8 Mayıs 2020 Cuma

İtikâf, müekked bir sünnettir Kur’an-ı Kerimde Rabbimiz (c.c.) şöyle buyuruyor: “…İbrâhim ile İsmâile de, ‘Evimi tavaf edenler, itikâf edenler (ibâdet kasdıyle orada kalanlar), rukû ve sücûd eyleyenler (namaz kılanlar) için titizlikle temizleyin’ diye kuvvetli emir vermiştik.” [Bakara suresi, 125]

İtikâf, müekked bir sünnettir
Kur’an-ı Kerimde Rabbimiz (c.c.) şöyle buyuruyor:
“…İbrâhim ile İsmâile de, ‘Evimi tavaf edenler, itikâf edenler (ibâdet kasdıyle orada kalanlar), rukû ve sücûd eyleyenler (namaz kılanlar) için titizlikle temizleyin’ diye kuvvetli emir vermiştik.” [Bakara suresi, 125]
Ayet-i kerimede bildirildiği üzere bir ibadet çeşidi olarak itikâf, Hz. İbrahim zamanından beri bilinmekte ve yapılmaktaydı. Bu ibadet, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Efendimiz (s.a.v.) Medine'de sadece bir sene hariç her yıl itikâf yapmışlardır. [Tirmizî, Sünen, Savm, 79]
itikâf, İslâm öncesi Mekke toplumunca da biliniyordu…
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), zaman-zaman ve çoğunlukla da Ramazan ayının son on gününde Mescid-i Nebevî'de itikâfa girer, yani günün bütün saatlerini orada geçirirdi. Kendisine bu maksatla mescit içinde bir çadır kurulduğu, zaruri / zorunlu ihtiyaçları dışında mescitten çıkmadığı bilinmektedir. [Tirmizî, Sünen, Savm, 79]
Âlemlere Rahmet Efendimizin bu tatbikatından hareketle İslâm âlimleri, oruç tutan kişinin özellikle Ramazan'ın son on gününde itikâfa girmesini müstehap kabul etmişlerdir. İtikâf bir nevi ibadet olduğundan itikâfa giren kişinin mükellef olması, itikâfa bir mescidde girmesi ve buna niyet etmesi gerekir. Ancak kadınların, evlerinin bir odasında itikâfa girmeleri daha uygun görülmüştür.
İtikâfta daha fazla ibadet
İtikâf niyetiyle mescide giren Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu süre içerisinde ibadete daha fazla vakit ayırırdı. Her zamankinden daha fazla Kur'ân okur ve dua ederdi. Rasûlullah’ın (s.a.v.) bu âdeti, Medine-i Münevvere'yi teşriflerinden itibaren mübarek ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. Mü'minlerin anneleri olan Peygamberimizin hanımları da O’nun vefatından sonra dahi, Ramazan'ın son on gününde evlerinde itikâfa devam etmişlerdir. Pek çok hadis de bu ibadetin / itikâfın bir müekked sünnet olarak Rasûl-i Ekrem Efendimiz tarafından ümmetine ‘güzel bir kulluk nişânesi’ olarak bırakıldığını gösteriyor bizlere...
İtikâfın gayesi; dünyayla ilişkileri asgari seviyeye indirerek kişinin kendisiyle başbaşa kalması… Daha fazla ibadet yaparak, dua ederek günahlarının bağışlanmasını umması ve Allahu Teâla’ya daha çok yaklaşmasıdır. Bu sebeple kişi, itikâfta kaldığı sürece haramlardan kaçındığı gibi mubah olan şeylerden de uzak kalarak mümkün olduğu kadar tüm zamanını ibadetle geçirmelidir. Hz. Âişe (r.anha) vâlidemiz bununla ilgili olarak şu rivayette bulunur:
"İtikâf eden kimseye sünnet olan şudur ki; hiçbir zaman hastayı ziyaret edip (hâl-hatır) sormamak… Hiçbir cenaze namazında bulunmamak… Hiçbir kadına dokunmamak ve onunla cinsel yaklaşıma yol açacak davranışta bulunmamak… Ve ancak lüzumlu olan ihtiyacı için dışarı çıkmaktır. İtikâf ancak oruçlu olarak yapılabilir ve sadece cemaati olan camide (cemaatle namaz kılınan meccidde-camide) olur." [Ebû Dâvud, Sünen, Savm, 81]
İtikâfa girmek, nefsi yasaklardan korumada daha tesirli / etkili bir usûl / bir ibaadet olduğu gibi, Ramazan ayının son on gününde olması tahmin edilen Kadir Gecesi'ne rastlama imkânı ve umudunu da artırır.
İtikâf ve tefekkür
İtikâf, ayrıca tefekkür etme imkânı sağlar…
Asırlardır kadim bir kulluk vazifesi olarak devam ettirilen itikâf, mü'mini dünyevî meşgalelerden uzaklaştırıp daha fazla ibadete vesile olması yanında, umumi mânâda hayatın gayesi üzerinde tefekkür-tezekkür-taakkul etme imkânını da temin eder.
İnsanların, bâhusus Müslümanların, kâmil mü'minlerin zaman-zaman böylesine derin tefekkürlere ihtiyacı vardır. İşte itikâf, bu tefekkürün tahakkuku için çok önemli ve pek büyük bir fırsattır, vesiledir.
İtikâf; orucun, insanın zâhirî ve bâtınî bünyesindeki müsbet tesirlerini alabildiğine artıran… Nefis muhasebesine insanı mecbur eden bir ibadettir.
Yine itikâf; bu mübarek Ramazan ayını, senenin dönüm noktası haline getirebilecek bir kulluk vazifesidir.
Ayrıca Kadir Gecesi'ni arayıp bulmanın en güzel usûlü / yolu / yöntemidir itikâf...
İtikâfın fazileti
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Kim Ramazan’da on gün itikâfa girerse, iki hac ve iki umre yapmış gibi olur.” [Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, 3, 128/2888; Beyhakî, Şuabu7l-İman, 3, 425]
* Hz. Âişe Validemizin (r.anha) bildirdiğine göre Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) be-tahsis Ramazan ayında son on gün girince geceleri ihya eder, ailesini de uyandırırdı. Bu ayda, diğer vakitlere nisbetle ibadete daha çok ehemmiyet verir, daha fazla ibadet eder ve Müslümanlara da bunu tavsiye ederdi. Vefat ettiği sene yirmi gün itikâf yapmıştı. [Buhârî, Sahih, Leyletü’l-Kadr, 5; İ‘tikâf, 17; Müslim, Sahih, İ’tikâf, 7; Ebû Dâvûd, Sünen, Savm, 78]
Abdullah bin Abbâs (r.anhüma), bir gün Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (s.a.v.) mescidinde itikâfta iken bir kimse yanına gelerek selâm verdi ve oturdu. İbn Abbâs hazretleri:
“– Kardeşim, seni kederli ve mahzûn görüyorum” dedi ve konuşmaları şöyle devam etti:
“– Evet ey Rasûlullah’ın amca oğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde hakkı var. Fakat şu kabrin sahibi (Allah’ın Rasûlü) hakkı için söylüyorum ki, borcumu ödeyemiyorum.”
“– Senin için onunla konuşayım mı?”
“– İstersen konuş.”
Bunun üzerine İbn Abbâs (r.anhüma) ayakkabılarını giyerek mescidden çıktı. Adam ona:
“– İtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescidden çıktın?” diye seslendi. İbn Abbâs (r.anhüma):
“– Hayır, ben şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan muhterem zâttan (Rasûlullah’tan) işittim ki (bu esnâda gözlerinden yaşlar akıyordu):
“– Her kim, din kardeşinin bir ihtiyacını karşılamak için gayret eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl itikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse Allah rızâsı için bir gün itikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile Cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her bir hendeğin arası, Doğu ile Batı arası kadar uzaktır. (Buna kıyasla 10 yıllık itikâfın ecrini-mükâfatını düşünün! Tabii hesaba-kitaba sığdırabilirseniz…)” [Beyhakî, Şuabu’l-İman, 3, 424-425. Ayrıca bkz. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 8, 192]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder