3 Haziran 2020 Çarşamba

Bu devir yapma usûlü, ve kişi vefat ettikten sonra DEVİR yapılması , bazılarının sandığı gibi, sonradan İmam Birgivî hazretleri tarafından ileri sürülmüş bir şey değildir. Doğrusu; bu mesele, yukarıda da açıklamaya çalıştığımız üzere, Hanefî fıkhı üzere yazılmış en eski eserlerde de bu şekilde mevcuttur. İşin hakikati; bizler hiç bir zaman namaz fidyesi ile namaz borçlarımızın ödenmiş olacağını ileri sürmeyiz-süremeyiz. Fakat tarafımızdan âcizane verilecek sadakalar, yapılacak hayırlar vesilesiyle de, Allah'ın lûtfuna-fazl u ihsanına kavuşmaktan ümidimizi kesmeyiz. Halis bir niyetle yapılan hiçbir hayır ve iyilik Allah yanında boşa gitmez. Verilen sadakalardan ve yapılan vakıflardan dolayı mü’minin amel defterine daima sevab yazılır durur. Şunun da bilinmesi gerekir ki; bir ölü vasiyet etmediği takdirde, onun varisleri, geriye bırakmış olduğu maldan fidye vermek zorunda değildir. Hele varisler fakr u zaruret içerisinde iseler, bir gelenek ve iyilik düşüncesi ile bu fakir varisleri fidye vermeye yöneltmek uygun bir davranış olmaz. Bilhassa varisler arasında çocuklar ve yetimler de varsa, bunların hisselerinden fidye verilmesi asla caiz olmaz. Bir de kendileri ile devir yapılacak kişiler arasında çocuk, bunak, deli, zengin ve gayr-i müslim bulunmamalı... Bu hususlara mutlaka dikkat edilmelidir. Ayrıca; namaz, oruç, yemin ve adak gibi borçlar için, kişinin ölümünden sonra verilen bu fidyelerin bir esbâb-ı mucibesi (gerekçesi) olması gerekir. O bakımdan mü’min, ölümünden önce bu gibi yerine getiremediği farz ve vacip ibadetleri tesbit ederek mümkünse sağlığında kaza ve telâfi etmeye gayret göstermeli... Bu mümkün olmadığı takdirde servetinin üçte birine kadar olan kısmını, vasiyetnâme düzenleyerek bu iş için tahsis etmelidir. Eğer ayrılan servet bu borçları karşılamazsa, bundan sonra Cenâb-ı Hakk’ın, kişinin gücünü aşan bu fazlalığı mağfiret etmesi/bağışlaması umulur. Oruç keffâretinde Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) yoksul sahabeye gösterdiği kolaylığı burada bir kez daha hatırlayarak mevzumuzu noktalayabiliriz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek; - “Mahvoldum” dedi. Rasûlüllah; - “Seni mahveden şey nedir?” buyurdu. Adam: - “Ramazanda eşimle cinsî yakınlıkta bulundum” dedi. Rasûl-i Ekrem; - “Bir köle azad et” buyurdu. Adam; - “Köle bulamam” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.); - “Peşpeşe iki ay oruç tut” buyurdu. Adam; - “Buna da gücüm yetmez” deyince, Rasûl-i zî-şân (s.a.v.); - “Altmış yoksulu doyur” buyurdu. Buna da gücü yetmeyince, bir sepet içinde hurma getirildi. Allah’ın Rasûlü ona, bunları yoksullara tasadduk etmesini söyledi. Adam, Medine’de kendilerinden fakir kimse olmadığını söyleyince, Rasûlüllah (s.a.v.) gülümsedi ve şöyle buyurdu: - “Git; bunları ailene yedir.” (4) DİPNOT (4) eş-Şevkani, Neylü’l-Evtar, 4, 214.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder