20 Şubat 2022 Pazar

Dört mezhebin imamları da tasavvufa girmişler manevi bir sultana bağlanmışlardır İmâm-ı Âzam Hazretleri, Caferi Sadık Hazretlerine; İmâm-ı İdris-i Şafii Hazretleri, Şeyh Şeyban-ı Râi Hazretlerine; İmâm-ı Malik İbn-i Enes Hazretleri, Caferi Sadık Hazretlerine; İmâm-ı Ahmed Bin Hanbel Hazretleri, Şeyh Şeyban-ı Râi Hazretlerine intisab ederek “Bizde olanlar onlarda var, fakat onlarda olan bizde yok”[2] diyerek manevi tekâmülü o füyûzât kaynaklarından temin etmişlerdir. Görülüyor ki mezhep imamlığı, ilimde rusuh bulmak, cihan fatihi olmak gibi üstün vasıflar, onları tatmin etmemiş ve “Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ı zikirle tatmin olur”[3] ayeti kerimesinin sırrına koşmuşlardır. Böylece fiili bir icma vaki olmuştur. Tarihin en büyük fetihleri kendilerine nasip olan Yavuz Sultan Selim Han’ın: (meâlen): “Pâdişâhı cihân olmak bir kuru kavgâ imiş, Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş” Mısraları ve Kanuni Sultan Süleyman Han’ın: “Görünüşte kıtaların hakanıyım, Hakikatte ise Üstazımın ayağının tozuyum” sözleri anlama kabiliyeti olanlara kâfidir. Ulu Hakan Abdulhamîd Han dahi Salâhuddîn İbni Mevlânâ Sirâcuddîn Hazretlerinin kalbinden feyz almıştır. Hüccet-ül İslâm unvanının sahibi İmâm-ı Muhammed Gazâlî hazretlerinin Silsile-i âliyye’nin 7. halkası Ebû Ali Farmedî (k.s.)’ye intisabı dahi çok manidardır.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder