönüş yaptıktan sonra, orada kalan 20-25 yaşlarındaki kızlarıyla oğullarının Hıristiyan oldukları, hatta misyonerlik yaptıkları haberi üzerine yıkılmıştı zavallılar.
“Ne olur bize yardımcı olun, çocuklarımızı kurtaralım” diye yalvarıyorlardı. Kendilerine sordum, “ Onlara İslamiyeti hiç anlatmadınız mı, güzel dinimizi öğretmediniz mi?” “ Kafaları karışmasın, derslerinden kalmasınlar diye anlatmadık, sonra anlatırız diye düşündük” cevabını vermişlerdi. Kendilerine, göndermeleri için kaynak kitaplar, kasetler vs. tavsiye ettim; fakat, dönüş zor görünüyordu. Çünkü çok geç kalınmıştı. Atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmişti.
Okuldaki bir misyoner öğretmen, avına düşürmüştü inanç boşluğundaki gençleri… Bu saatten sonra ne yapılabilirdi ki. Ama yine de “Allah’tan ümit kesilmez!” diye teselli etmeye çalıştım.
Yıkılmış anne-babanın çırpınması, üzülmesi tabii bir haldir. Çünkü, her insan, çocuk sahibi olmayı, kendisinden sonra dininin, kendi soyunun, adının, iyilikle, saygıyla anılmasını arzu eder. Bu insani olduğu kadar, fıtrî bir arzudur , istektir. Fakat sadece istek kafi değildir; gayret de gerekir.
İyi evlad yetiştirmek dinimizde çok önemlidir. Peygamber efendimiz, hayırlı evlât bırakarak âhırete göçen anne ve babanın, öldükten sonra da amel defterinin kapanmayacağını bildirmiştir.
Hayırlı evlât yetiştiren bir baba, neslin devamına hizmet ettiği için, Allahın emrine uygun hareket etmiş olur. Hayırlı evlat, arkaya kalsa da, anne ve babasından evvel vefât etse de, ana-babası için mutlaka hayır ve rahmet vesîlesidir. Tabii ki bu fazîletleri elde etmek, yine evlâdın hayırlı yetiştirilmesine bağlıdır. Yoksa ahlâksız, dinden bihaber olarak yetiştirilen çocuklar, ana ve baba için büyük mesûliyetlere yol açacaktır. O çocuk ahırette:
“Yâ Rabbi, beni îmân ve islâmdan mahrûm eden, beni Sen’den gafil ve ahlâksız bir şekilde yetiştiren, müslüman fıtratı üzere yarattığın halde, beni İslâmiyetten uzak bırakmış olan şu babam ile anamdır. Bunlardan dâvâcıyım.” diyerek huzûru ilâhîde şikâyet edecektir.
Bir çocuk, dünyaya gelişte ve anasının kucağına tesliminde İslâm fıtratı üzerine yaratılmış bulunur. İslâmiyeti öğrenecek ve yaşayacak kabiliyette yaratıldığı hâlde, anne ve baba, o çocuğu kendi düşüncesine göre şekillendirir. Anne-baba Müslüman ise, çocuğunu Müslüman, Hıristiyan ise çocuğunu Hıristiyan, yahudî ise mûsevî, ateşperest ise, mecûsî olarak yetiştirmektedir.
Bundan dolayı dinimiz, anne ve babanın, çocuklarına dînî vazifeleri öğretmeleri hususuna çok önem vermiştir. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmaktadır: “Bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir ihsânda bulunamaz.”
İnsanlar, emirleri altında bulunan kimselerden Allaha karşı sorumludurlar. Anne ve baba da evlâdının yetişmesini, mes’ûliyetini yüklenmiş bulunmaktadır.
Bu öyle bir sorumluluktur ki, enbiyâyı Allah korkusu ile titretmiş; bu mesûliyet endişesidir ki, insanları evlât terbiyesine sevk etmiştir. Bu mes’ûliyetten haberdar olmayan anne ve babalar, evlâdını dünya ve âhırette perişan bir hâle düşürmüş demektir. Bu mesûliyetin korkusundan dolayı birçok âlim, evliyâ, evlenmekten veya fazla çocuk sahibi olmaktan çok korkmuşlardır. Birçok Allah dostu bu korku sebebi ile evlenmemiş; evlenenlerden İslâm terbiyesi ile yetiştirebileceği kadar evlât vermesi için Cenâb-ı Hakka yalvarmışlardır.
Nasıl korkulmasın ki, Hadis-i şerîflerde, “Çok müslüman evlâdı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gideceklerdir. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da, benden uzaktır.” buyurulmuştur:
Böyle baba olmamak için, “doğruyu kendisi bulur” mantığı ile, çocuğu kendi haline bırakmamalıyız. Çocuk eğitiminde yapılan hataları geriye dönüp tamir etmek mümkün değildir. Nasıl, “Kendisi okuma yazma öğrenir.” diye düşünmeyip okula, kurslara gönderiyor isek, dinini öğrenmede Allah’a ve ahiret gününe imanı telkin etmekte ve öğretmekte de aynı yolu takip etmek zorundayız. , öğretmek zorundayız.
Bugün okullarda yeterli dini eğitim verilemediği bir gerçektir. Çocuğun hayatının önemli bir kısmı okul duvarları arasında geçmektedir. Çocuğun kişiliği bu dönemde gelişip tamamlanmaktadır. Bu dönemde, diğer derslerinin yanında dinimizi, insanı insan yapan manevi değerlerimizi öğretmek zorundayız. Bunlar bu dönemde verilemezse bundan sonra verilmesi çok zordur, hatta imkansız gibidir. Çünkü artık kuş, yuvadan uçmuştur.
Yeterli dini eğitim alan genç nesillerimiz vicdan, doğruluk, yardımseverlik, düşkünün ve yetimin elinden tutma, her amelinde Allah rızasını gözetmek, kimseyi aldatmama, helal kazanç gibi toplumu ayakta tutan değerleri öğrenecekler ve hayatlarında bunları uygulayacaklardır. Böylece kendileri ve çevresi huzur bulacaktır.
Anayasamız ve Devlet olarak imzaladığımız “İnsan Hakları Beyannamesi” her çocuğa velisinin istediği tarz ve yoğunlukta dini eğitimi verme hürriyetini garanti altına almıştır. Vakit geçirmeden gerekli tedbirleri almak, ebeveynin hem hakkı hem de vazifesidir.
Bu vazifesini yapmayan, ihmal eden sonra çok pişman olur fakat iş işten geçmiştir artık. Ömrü boyunca vicdanen huzursuz olur, kahrolur; ama ne fayda!.. Ne demişler: Son pişmanlık fayda vermez!
Kaynak : Dinler Arası Diyalog Tuzagı – Mehmet Oruç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder